Radikal gazetesi yazarı Cüneyt Özdemir, cezaevi koşullarıyla ilgili bir duyarlılık göstererek, bugünkü köşesini Silivri Cezaevi'ne ayırmış, iyi de etmiş.
Ergenekon davasından tutuklu Tuncay Özkan'ın "Hapiste Yatacak Olana Öğütler" isimli kitabından yola çıkarak, hapishanedeki yemeklerin yenemeyecek kadar kötü olduğundan, çamaşır makinesinin yasak olmasından, yazılarını elle yazmak zorunda olmalarından, mektuplar ve kitaplar üzerindeki katı denetimden, hücrelerin soğukluğundan bahsetmiş.
Yazısının sonunu da, "bu muamele yazıktır, günahtır, ayıptır" diye bağlamış.
Aslında, yazısının altındaki kutuda İzmir F Tipi Cezaevi'yle ilgili başka bir yazı olmasaydı, "Tabii tüm cezaevleri ve özellikle F tipi cezaevleri, başta tecrit olmak üzere kötü muamelenin sürdüğü insanlık dışı mekanlar ama yine de konunun tek kişi üzerinden (ya da tanınan insanlar üzerinden) gündeme gelmesi güzel, bu da bir adımdır" deyip geçecektim.
Yapamadım.
Özdemir, dün bianet'te de yayınlanan "İzmir F Tipi Cezaevi'ne verilen kalite ödülüyle" ilgili haberi, sanırım biraz da yanlış anlayarak, İzmir'i "ideal hapishaneye" örnek göstermiş. Ajansta gördüğünü söylediği haberi, ben de görmüş ancak konuya bu kadar "iyimser" yaklaşamamıştım.
Çünkü, tecridi, cezaevleri koşullarını, mahkumların yaşamak zorunda bırakıldığı koşulları, Tuncay Özkan'la öğrenmedim. İzmir'den gelen kötü haberler zaten hafızamdaydı, yine de baktım önceki yazılanlara, haberlere, açıklamalara. Yetinmedim, bahis konusu cezaevine dün sabah görüşe giden Avukat Oya Aslan'la konuştum, "İzmir'in diğerlerinden farkı, duvarlarının boyalı olması" dedi. Ve bir kez daha gördüm ki: Batı cephesinde hiçbir şey değişmemiş.
Tecrit, kötü muamele, mektup sansürü, ziyaretçi ve kitap yasağı... Sürekli söylediğimiz, belki de pek az kişinin duyduğu hapishane koşulları aynen yerinde duruyor. (Konuyla ilgili haberler için, yazının sonundaki kaynaklara bakabilirsiniz)
Çapacı'nın akıl tutulması
Özdemir'in yazısında "örnek gösterdiği" Cezaevi Müdürü Ayhan Çapacı'nın demeci de evlere şenlik.
Mahkumu "rehabilite etmekten" bahsediyor. Kim, kimi, nasıl, ne yönde "rehabilite etme" hakkına sahip? Devletin görevlileri, hapishanedeki mahkumlardan daha mı yetkin "hayat" konusunda? Neyse, bu da ayrı ve uzun başka bir yazının konusu.
Çapacı'nın "Kamu vicdanını rahatsız etmeyecek iyileştirmeler yaptık" sözü de niyetini açık ediyor zaten. Belli ki, hapishane koşullarının insanca olmasının kamuyu rahatsız edeceğini düşünüyor.
Üretken mahpus konusu da ayrı ve uzun bir tartışma. Mahkumların ucuz işgücü olarak kullanılması konusuyla ilgili şu linkteki haberde ya da ABD hapishane sisteminde fazlasıyla bilgi var.
"Ceza içinde ceza"
Niyetim Özdemir'i yermek değil, hatta az önce de belirttiğim gibi konuyu bir şekilde görünür kıldığı ve "ceza içinde ceza" kavramına değindiği için kendisine müteşekkirim. Bu nedenle, Özdemir'in yazısını bir "giriş" olarak kabul edip, başta F tipleri olmak üzere hapishanelerde, yıllardır ve şimdi "aslında neler olup bittiğinden" bahsedeceğim.
Evet, tecrit başlı başına bir ceza. Fiziki koşulları, birçok insanın tahayyül edebileceğinden daha korkunç:
"Tuvalet olarak ayrılmış, kapalı ve kapısı olan bölüm hizasına yerleştirilen iki metre boyunda bir ranza, hemen onun bitişiğinde pencere var.
Pencereden kalan kısım havalandırmaya açılan kapı. Ranza kenarından 75x75 santimlik plastik bir masa ve sandalye... Ranzaya dayanan masadan sonra (volta atabilecek iki kapı arasındaki beş adımlı yeri kapatan ve ancak duvara masaya sürtünerek volta atılabilen) iki karış kadar boşluk var.
Burada bir "ömür boyu" yaşayacaksanız, zamanla çoğalacak kitaplar nedeniyle yapılan raflar, televizyon, buzdolabı gibi eşyalar odayı doldurur. Volta atacak yer de kalmaz..." (Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Cezaevi'nde olan Ali Gülmez'in, bianet'te yayınlanan mektubundan)
Tabii tecritin tek kötü yanı fiziki koşulları değil, verdiği psikolojik ve fizyolojik hasarlar bundan da büyük: Duyma ve görme bozukluğu, konuşma yetisini kaybetme, düşünme yetisinde bozukluklar, aynı konuya uzun süre odaklanamama, kelimeleri unutma, duyguların körelmesi, ölümcül olanlar da dahil birçok hastalığa açık hale gelme, olur da dışarı çıkarsanız sosyal yetilerin de kaybolduğunu fark etmek...
Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler, yaşayanların anlattıkları bunda kat kat fazla ve dinlemesi bile zor. Türkiye'ye F tipi tecridin nasıl "getirildiği" ise, "Hayata Dönüş Operasyonu" diye başlayan başka bir yazının konusu zaten.
Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), Nisan 2001'de yayınladığı raporda, operasyonun ardından tecritle ilgili şunları yazdı:
"UAÖ, küçük grup izolasyonu da dahil uzun süreli izolasyonun mahkumların fiziksel ve ussal sağlığı üzerinde ciddi etkiler yaratabileceğine ve kendi içinde zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza teşkil edebileceğine inanmaktadır. Ayrıca, mahkumlara işkence ve kötü muamele yapılmasını da kolaylaştırabilir."
Özdemir'e, tecridin aslında ne olduğunu, başladığı yerden, Almanya'dan anlatan ve meslektaşı Ruşen Çakır'ın çevirisiyle "Kızıl Ordu Fraksiyonu, Batı Avrupa'da Şehir Gerillası" ismiyle yayınlanan Anne Steiner ve Loic Debray imzalı kitabı tavsiye ediyorum. Kitapta, Ulrike Meinhof'un hücrede yaşadıkları ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Keza, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Güçlü Sevimli'nin yazdığı ve F tipini dünden bugüne anlatan "Hayata Dönüş Operasyonu, Koğuştan Hücrelere" isimli kitap da iyi bir başlangıç olur.
Yine bir meslektaşımız, Ahmet Şık'ın, Tuncay Özkan'la aynı hapishaneden, Silivri'den yazdığı samimi mektubu da en azından fiziki koşulları anlayabilmek isteyenler için küçük bir rehber niteliğinde.
Türkiye uzun tutukluluk sürelerini, Ergenekon davasıyla fark etti. Kötüden örnek olmaz ama umuyoruz ki hapishane koşulları da bu vesileyle gündeme gelir, en azından "bilinir" olur. Çünkü Özdemir'in söylediği gibi bu muamele, hem "yazıktır, günahtır, ayıptır" hem de insan haklarına aykırıdır. (AS)
---
İzmir ve diğer bazı F tipi hapishanelerle ilgili bianet'ten bazı kaynaklar:
* "Cezaevlerinde Nöbetleşe mi Uyunuyor?"
* "Cezaevindeki Şiddetten Haberdar mısınız?"
* "İzmir Kırıklar Cezaevi'nde İki Tutukluya İşkence"