Dev bir tekstil fabrikasındayız, ışığın asgari seviyede sızdığı karanlık bir ortam…
Amonyak en başta olmak üzere kimyasal madde kokuları tahammül edilemez seviyede.
Mekânlar makinelerin ritmik tıkırtılarına, muhtelif gürültülere, durmadan tekrarlanan hareketlere teslim.
İnsan faktörü neredeyse farkedilemeyecek kadar silik. Birer ruha dönüşmüş esmer ve zayıf erkekler, çağımızın köleleri, sessizce görevlerini ifa etmekte.
Dönem Dickens'ın anlattığı dönem değil, sanayi devrimi yapılalı beri epey zaman olmuş…
Gezegenin hızla "gelişmekte" olan diyarlarından Hindistan'ın en Batı eyaleti Gucerat'ın Surat kentindeyiz.
Sundance ödüllü
2017 Sundance film festivalinin dünya belgeselleri klasmanında yarışıp Mükemmel Sinematografi Jüri Özel Ödülüne layık görülen Machines (Makineler) adlı yapımın dünya prömiyeri IDFA'da gerçekleşmişti.
Yeni Delhi doğumlu yönetmen ve senaryo yazarı Rahul Jain, Kaliforniya Sanatlar Enstitüsünden yeni mezun olmuş bir sinemacı. Fabrikatör bir aileden gelen Jain çocukluğunda epey zaman geçirdiği tekstil fabrikalarının büyüsünü, hatırında kaldığından çok farklı detaylarla aktarıyor.
Emek sömürüsünün acımasızlığını özellikle çocuk işçiler üzerinden etkin bir biçimde yansıtırken seyirciyi adeta hipnotize ediyor.
Ses tasarımcısı Susmit 'Bob' Nath, görüntü yönetmeni Rodrigo Trejo Villanueva ve yönetmenle montajı beraber kotaran Yaël Bitton, endüstri hususunda yeni bir şey söylemeseler de belgesel, olağanüstü estetiği aracılığıyla gayet isabetli saptamalarda bulunuyor.
Hindistan, Almanya, Finlandiya ortak yapımı, 71 dakikalık eseri seyretmek unutulmaz bir tecrübe haline gelirken işçiler filmle alakası olabilecek herkese de meydan okuyorlar.
Hak talep etmek zor
Sadece fabrikada çalışabilmek için katettikleri uzun mesafeler bile göçmen işçilerin borçlanması için yeterli. Bu sayede daha işe başlamadan patronların kölesi haline geliyorlar, aylık maaş olarak verilen 7 bin Rupiden (takribî 100 ABD Doları) ailelerine yollayabildikleri kısım cüzi; tek lüksleri tütün yaprağı çiğnemek.
Sağlık ve güvenlik önlemleri asgari seviyede, herhangi bir sigortaları olmadan çalıştırılmaktalar.
Haklarını talep ettikleri zaman işten apar topar kovulmaları sıradan bir prosedür. Örgütlendikleri zaman başlarındaki liderin öldürülmesi sık sık yaşanan vakalardan.
Fabrikasında çalışanları sömürdüğünü neredeyse açıkça belirten patronlar, ülkenin genel durumuna bakıldığında çalışan işçilerin duruma şükretmesi gerektiğini ifade edecek kadar da pişkin.
Günde ortalama 12 saat çalışıyorlar, bazılarını makine başında uyumamak için direnirken izliyoruz.
"Sizin gibileri çok gördük"
Fimin çoğu sahnesi fabrikanın içinde geçiyor, ama bence katiyen klostrofobik değil. Belirli bir süre sonra dış mekânlara açılıyoruz. Herhangi bir önlem alınmadan fabrika duvarının hemen yanından bir tarlaya dökülen atıkları değerlendirmek için dışarıda bekleyen çocuklar vardır. Zehirli maddelerle dolu bidonlar işçiler tarafından boşaltılırken çocuklar, edindikleri kötü tecrübelerden olsa gerek, çıplak tenlerine değen kimyasalların zararlı olup olmadığını işçilere korkuyla soruyor: Cevap "Bir şey olmaz… Devam edin…"
Kameraya konuşan işçiler arasında emek sömürüsünün farkında olup, yavaş yavaş film ekibine açılma cesareti göstereni de var, durumuna şükretmekten başka çaresi olmadığını belirteni de.
Belgeselin sonuna doğru film ekibine meydan okuyan bir tanesi, "Sizin gibi buralara gelip fotoğrafımızı, filmimizi çekip, sorunlarımız hakkında soru soranları çok gördük. Çeşitli sözler verip sonradan kayıplara karışıyorlar, bakalım siz ne yapacaksınız?" derken ben vicdanımı işbu yazıyla rahatlatmaya koyuluyorum, ya siz?
Rol yapacak takat...
Benzer tecrübeleri olmayan bazı işçiler ise yönetmene filmin kahramanının kim olduğunu, kötü adamı kimin oynadığını sormuşlar. Jain, "Kahramanlar sizsiniz, kötü adam da benim" demiş.
Makineler adlı filmin adıyla, tahmin edebileceğiniz gibi insanların ta kendisi kastediliyor. Belgesel, sınıf hiyerarşisinin öteden beri baskın olduğu bir memlekette alttakilerin hâlâ acımasızca ezildiğini hatırlatıyor. Hâkim olan düzende fakirlik ve sefaletin aşılma ihtimalinin ne kadar düşük olduğunu teyit ediyor.
Takadı kalmamış insanların yüz ifadesinde özellikle çalışırken derin bir mutsuzluk ve umutsuzluk seyirciyi etkisi altına alıyor; poz verecek halleri olmadığından gerçeğin ta kendisiyle karşı karşıya olduğumuzdan şüphe etmiyoruz.
Alt kastlardan gelmeleri ve eğitimsiz olmaları onları hayat mücadelesinde güçsüzleştiriyor, saf ve temiz yürekleri perdeden taşıp seyirciyi fethediyor.
Yönetmen Makineler'den yola çıkarak belgeselciler için, kazalara, tesadüfen gerçekleşebilecek sürprizlere açık olma öğüdünü vermiş. "Mümkün olduğunca rastlantısallık ve kaosun hâkim olabileceği şartları hazır edin". Filminde yakaladığı başarı, mevzubahis formülün etkinlikle kullanıldığı muhtelif emsallerden müteşekkil.
Zaman
Rahul Jain bir röportajında "Resim hakkında konuşmayı ressamlara, gitarlar ve sound konusunu müzisyenlere bırakalım. Bence filmle uğraşanların sinemanın öncelikli özelliği olarak zamandan bahsetmeleri lazım" diyor. "Zamanı nasıl algıladığımız konusundaki çeşitli biçimler hakkında düşünmemiz gerekiyor…"
Filmiyle bizi Hindistan’ın tekstil fabrikalarındaki vardiyaların bitmez tükenmez zamanına taşıdığı kesin.
Aklıma filmde kumaş balyalarının üstünde birer ceset gibi uyumakta olan işçiler geliyor. Kokusunu tasavvur etmekte zorlanmadığımız fabrikada, katlanılması zor şartlarda çalıştıklarına şahit olduğumuz işçiler için sanki tek huzura erdikleri anlar o dakikalar oluyor…
Mütemadiyen akmakta olan bir kumaşı sağ eliyle yönlendirirken, sol eliyle makinenin bir köşesine tutunup uyumamaya çalışan çocuk için geçmeyen zamana ne demeli? Açık tutmakta zorlandığı göz kapakları sık sık kontrolünün dışına çıkarken, başı düştüğünde aniden kendine gelip belki kameranın karşısında içinin geçmiş olmasının motivasyonuyla gözlerini ancak birkaç saniye açık tutabiliyor.
Belgesel estetiği
Zhao Liang'ın Behemoth belgeselinden beri seyrettiğim en çarpıcı sanayi ve emek sömürüsü filmi Machines
insanlığın dramına bir kez daha dikkat çekiyor. Kötümser bir bakış açısıyla, dünyalılar hayatta kalabilmek için yarattıkları düzenin kurbanı oluyorlar. Kıvılcımların agresif parıltılarıyla başlayan film, tekstil fabrikasının kürek dolusu atıklarının yakıldığı fırının ateşiyle sona eriyor. Kaynaklar kullanılıp verimliliğini yitirdikten sonra yok edilirken aslında gezegen kendini tüketiyor, insanlık yangına körükle giderken kendi cehennemini oluşturuyor.
Filmde birbirinden estetik görüntülerin dramatik manzarayla tezatı sarsıcı. Muhteşem kompozisyonlar, zarafeti tartışılmaz ışık yönetimi, İtalyan Rönesans sanatının chiaroscuro (ışık gölge) tekniğiyle hakkı verilmiş renkler...
Bürosundaki rahat koltuğunda kameraya konuşan besili patronun ağzından inciler biteviye dökülürken, fabrikanın yüksek katlarından bir konteynıra belirli aralıklarla düşen dev kumaş balyalarının gümbürtülü görüntüleri...
Bir merdaneden, şelaledeki su gibi akmakta olan şeffaf kumaşın arkasında duran mahzun bir yüz…
Tıkır tıkır işleyen bir metronom eşliğinde sanayinin derin dehlizlerinde karşı konulmaz bir yolculuk! (ÇT)