Hücredesin,
Zaman gece,
Doğadan yana her şey kör ve sağır,
Tabut yalnızlığında sınanır sabrın…
F tipi hapishanelerle birlikte, tecridin hastalık ürettiği ve ölüm sebebi olduğu çeşitli biçimlerde gündeme getirildi. 19 Aralık 2000’de katliamla açılan F tipleri, öldürmeye devam ediyor. Son olarak, 21 yıl boyunca tutsak kalan, tedavisi geciktirilen ve ancak durumu ağırlaştığında tahliye edilen Abdulsamet Çelik yaşamını yitirdi.
İHD’nin “Devlet yetkilileri hastalığının gün geçtikçe geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini fark ettikleri halde ve bu konuda defalarca başvuru yapmamamıza rağmen 2006’dan 26 Haziran 2013 tarihine kadar ağır hasta mahpus Çelik’in tahliyesini engelledi,” biçimindeki ifadesi, F tipi gerçekliğini de Abdulsamet Çelik’in hastalık ve ölüm sebebini de özetliyor.
Tecrit, sınıflı toplum tarihi kadar eskidir
Tutsaklık, çeşitli dillerde kapatılma, daraltılma, sıkıştırılma anlamlarına karşılık düşer. Bunun sınıflı toplum tarihi boyunca binlerce çeşidi olmuştur. Sınırlı sayıdaki sosyalist örnekler dışında hemen tüm uygulamalar, “iyileştirme” değil ezme, sindirip yıldırma amaçlı olarak tasarlanmıştır. Ve hemen her dönem, tutsaklığa işkence eşlik etmiş, pek çok örnekte tutsaklığın bizzat kendisi işkenceye dönüşmüştür.
Hücreye koyma, hayvanların kapatılmasına benzer bir uygulamadır. Nitekim uygulayıcılar belki de bunun bilincinde olarak dönem dönem mahpusları, hayvanlar için yapılmış at ahırları vb. yerlerde tutmuş veya fare, böcek vb. ile beraber yaşamaya mahkûm etmiştir.
Dünya ölçeğinde egemenlerin ezilenlere karşı birliği, sermaye ortaklaşmasıyla sınırlı kalmamış, birbirine sınıflar mücadelesi tecrübesi, zindan ve işkence pratiklerinden sonuçlar da aktarmıştır. Tıp dahil bilimin imkanları, ilaçlar, teknoloji vb. insanların etkisizleştirilmesi, teslim alınması amacıyla kullanılmış, bu tecrübeler de giderek boyutlanmış ve bugüne dek taşınmıştır.
F tipi, tarihte zindan evriminin son halkasıdır
F tipi, onu önceleyen ve adeta bir laboratuar olarak kullanılan tüm deneyim ve birikimlerden süzülerek biçimlendirilmiştir. Ne var ki inceltilmiş halde de olsa, çıplak zora dayalı önceki örneklerden öz itibariyle farklı değildir. Anımsanacak olursa F tipleri henüz yapım aşamasındayken, içine siyasi tutsakların değil, “psikopatların” konacağı söylenmiş, kendine veya başkasına zarar verebilecek mahpusların cezalarının tek başına infazı için kullanılacağı imajı verilmişti. Psikopatlık tartışması bir yana, hücrenin, yalnızlaştırmanın sebep olacağı ruhsal ve giderek fiziksel sorunlara, uygulayıcının vakıf olduğu, yaşananların (hastalık, ölüm vb.) yeni olmadığı, pek çok örnekle sabittir.
Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah’ında tutsak Julien, “Yalnız yaşamak!.. Ne azap!..” diye ifade eder bu durumu. Aynı romanda, “Zindanın kötü havası etkisini gösteriyor, Julien’in düşünme gücünü azaltıyordu,” ifadesi, tecridin düşünsel boyuttaki etkilerine dair sadece bir ipucudur. Çünkü bugünün hapishanelerine binlerce yıllık tecrübe içerilmiştir.
Suç ve ceza çok karmaşık bir olgudur. Ne var ki “suçlu”yu yok etme veya muhalifi suçlu ilan etme, ezenlerin iktidarlarının her dönem ortak özelliği olmuştur. Bugün “tredman” diye güncellenen olgu, gerçekte “ıslah etme” adı altında insanın fikri ve ruhsal kolunu-kanadını kırma olayıdır. Bu bağlamda F tipinin hastalık üreten bir ortam olması veya ölümlerle sonuçlanan hastalıklar, bu zemini tasarlayanlar için ne sürprizdir ne de sorundur.
F tipi, tecridin yoğunlaşmış biçimidir
F tipinde tecrit ve yalnızlaştırma öylesine yoğunlaştırılmıştır ki hapishanenin fiziği de yönetmeliği de tutsakların hücreden çıkartıldıkları (avukat, aile ziyareti vb.) özel durumlarda dahi birbirleriyle karşılaşmalarına imkân tanımayan biçimde tasarlanmıştır. Bu durumu, ağırlaştırılmış müebbet cezası alanlarda çok daha net biçimde gözlemek mümkündür. Onlar, “F”nin içinde ikinci bir “F”ye kapatılırlar; adeta zindan içinde zindan yaşarlar.
Yönetmeliğin, tutsağın ruhsal dünyasını da hedefine koyduğu, pek çok örnekle sabittir. Örneğin ağırlaştırılmış müebbet mahkûmu, açık görüşte diğer tutsaklardan farklı olarak iki kişiyle aynı anda görüşemez. Ziyarete anne ve babası gelmişse, önce biri alınmakta, diğeri dışarıda bekletilmektedir. İlk giren çıktıktan sonra geriye vakit kalırsa ikincisi alınmaktadır. Bu boyuttaki bir sosyal an’ın/ilişkinin çok görüldüğü, engellenmesinin önemsendiği bir planlamadır söz konusu olan. Böylece tutsağın sadece kendisi değil, dışarıdaki yakınları da, sadece bedeni değil yüreği de tecrit edilmiş olmaktadır. Bu bağlamda düşünüldüğünde Kürtçede tutsaklığın karşılığı olan “dilgirtin” kelimesinin “yüreğin kapatılması” anlamına gelmesi de bir tesadüf olmasa gerek.
Kısacası idam cezasının yerine ağırlaştırılmış müebbet cezasının, tutsaklarca “yavaşlatılmış ölüm” veya “zamana yayılmış idam” olarak tanımlanması boşuna değildir.
Tecrit yalnızlaştırmadır; ruhsal ve ideolojik kuşatmadır
Sanıldığının aksine tecrit, sadece fiziki kuşatma değildir. Ruhsal ve ideolojik kuşatma da söz konusudur. Tutsak, adeta moral geçirmez duvarlarla çevrilidir. Bu nedenle abartısız söylemek gerekirse, tecrit bir çeşit ölümdür; yaşamdan soyutlanma halidir. Tutsaklıkta tecritle beraber zaman durur. Bir içeri girilen zaman vardır bir de o an. Ortası yoktur; çünkü yaşam yoktur. Anı oluşturan bir zaman işlememektedir.
Yalnızlaştırma, “dış uyarandan” yalıtma ve an’a mahkûm etmektir. Tecritte dün de yoktur gelecek de; an vardır. Her şey yalnızlık duygusunun yaşatılması ve giderek daha yoğun biçimde hissedilmesi üzerine kurulmuştur. Beyaz, sadece bir renk değil, hiçlikle özdeş bir algıdır; algısızlıktır. Bilindiği gibi duyusuzluğa (görmemeye, konuşmamaya, işitmemeye) mahkûm etmek, Guantanamo gibi en özel işkence merkezlerinin uygulamasıdır. Bu işkenceye maruz kalan tutsağın çıldırma noktasına geldiği söylenir. İşte F tipi, bunun zamana yayılmış halidir.
Tecridin yorgunluğu, dışarıdaki yorgunluklara benzemez. Büyük oranda ruhsaldır; kimileyin umut yorulur, kimileyin beklentiler. Tecritte kişi, yokluktan bile yorulur. Bu durum ruhsal dinlenme ihtiyacını öne çıkartır. Bu bağlamda, dışarıdan içeriye uzanan empati dahil tüm ilişki kanalları tecridi kırmada büyük önem taşır. Bu, elbette mücadelenin bir boyutudur. Ama asıl boyutu, hastalar dâhil tüm siyasi tutsakların özgürleşmesi eksenli olmalıdır. (MY/ÇT)