Bazen yazmak istersiniz ve kelimeler kifayetsiz kalır ya, işte tam o hallerdeyim. Anlatmak mı, yazmak mı; yoksa hepten vazgeçip oturup 'Telli'nin yanına, yitirdiği kömür gözlüsüne birlikte ağlamak mı?...
Tuncay Çiftçi. Sizler onu, gazete sayfalarlarında ve televizyon ekranlarında "Manisa'da intihar eden asker T.Ç." olarak tanıdınız. Sizler onu genelkurmayın yaptığı kısacık bir açıklamada intihar eden herhangi bir asker ve hatta bir rakam olarak bildiniz.
Bizlerin kısacık ömrüne dağlar kadar sevdalar biriktiren Tuncay'ımız toprağa verilirken ateşin düştüğü yerden biraz uzak olanlar unuttu bile iki harf, iki nokta, iki satırlık haber bilgilerini.
Tuncay'ın, Manisa Askeri Hastanesi'nde 23 Aralık akşamı nöbet tutuğu sırada "intihar" ettiği söylendi hepimize. Ölümünü Telli Ablanın mahalleyi çınlatan çığlıkları ile duyduk. Bu çığlıklar günlerce kesilmedi. "Oğlum emanetti size", "Benim oğlum kendini öldürmez. Sevdalıdır hayata yavrum.", "Yavruma kıydılar" diye ağladı Telli Abla.
Sonra binlerce dostunun desteğiyle, inatla ayakta durdu cenazesinde. "Bir tek asker bile gelmesin" dedi. Askeri tören istemedi. Gazi Cemevi'nin üst katında bir yumak olmuş yüzlerce kadın, sarmaş dolaş ağladı yitirdiklerine. Bizler, kuzenleri, akrabaları, köylüleri, Telli'nin arkadaşları, yaşlılarımız hep birlikte sarıldık birbirimize.
Ben Telli'ye ağladım. Tuncay'a ağladım, asker şapkasına orak çekiç işleyen asi delikanlıma. Telli sarılıp ellerime, bana ağladı. Devletin ısrarla canımızı yakışına ağladı, oğlunu yeni kaybetmiş o kadın. Sesi gidince derinlere, çıkmaz olunca cümleler ağzından, bacıları ağıt yaktı Telli'nin yerine. Ağıtta imece olur mu, olurmuş gördüm.
Telli... Evlatlarını büyütmek için evlere temizliğe giden emekçi kadınım. Kocasının yıllarca neredeyse yatalak geçirdiği hastalıkları karşısında ona sevgiyle sarılıp yılmayan inatçı ablam. Dedi ki hepimize;
"Ben yoksulluğu yendim. Ben açlığa yenilmedim. Ben hastalıklarla boğuştum. Ama dedim ki, oğullarım var, eşim var, kardeşlerim var yanımda. Hayatı hep sevdim. Hep güldüm inatla. Şimdi ben artık nasıl gülerim. Beni yendiler canlarım. Yenildim. Yavruma sahip çıkamadım. Koruyup, kollayamadım Tuncay'ımı. Ben nasıl yaşayacağım artık. O toprağın altındayken ben nasıl tutunacağım hayata. Ben nasıl gülerim bir daha. Dostlarım, duydunuz mu, oğlumu öldürdüler. Söyleyin ben nasıl yaşarım bundan sonra..."
Dedi ki Telli;
"Göndermeyin yavrularınızı. Vermeyin kimselere."
Dedi ki onlarca başı yaşmaklı, gözü yaşlı anne, kardeş, sevgili;
"Niye hep bizimkiler ölüyor?"
Biliyorum; başkaları da ölsün, öldürülsün diye söylemediler bu sözleri. Ama isyanlı yürekleri artık dayanamıyor hep kaybeden olmaya.
Diyoruz ki hepimiz; Tuncay'ın ailesi, akrabaları, kuzenleri, hayata bu kadar tutkun, bir genç adam, 40 günü kalmışken terhisine intihar eder mi?
Cenazesini babasının yanında yıkadılar. Her yerine baktı babası. İz yoktu doğru. İnsan sadece öldürülür mü? Ölüme zorlamak da öldürmek değil mi? 20 dakika öncesine kadar neşeli kahkahalarıyla ortalıkta gezinen bir adam, ne yaşar da sıkar kafasına. Ya da hiç mi iz bırakmaz arkasında.
Cinayet, intihar ve kaza üçgenine sıkışmış hayatımızda biz kocaman bir aile olarak kaybettik yavrumuzu.
40 gün sonra askerliğini bitirecek olan Tuncay'ın "intihar" denilen ölümüne inanmadı hiç kimse. Coşku dolu, sevecen, hiç kimseyle problemi olmayan Tuncay'ın, boş şarjör olması gereken silah ile nasıl kendisini öldürdüğünü merak ediyoruz hala.
Bir dolu soru, bir dolu sorun ve bir o kadar yoklukla boğuşurken, konuştu Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Van Milletvekili Fatma Kurtulan'ın "Şüpheli asker ölümlerine" ilişkin soru önergesini yanıtlarken, Türkiye'de son beş yılda 408 askerin "intihar ederek" hayatını kaybettiğini söyledi.
"Alınan tedbirler ve emniyet ve kaza önlemi sistemi şeklinde işletilmesi sayesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) gerçekleşen intihar olaylarında yıllar bazında azalma olmuştur" diyen Gönül; ölümle sonuçlanan kaza ya da intihar olayı sonrasında ailelerin olayın gerçekleştiği yere davet edildiği ve olay yerinde birinci elden bilgilendirildiklerini söyledi.
Diyor ki Vecdi Gönül: "TSK'nin bütün kışlalarında Rehberlik Danışma Merkezleri görev yapmaktadır. Askere alınanlara psikososyal anketler uygulanmakta ve bu durumda olanlar sürekli kontrol altında tutulmakta, intihar riski olanlar mermili nöbet yerlerine planlanmamakta, intihar etmekte kullanılacak silah, ilaç vb denetimde tutulmaktadır."
Diyoruz ki biz, yakın bir zamanda bir evladını 'Şüpheli bir intihar' ile kaybetmiş olanlar, kayıtlarda görünen Rehberlik Danışma Merkezleri'niz nerede? Ve nasıl, son beş yılda 408 askerin "intihar ederek" hayatını kaybettiğini açıklarken, sayının azalmakta olduğunu söyleyip, su serptiğinizi sanırsınız yüreğimize?.
Hadi hep birlikte anlatalım Telli'ye.
"Üzülme azalıyor asker ölümleri. Son beş yılda sadece 408 asker öldü."
Bizim çocuklarımız dünyamızdır.
Bizim çocuklarımız anılarımızdır.
Bizim çocuklarımız geleceğe duyduğumuz güven, umutlu bir yaşam için uğruna her acıyı göğüsleyebilecek kadar tutkuyla sevdalı olduklarımızdır.
Çocuklarımızı, iki satır yazı, iki nokta iki harf yeter mi anlatmaya. '408' sanır mısınız ki üç haneli bir rakamdır ömrümüzde. 408 annenin feryadı onlar. 408 babanın tutunduğu dal. 408 fidan gibi delikanlı.
Ben artık söz bulamıyorum yaşadıklarımıza. Sözü Telli'ye bırakıyorum son satırlarda, benim sözüm tükendi, siz yanıt verin ona:
"Beni yendiler canlarım. Yenildim. Yavruma sahip çıkamadım. Koruyup, kollayamadım Tuncay'ımı. Ben nasıl yaşayacağım artık. O toprağın altındayken ben nasıl tutunacağım hayata. Ben nasıl gülerim bir daha. Dostlarım, duydunuz mu, oğlumu öldürdüler. Söyleyin ben nasıl yaşarım bundan sonra..." (SS/BB)