Ali Gülmez, 2000 yılında gözaltına alınıp tutuklandı ve 2001'de Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararıyla TCK'nın 146/1. maddesine muhalefetten idam cezasına mahkum edildi. 2002'de cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürüldü. Şimdi Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Cezaevi'nde olan Gülmez, F tipi cezaevindeki hayatı şöyle anlatıyor:
F tipi cezaevlerindeki sorunun daha iyi kavranabilmesi için, ağırlaştırılmış müebbetliklerin " ölünceye kadar" hangi koşullarda nasıl yaşadığını, insansız, diyalogsuz bir ortamın kişileri nasıl etkileyebileceğini, deneyimlerden yola çıkarak anlatmak faydalı olacak.
Tek kişilik hücrelerin fiziki koşulları
Tuvalet olarak ayrılmış, kapalı ve kapısı olan bölüm hizasına yerleştirilen iki metre boyunda bir ranza, hemen onun bitişiğinde pencere var.
Pencereden kalan kısım havalandırmaya açılan kapı. Ranza kenarından 75x75 santimlik plastik bir masa ve sandalye... Ranzaya dayanan masadan sonra (volta atabilecek iki kapı arasındaki beş adımlı yeri kapatan ve ancak duvara masaya sürtünerek volta atılabilen) iki karış kadar boşluk var.
Eğer, 10 günlük hücre yaşamı için gelmişseniz, yani geçiciyseniz, eşyanız yoksa, masa sandalyeyi atabilirsiniz. İki kapı arası (en uzun mesafe) volta adımı ile dört adımdır.
Ancak kalıcıysanız, yani bir "ömür boyu" yaşayacaksanız, zamanla çoğalacak kitaplar nedeniyle yapılan raflar, televizyon, buzdolabı gibi eşyalar odayı doldurur. Volta atacak yer kalmaz.
Her türlü olumsuz koşullarda dahi yaşam üretmeye çabalayan tutsaklar spor da yapmak zorunda. Hücrede, televizyon, masa, sandalye uygun yerlere çekilerek ancak belli hareketleri yapabileceğiniz bir buçuk metrelik bir alan yaratırsınız. Tabii içerideki oksijeni de hesaplamanız gerekir.
Hava sorunu: Güneşsizlik, nem, kokular...
Havalandırmaya bakan pencerenin mimari yapısının rastgele yapıldığını düşünmek saflık olur. Kapı tarafındaki sabit pencere 42 santim.
Dolap tarafına gelen ise 29 santim ve bu küçük pencere bir karış bile açılmaz. Dolaba yaslanır. Ranza ile pencere ortasına özel olarak konmuştur dolap. Ranza tarafına 15-20 santim kaydırılsa dahi pencere açılamaz.
Hem yüksek duvar, dar havalandırma nedeniyle rüzgar direk gelmez, havalandırmada daire çizer, hem de içeride sirkülasyon yapacak yeterli alan olmaz.
Tuvaletteki fare deliği, pardon havalandırma bacasına takılan ızgara, hava sirkülasyonu amacı ile yapılmış olsa da yeterli olmaktan uzak. Yazın büyük bir bölümü, pencerede açık olmasına karşın ciddi bir havasızlık hakimdir. İçilen sigaradan çıkan duman, hücrenin orta yerinde bulut gibi asılı kalır.
24 saat yaşadığımız ve havasını soluduğumuz bu ortama, her ne kadar ayrı bir bölüm olsa, tuvalet kokusu, bazen esinti koridor tarafından esmişse yemekhanenin kokusu, sayıma gelen kimi gardiyanların tutsağa "tuhaf" gelen parfüm kokusu saatlerce hücreden çıkmaz.
Nem, içerdeki havasızlığı daha da ağırlaştırır. Düzenli temizlemeseniz, yıkamalar sonrası, hücrenin zemininde kimi yerlerde küflenme başlar. Kışın havasızlık iki üç katına çıkar. Rutubet de aynı şekilde.
Uzun süre bu ortamda yaşayacak insanların, astım, nefes darlığı gibi akciğer rahatsızlıklarına yakalanma olasılığını bilim insanlarına ayrıca danışmak gerekir.
Kışın en soğuk günlerde dahi pencere açılmak zorunda. Kendine hayrı olmayan kalorifer hücreyi ısıtmadığı gibi daha fazla soğuk olmaması için pencerenin sınırlı açılıyor olması havasızlığı da kat kat artırır.
Kapıların sürekli kapalı olması, gündüz saatlerinde hücrenin yeterince havalanmamış olması nedeniyle kötü hava, farklı kokular hücreye yapışır. Havalandırma kapısının demir aksanında biriken damlalar, dış duvardan sızan akıntılar nedeniyle nem oranı daha da artar ve süreklidir.
Kar yağdığında ya da don olduğunda, havalandırma kapısının iç tarafı, yani hücredeki bölümü kat kat buz tutar. Pencereden farklı olarak demir kapı aksanındaki buz, hücreyi "buz hücreye" çevirir.
Yukarıdaki koku, nem, havasızlık hücreye "yapışır" dedim. Kapının sürekli kapalı olması nedeniyle, gün içerisinde içeriye yeterli hava-oksijen girmediğinden duvarlar kendini temizleyemez. Nemle birlikte "hücre kokusu" duvara yapışır.
Pencereden güneş hemen hemen hiç girmez. Havalandırmanın sağ tarafındaki hücre hiç güneş görmez. Yanındaki hücre ise, mayıs sonundan temmuzun yarısına kadar sadece sabahları, o da bir saat kadar, yandan bir çizgi şeklinde pencere dibine vurur. Hücrelerin görüp göreceği güneş bu kadardır. Bu durum duvarlarda ve beton zeminin kimi bölümlerinden küflenmeye neden olur.
Banyo sonrası hücre yapış yapış neme dönüşür. Buhar ya da sıcaklık, fare deliğinden (Banyodaki hava deliği, buna fare deliği denmesinin nedeni, farenin orada hücreye girme çabaları ve bağırtıları) çıkamadığı için hücreye yönelir ve zaten hava sirkülasyonu olmadığından duvarlar, eşyalar nemi yavaş yavaş emer. Banyo sonrası akşam sayımlarında kimi gardiyanlar bile koku ve nemden dolayı rahatsız olur.
Yani birkaç saniye için!
Hücredeki tek kişilik yaşamın etkileri
Hücrede ağırlaştırılmış müebbet olarak yaşamak, aslında başlı başına incelenmeli. Siyasi tutsaklarla, adlilerin F tiplerindeki yaşamları, genel olarak farklıdır.
Adli ağırlaştırılmış müebbetliklerin siyasilerden farklı olarak infazları ölünceye kadar değil 30-40 yıl gibi bir süreye bağlanmıştır. Adli hükümlüler için bu durum en "avantajlı" oldukları konudur. Hiç bitmeyen af beklentisi nedeniyle kısmen de olsa yaşama tutunacakları en önemli (belki de tek) daldır.
Bunun dışında tecrit koşulları aynı. Her şeyle tek başına baş etmek zorunda. Ailen ve dostların ile iletişimin sınırlanması, soyutlanmışlık duygusunu, yaşamı ve olayları yorumlama ve çözüm üretmede yetersizliklerle zamanla içe kapanma, yaşam değerini yitirme ya da agresiflik, kendine ya da başkalarına zarar verme gibi onlarca farklı "normal" olmayan kalıcı kişilik dönüşümlerine neden olabilir.
Siyasi ağırlaştırılmış müebbetler açısından siyasal bilim, örgütlü yaşam, yaşama yön verme iradesi, hangi koşullarda olursa olsun yaşamın zorluklarına karşı direnme misyonu en önemli "avantajları" olur. Bunun karşısına fiziki koşullar dikilir. Dostlarından uzaklaştırılmış, tecrit edilmiş olması, havalandırma saati sınırlılığı nedeniyle çatıları duvarları aşarak "irtibat toplarıyla" iletişim kurmaya çalışmak, ziyaret ve telefon hakkının sınırlı olması gibi koşullar, tecriti artırır.
Öte yandan "tek kişilik yaşam" beraberinde belki mahkumun bile fark edemeyeceği bir dizi sorunlara kapı açar. Örneğin, 1.4x1 metrelik tuvalette lavabo, duş ve tuvalet taşı var.
Duşu, tuvalet taşı üzerinde yapmak zorundasınız. Lavabo önü kapıya denk geldiği için burada banyo yaparsanız her seferinde hücrenizi su basar.
Sular sık sık kesildiği (ve ne zaman kesileceği belli olmadığı) için kova ve leğen yedek su deposu olarak banyo musluğu altında durmak zorunda. Bir tabak dahi sığmayacak küçüklükteki lavaboda da el yıkamak bile çok zordur.
Aynı alanda bulaşık, çamaşır, banyo, tuvalet ihtiyaçlarının karşılanmak zorunda olmasının hijyen açısından sakıncaları ise açık. Hücreler, sağlıksız, hijyen olmayan koşullara mahkum edilerek bir ömür geçirilmesi için özel olarak tasarlanmış.
Hücrenin "sessizliğinde' her türlü sese duyarlılık başlar. Zamanla kulak çınlamaları, yüksek sese duyarlılık başlar. Sese duyarlılık farkında olmadan yaşamın bir parçası haline gelir.
Zamanla yüksek ses çıkarmama ya da gelen yüksek sesi etkisizleştirme yöntemleri bulunur. Diğer hücrelerdeki arkadaşları rahatsız etmemek için, televizyon ve radyo kısık sesle dinlenir, çamaşır-bulaşık en az ses ve en kısa süre ile yıkanmaya başlanır.
Bu durum zaten hareketsiz-durağan ve dar alandaki 24 saatlik yaşamı daha da daraltır.
Siyasi ideolojik birikiminiz deneyiminiz ne olursa olsun; hücre tipi yaşam ile size dayatılan yaşamın ne kadar bilincinde olursanız olun, ne kadar çözümlerseniz çözümleyin yaşamınız "tek kişiliktir." Koşulların bilincinde olan tutsaklar, kendine dayatılan izole yaşama bir direnç kurar. Bunun önceliği de kendi kimliğini korumaktır.
Tecrit hücresi sağlığı bozuyor
Ağırlaştırılmış müebbet tutsakların bulunduğu fiziki koşullar her türlü fizyolojik ve psikolojik rahatsızlığın üremesine zemin sunuyor. Sadece fizyolojik hastalıkların ne boyutlarda olduğunu görmek için, bu tutsakların hastane revir dosyalarına bile bakmak yeterli. Ayrıca her rahatsızlık için revire de gidilmez.
Akciğerden karaciğere, mideden safraya, kalp ve damar rahatsızlıklarından ağız diş sağlığından göz rahatsızlıklarına kadar tepeden tırnağa her türlü rahatsızlığın üreyip kronikleştiği bir yaşam koşulları söz konusudur. Bünyenin genetiği ile oynayacak düzeyde bir tahribat koşulları olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Hücre tipi infaz rejiminin tutsaklar üzerinde yarattığı sağlık sorunlarını ne boyutta olduğu bilinir. Tecrit yaşamı, ölümcül hastalıklar için de her türlü zemini hazırlar.
F tipinin açılma hedeflerinden biri de bireyleştirmedir. Diğer hücrelerdeki arkadaşlarla iletişim çok sınırlı düzeyde tutulur. Kimi özel dönemler ya da kışın hava koşulları nedeniyle uzun sayılabilecek süreçlerde iletişimi koptuğu da olmuştur.
Zaten tek kişilik yaşamın getirdiği bir dizi olumsuz koşullara bu iletişimsizliğin de eklenmesiyle "yalnızlaşma" duygusunu önü açılır.
Dar alanda fotokopi yaşamın etkileri
Tarihsel deneyimlerden de bilinmektedir ki, uzun süreli dar alanda hücre yaşamının getirdiği fiziki ve psikolojik etkiler mevcut. Yaşamı paylaştığımız birilerinin olmaması nedeniyle, günlük yaşam esas olarak fotokopi bir yaşamdır.
Okuma yazma, günlük zorunlu ihtiyaçlar, temizlik gibi belli bir zaman sonra yapılan her şey şartlandırılmış bir rutine dönüşür.
Yaşamın farklı renkleri yok olur. Tek farklılık, zaman zaman çevre-yakın hücrelere gelen yeni birileri olur. Yüzünü görmeseniz de yeni bir insan tanıma heyecanı hissedilir, yaşanır.
Okumak, yazmak, çizmek siyasal tutsağın en büyük, en güçlü can simidi olmasına rağmen, bu fotokopi yaşam koşulları beynin faaliyetlerini doğal olarak sınırlar.
Ve kısa süre sonra unutkanlık ve dalgınlık başlar. Çünkü her ne kadar okuduğumuz her yeni şey, yazdığımız her çalışma beynin reflekslerini harekete geçirse de önceki yaşamdan farklı olarak sınırlanmış hayat nedeniyle durağanlık başlar.
Yaşamın, beynin faaliyetlerini bu denli sınırlanması, duyu organlarının yeterince faaliyeti olmaması belki henüz ayırdına varılmayan pek çok rahatsızlığın önünü açar.
Kendini ifade etme zorluğu, mahkeme ya da hastaneye gidişlerde birden fazla kişiyle karşılaşınca nasıl sohbet edeceği konusunda bocalama, kendini kontrol etme çabası gibi etkiler de baş gösterir.
Hücre yaşamının "yasal" zemini
Her cezaevinde, hücre cezası için yapılan tek kişilik hücreler vardır. Son yasa ile, hücrede en fazla yatış süresi 20 gün olarak belirlendi. Yani açık ifade ile, en ağır "disiplin suçu" işlemiş tutsaklar dahi burada en fazla 20 gün tutulabilir.
Bu durum genel olarak üzerinde durulmayan bir konu. Oysa sorunların temelinde de bu var. Çünkü şu anda ağırlaştırılmış müebbetliklerin yaşadığı yer "bir defada en fazla 20 gün yatılabilecek" hücrelerdir.
Ağırlaştırılmış müebbetlikler, tıpkı disiplin cezalı gibi (hatta ziyaret-telefon sınırlamaları ile) burada ölene kadar tutulacaktır.
Hücre cezalarına 20 günle sınırlayan yasa, bu hücrelerde 20 günden fazla yaşanamayacağı için çıkarılmış bir yasadır. Ağır müebbetliklerin, insanca yaşama hakkı yoktur... Her türlü sınırlama, kısıtlama meşrudur!
İşte F tiplerindeki tek kişilik hücrelere biçilen yaşam bu...
Bunlara, aile dışındakilerle görüşlerin sadece üç kişiyle sınırlandırılması, aileyle görüşlere de müdahale edilmesi, havalandırmanın bir saat ile sınırlandırılması. Yan hücreyle bile ilişkinin kesilmesi gibi koşullar da ekleniyor.
Ağırlaştırılmış müebbetliklerin yaşam koşulları hükümlüyü "diri diri gömmekten" öte bir anlam taşımıyor... (AS)