Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aylardır beklenen İstanbul için o çılgın projesini açıklarken önce hayal kurmanın önemini anlatmaya başladı. Sonra peşinden şiirler geldi. Ardından da yaklaşık 17 yıl önceki İstanbul sorunlarını anlatarak neler başardıklarını anlatmaya devam etti.
17 yıl önceki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile hesaplaştı. Sanki, 17 yıldır İstanbul güllük gülistan. Sanki yerel seçimlerdeyiz ve Başbakan, İstanbul Belediye Başkanlığına aday.
En çok ağzımızın açıldığı husus, Üçüncü Köprü konusu idi. 1998'de Üçüncü Köprüye kendisi karşı dururken bugün karşı olanları aşağılaması anlaşılır değil.
Başbakan, Üçüncü Köprü için diyor ki "İnsan eksenli bakmadılar, ideolojik baktılar".
Evet, öyle, konu ideolojik ve bunun için ideolojik baktık ve de insan kandırmadık. Dün karşı durup bugün savunmuyoruz. Oysa Başbakanın "insan merkezli bakmak"tan anladığı sanırım kandırmaktan geçiyor.
Başbakan "Bu kentler ülkemize yakışmıyordu" dedi. Yarattıkları yakışıyor mu? Bu gidişle, önümüzdeki süreçte üniversitelerin sosyoloji ve psikoloji bölümlerinin temel tez konusu TOKİ olacak. Konut ve duble yol üzerinden ekonomiyi döndürmeye çalışıyorlar. Faturayı çocuklar, gelecek ödeyecek.
Neyse kalbimiz korkuyla çarparak dinlemeyi sürdürdük. Ve Başbakan projeyi açıkladı. Projenin adı "Kanal İstanbul". Bu proje ile iki yarımada ve bir ada olacakmış. Karadeniz'den açacakları bir kanalla, İstanbul'un Avrupa yakasını bölerek iki yarımada ve bir ada yaratacaklarmış. Etüt çalışmaları iki yıl sürecekmiş.
Başbakan, olası olumsuzluklara karşı projenin yerini ve maliyetini açıklamadı. Ancak Karadeniz ve Marmara arasına yaklaşık 45-50 kilometre uzunluğunda bir kanal yapılarak Panama, Süveyş kanalıyla kıyas dahi kabul etmeyecek, yüzyılın en büyük projelerinden biri olacağını söyledi.
Tabii kanalın neden gerektiğini, bir enerji ve ulaşım projesi açısından önemini de anlattı. Projenin şehircilik, biyoçeşitlilik, tarihi alanların korunmasında da rolü olacağını söyledi. Ayrıca yeni bir cazibe alanı olacağını ve havaalanı gibi yeni kentsel donatı alanların da yapılacağını belirtti.
Kanal projesi, İstanbul boğazının cazibesini de arttıracakmış. Kanal'daki su akıntısı, İstanbul'da bir su sorunu yaratmayacak, çevresel alana zarar yaratmayacakmış. Tarım alanlarına, ekolojiye zarar vermeyecekmiş. Kanal, cazip yatırım alanları yaratacakmış.
İki yıl boyunca etüt çalışmaları yapılacakmış. Çok sayıda bilim insanı görev yapacakmış. Etüt çalışmaları sırasınca her türlü katkı alınacak, sivil toplum kuruluşları ve uzmanlarla birlikte çalışılacakmış. Ağırlıklı hazine arazileri kullanılarak projeye gerçekleştirilecekmiş.
Projenin dayandığı gerekçe, enerji ve ulaşım. Enerji ve ulaşım yolları İstanbul'dan geçirilerek kalkınma hedefleniyor. Ticaret ve ulaşım yolları geliştirilerek kalkınma sağlanması, Osmanlı'nın kalkınma politikası olarak da konuşulur.
Örneğin İpek yolunun, Baharat yollarının Osmanlı sınırlarından geçirilerek kervanların konakladığı alanlarda ticaret merkezlerinin yaratılması ile kalkınmanın sağlandığı vs.
Merkezi idare proje hazırlayıp karar alabilir mi?
Bugün de petrol, doğalgaz gibi enerji kaynaklarının, tankerlerin geçtiği yollar yaratıp kalkınmak isteyen bir hükümetle karşı karşıyayız.
Burada tartışmamız gereken kalkınma dediğimiz olayın bu türden projelerle ne kadar sağlanıp sağlanamayacağı? Kazanacaklarımızla kaybedeceklerimiz arasındaki hesabı yapmamız gerekiyor. Bu doğru bir yatırım mıdır?
Başbakan çılgın projesini, ikinci bir boğaz geçişi olacak olan Kanal İstanbul adı altında anlattı. Burada eleştirilecek, söylenecek çok konu var. Zamanla tüm kent uzmanları çeşitli yayınlarda değineceklerdir.
Projenin ekolojik tahribat yaratması da şehircilik açısından yanlış bir karar olması da yazılacak, konuşulacaktır. Ama Başbakan'ın hiçbir şekilde değinmediği, karar süreçlerine dair problemleridir.
İstanbul kentinin -beğenelim beğenmeyelim- bir belediye yönetimi ve bu yönetiminin kararları ve uygulamaları var. Ve de şehir planları söz konusu. Bu kararlarda da planlarda da bu çılgın proje yok. Ve Başbakan, merkezi idare böyle bir projeyi geliştirip kararı alabiliyor.
Kanal İstanbul projesi çerçevesinde tartışacağımız ilk şey hukuk ve demokrasidir. Nasıl bir karar alma sürecinin ürünü olarak böyle bir proje karşımıza çıkıyor?
Başbakan'ın yaptığı sunumda açıklaması gereken en büyük husus budur. Hangi kanuna, hangi kamu yönetimi işleyişine istinaden böylesi bir proje geliştirilmiştir?
Bu projenin koruma kurulu kararlarına, uluslararası sözleşmelere, mevcut planlara aykırılıkları nasıl çözeceklerini bize anlatmalıydı?
Sonra tek tek tarım alanlarına zarar verip vermeyeceği, tarihi ve doğal güzelliklerine zarar verip vermeyeceği, şehircilik açısından önemini konuşabiliriz.
Bu şekliyle projenin tek amacı mevcut siyasi iradenin, İstanbul'a yeni yatırım alanları açarak yeni sermayedarlar yaratmak ve kendi iktidarını devam ettirmekten başka bir sonuç doğurmayacağı açık.
Kanal İstanbul projesi karşısında gördüğümüz tek çılgınlık, mevcut siyasi yapının, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının bu çağda bu yüzyılda hala demokratik bir kamu yönetimini inşa edememiş olmasıdır. Hangi ülkenin başbakanı çıkıp şehriyle ilgili bir proje öneriyor, bilmiyoruz. (İP/BB)