Savaş gazeteciliği yapmak için savaş zamanını beklemek gerekmez. Ya da "savaş gazetecisi" savaşı beklemez. Hele Türkiye gibi 30 yıldır devam edip de, 30 binden fazla insanın ölümüne neden olan "Düşük yoğunluklu savaş"ın devam ettiği bir ülkede, savaş gazetecisi için çok malzeme vardır. Nasılsa, savaşa dair her şey, barışa dair her şeyden daha çok haber değeri taşır (!); gazeteci için de "banal milliyetçiliğin" arkasına takılmak çok kolaydır.
Sözü getirmek istediğim yer şu; Hürriyet gazetesi muhabiri "Tek atışta MİG vurdum" diye bir haber yapmış.
Önce, herhalde dün gece, kendi ülkesinde dökülen kanı durdurmak için, daha çok kan akıtmaktan başka bir şey yapmazken "Suriye'de Esed'in döktüğü -ancak Hükümet'in de muhtemelen" el altından verdiği destekle sorumlularından birisi olduğu- kanı diline dolayan Türkiye, sonunda sınır ihlali yapan bombalara, savaş uçakları ile karşılık verdi de, yine skor sayılıyor diye düşündüm.
Hayır New York'tan bildiren Hürriyet gazetesi muhabiri Rıza Canikli'nin haber başlığı bu. Başlık altı ise şöyle; Türkiye'nin 16 milyar dolar ödeyerek 100 adet almayı planladığı F-35 savaş uçağının simülatörünü ilk kullananlardan biri Hürriyet muhabiri oldu. Razi Canikligil, 'Elektronik Savaş Sistemi'ni denedi. Arkasından haber, "gelecek 30 yıl boyunca", "göklerin tek hakimi" olması beklenen, F35'lere dair bir çok teknik detay, methiye ile devam ediyor...
Rıza Canikli, hızını alamıyor; "...deneyimli uçuş eğitmenlerinin gözetiminde F35'i gerçek kokpit simülatöründe kullanarak, Rus yapımı MIG uçakları ile çarpıştık, bir askeri havaalanını bombaladık, yer hedeflerini vurduk" diye devam ediyor.
Bu noktada bir de, "ben"den aniden nasıl "biz"e geçildiğine de dikkatinizi çekerim. Öyle ya, "karşımızda Ruslar var" -oysa soğuk savaş bitmemiş miydi!- ve tek gazeteci başına olmaz...
Dolayısıyla tıpkı "Sınırlarımızı deldirmeyiz", "Tükrüklerimizle boğarız", "Türkiye 80 bin askerle girecek" başlıklarında olduğu gibi, kendisini savaş ya da barış zamanı farketmeksizin "ordu-millet-devlet" üçlüsünün bir neferi sayan gazeteci geleneğinin anlatısı devam ediyor. Ama artık belki daha "sofistike" olmuş gazetecilerle ve anlatılarıyla.
Çünkü ortada, Genelkurmay'ın davetiyle asker üniformalarını giyip, helikopterlerle "cephe"yi teftişe giden, "Cephede bir Sırp da ben vurdum" diye başlık atan, Kardak/İmia diye bilinen keçilerin adasına Yunan bayrağını indirip de, Türk bayrağı diken, "Bölücübaşı Apo'yu almaya gidiyorum" diye başlık atan gazeteciler de* -en azından bir kısmı diyelim- günümüzün savaşlarının koşullarına uymuş durumdalar.
Savaşa teknik simülasyonla katılıyorlar....
Dolayısıyla artık demek ki bir de, "F35'i gerçek kokpit simülatöründe kullanarak, bize savaş pilotu olmanın artık çocuk oyuncağı haline geldiğini, bilgisayarında savaş oyunları oynarken duyduğu hazla anlatan acar oğlan çocuğu halli bir gazeteci tiplememiz var....
Oysa biz Birinci Irak İşgali'nden beri ve Baudrillard'ın yazdıklarından biliyoruz ki, zaten savaşın yerini artık simülasyonu almış durumda.
Hatırlayalım Baudrillard'ın dediklerini şimdi; ona göre simulakrum kültürünün egemen olduğu günümüzde, ya da "hipergerçek çağı"nda, "gerçek savaş" ile "simülasyonu" arasında fark kalmamış, ikisi arasındaki ayrım çökmüş durumda. Yani gerçeğin nerede imgeselin nerede başladığı ve bittiği anlaşılamayacak halde, ya da aralarındaki ayrım içten çökmüş durumda.
Yoksa başka nasıl anlatabileceksiniz "insansız hava araçlarının sağladığı görüntüler" üzerine sınırda bir hareketlilik farkedildiğinde -bir diğer F'li olmalı- savaş makinalarından yağan bombalarla Roboskili 35 yarısı çocuk canın ölümünü.
Ayrıca, yine barış gazeteciliği kavramını ve kuramını geliştiren ilk isimlerden olan Johan Galtung'dan biliyoruz ki; "Bütün tarafları insanlaştıran, bütün silahları olumsuzlaştıran" barış gazeteciliği karşısında, "biz-onlar" haberciliği yapan, "bizimkiler"in neferi gibi çalışan savaş gazeteciğinin anlatısında savaş makinalarının büyük bir cazibesi vardır ve adeta onlara tapınılır.
Yani "örnek" haberimizde olduğu gibi F-35'lerin maharetleri uzun uzun sayılarak, "gerçek kokpit simülatörü" içinde "tek atışta bir MİG vurularak" duyulan haz hiç de masum değildir, bütün bu fallik oyuncakların temsil ettikleri üzerinden bir güç/iktidar tapınıcılığıdır.
Özetle bu savaş gazeteciliğidir ve bu "düşük yoğunluklu savaş" adıyla tarif edilerek şiddeti azlaştırılan ancak bildiğiniz "iç-savaş" halindeki; son üç seçimdir kazandığı "aynadaki" surete bayılan bir Hükümet marifetiyle bir bir bütün komşularına dayılanan; buna da zaten her zaman hazır ve nazır olan "banal milliyetçiliğin" desteğini alan bir ülkede, bu tür gazetecilik hep çok tehlikelidir.
Bu arada, "örnek haber" (!) altı yorumları da okuduğunuzda -muhtemelen hemen hemen hepsi de erkek olan- yorumcuların, bu acar gazeteci hazzını, sayılan başka teknik maharetler ya da eksiklikler üzerinden nasıl paylaştıklarını da görüyorsunuz.
Şu örneğe bir bakın; "bu aletleri pilot değil yazılımlar uçuruyor. abd, ab, yunan&rum ya da ermenilerle savaşa girildiğinde direkman saf dışı kalırlar. bunu en saf vatandaş bile biliyorken genelkurmayın ve hükümetin bilmemesine imkan yok. ülkenin milyar dolarlarını havaya atıyorlar. yazık günah. durdurulmaları gerekir". [yazı aynen alınmıştır].
Demek ki, bütün bu savaşı ve savaş severliği sofistike etme çabası içinde, "günah" olan "gerçek" neymiş?; (tekrarlamak pahasına), F-35'lerin ABD, AB, Yunan&Rum, Ermenilerle savaşa girdiğimizde işe yaramayacak olmaları...
* Örnekleri hatırlamak için bkz.: haber.sol.org.tr
** Sevda Alankuş, Prof. Dr., İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi
*** Çizim Banksy