"...İyi bir öğrenci değildim. Hepiniz dünya çapındaydınız. Devler savaşı yapıyordunuz. Herkesin gözüne bakmak zorunda olduğumu sanıyordum. Savaş bitsin istiyordum; fakat anlaşmaya hiç niyetiniz yoktu. Sizleri izlemekten yorulmuştum. Acaba şimdi ne yapacak? Bu söze kızdı mı? Düşünür dururdum. Sonra kendimi teselli ederdim: Onlar kendi başlarının çaresine bakarlar. Oyunlarınızı heyecanla seyreden saf bir seyirci gibiydim.
Edebiyatseverlerin 'bir kitap okudum tüm hayatım değişti' nidalarına yol açan, nevi şahsına münhasır usta Oğuz Atay böyle diyordu. Benim ise daha çok başucu yazarlarımın ası, dünyayı normalleştirme çabamın miri, 'bat dünya bat' ile Tutunamayanlar'ımın mottosu, içimin 'en' garip-yalnızlığıydı Oğuz Atay.
Bundan sebeptir ki bu yazıda daha bir yalnız, daha bir naif dökülüyor harfler. O yüzden öncesinde biraz kasarak, sonrasında kelimelere hüküm geçirmeye çalışarak ve sıfatı en efsunlu köşesinden yakalayarak, oturdum bu yazının başına. Dile kolay hayat(lar)-ı bana tersten okutan 'en' yazarımın bir eserini şimdi tiyatro sahnesinde izleyecektim.
Turgut Özben ve Selim Işık'lı 'Tutunamayanlar', Hikmet Benol ve Hüsamettin Albay'lı 'Tehlikeli Oyunlar', emekli tarih öğretmeni Coşkun Ermiş'li 'Oyunlarla Yaşayanlar', beyaz montlu adamlı 'Korkuyu Beklerken', Mustafa İnan'lı 'Bir Bilim Adamının Romanı', 'canım insanlar' diye başladığı Günlük ve Server Gözbudak'lı Eylembilim. Bu kitaplardan birine dalmadan çok da anlam kazanamayacak benim bu yazıdaki Oğuz Atay heyecanım.. O yüzden naçizane, benden rotası; bu aralar kendinize bir güzellik yapın ve üç günlük dünyada iki lafın belini bu kitaplarla kırın. Pişman olmayacaksınız!
'Siz bilmezsiniz albayım: insanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu' cümlesiyle beyin loblarını sarsan, (Tutunamayanlar'ı bitirdikten kısa bir süre sonra yazdığı) Tehlikeli Oyunlar'ın Hikmet Benol'u şimdi ete kemiğe bürünmüş sahneden selamlıyor biz fanileri.
Bir sahne düşünün, dekorsuz ve müziksiz! Sahnenin ortasından sarkan ise bazen deniz, bazen insan kıvamında sadece iki salıncak. Ortada endam eden ise pijamalı-hırkalı bir adam; nam-ı diğer, hikâyemizin kahramanı Hikmet Benol. Ve karşınızda akıllara zarar bir performans. Tek kişilik oyunlar bazen sancılı bir atmosfer yaratabilir. Ki Oğuz Atay'ın eserinden bahsediyoruz, bu bakımdan oyunun tanıtım metninde yer alan; 'Her büyük romanda en az bir tane tek kişilik oyun gizlidir' ibaresi, oyun bitiminde başınızı döndürecek türden bir etki yaratıyor.
İTÜ Maçka Kampüsü, İşletme Fakültesi Tiyatro Salonu'nda boş alanda; yaklaşık üç saat boyunca stand up'a durmadan, oyunculukla ilgilenenler için bir ders niteliğinde, böylesine çetrefil bir romandan çevirme bir oyunu şahane bir aktarımla, biz izleklere sıkılmadan izlettiren ise (bir kenara not etmeyi es geçmeyin) 2001'de kurulan Seyyar Sahne'den Erdem Şenocak.
"Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor"
"Ben, Pierre Riviere" (tam da yerine gelmişken meraklısına küçük bir de not: Seyyar Sahne'nin ilk kez 2006'da sahnelediği "Ben, Pierre Rivière", şimdi yeniden sahnede. Seyyar Sahne, daha önce kaçıranlar için enfes bir performans çıkarmış yine. Oyun, İTÜ Maçka Kampüsü İşletme Fakültesi Tiyatro Salonu'nda, ocak ayında sadece 3 defa sahnelenecek, benden duyurusu!) oyunundan hafızalara sükun eden Şenocak, şimdi Hikmet Benol ile tüm izleklerin içine ve dışına, labirenti keskin bir yolculuk yaptırıyor. Roman uyarlamalarında bugüne dek sönük kalan memleketim tiyatrosu, bu oyundan sonra konuyu yeniden masaya yatırıp düşüneceğe benziyor.
Şenocak, hayatla oyun arasındaki sınırı kaldırarak kendisinin, toplumun ve yeryüzünün sorunlarını oyun içinde oyun yaklaşımıyla irdeliyor. Sekiz aylık bir tahlil-çalışmanın sonunda yeniden doğan Tehlikeli Oyunlar; Erdem Şenocak, Oğuz Arıcı ve Celal Mordeniz, kısaca Seyyar Sahne'nin alkışları ayakta hak eden bir seyirliği.
Seyyar Sahne, romanın içinden bir ses yakalamış. Sesin peşinden giderek onu oyuncunun bedenine taşımış. Oyuncunun bedeninin üzerinden de bütün bir mekâna yaymış ve bedeninin tüm parçalarını kişiselleştirmiş.; artık eller, ayaklar ve parmaklar birer birey.. Oyun ilerledikçe de bu parçalar tüm koordinasyonunu kaybediyor ve kendi bağımsızlıklarını kazanarak "hem keramet sahibi, hem de birey" Hikmet Benol'un delirmesine eşlik ediyorlar.
Bu delirmenin ince saz ayarında; varoluş mücadelesinin diyalogdan monologa ve tanrıcılığa uzanan engebeli anlatımı, Şenocak'ın karamel tadındaki oyunculuk performansıyla da ortaya seyrine doyulmaz bir tiyatro çıkarıyor.
"Öyle bir çıkmazdır ki düzenden yana olanın da, düzene karşı olanın da aynı sularda çırpınmasıdır. Haksız olana karşı çıkanın da haksız olduğu ortamdır. Kişilik kazanamamış bir yarı aydınlar ortamında kimsenin yarım yamalak düşünce ve duygu "müktesebatı"nı (kazanılmış bilgi) irdelemeye, kendi, edimleri ile hesaplaşmaya niyeti yoktur çünkü. Herkes kendinden o kadar memnundur ki bütün endişesi esnaflığın nasıl süreceğidir, dükkanda mal eksik olmasın, reklam da iyi yapılsın yeter..."
Ustanın bu tanımlamalarının üstüne ne söylesek 'kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor' dediği gibi havada parande atıp, üzerimize geri dönebilir. O yüzden (albayım) tüm bu beylik çırpınışlarımız; insanın dünyayla münasebetini daha tayin edemediğinin işareti olsa gerek! Hamdık, piştik, olduk, dibimiz tutmasın mahlasında gezinirsek... Kutsanmış kalelerin ve tabuların diyarında; benim içime bugünlerde çok sayıda Oğuz Atay kaçtı diyorum ve sizleri de Seyyar Sahne'nin güzergâhıyla baş başa bırakıyorum: www.seyyarsahne.com (Oyun rezervasyon : 0531 696 41 09) (BM/BB)