Olağan koşullarda, alışılagelmiş gidişat içinde söz söylemek, iş yapmak fazla zor değil. İnsanların, örgütlerin, kurumların, bu arada devletlerin asıl yüzünü olağan dışı durumlarda ne yaptıklarına bakınca anlıyorsunuz. Günün birinde aniden karşınıza bir sorun çıktığında ne yapacaksınız? Hazırlıklı mısınız? Daha önceden böyle olasılıkları düşünmüş müydünüz? Bilgi ve becerileriniz böyle sorunlarla baş etmenize yardımcı oluyor mu?
Bir gün kapınıza davetsiz bir konuk geldi diyelim. Örneğin gece vakti kapınız çalındı ve sıkıyönetimce aranmakta olan bir dostunuz çıktı geldi. Ona "yataklık" yapacak kadar yürekli misiniz? Yoksa duymazdan gelip evde yokmuş gibi mi davranacaksınız? Ara çözümler de var. Gel biraz ısın, karnını doyur ama burası uygun değil kalamazsın da diyebilirsiniz. Böylesi durumlar 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü yaşayanlarımızın başından geçmiştir muhtemelen. (Bugüne uyarlarsak, kapınıza korona virüsü taşıdığını düşündüğünüz birinin geldiğini varsayabiliriz.)
Struma olayı
Diyelim bir gün, İstanbul limanına beklenmedik bir gemi yanaştı. Geminin yolcuları bugünkü deyimiyle "düzensiz göçmen / sığınmacı" konumundaki Yahudiler, Avrupa'da ilerleyen soykırımdan kaçmışlar, Romanya'dan Filistin'e gitmek üzere yola çıkmışlar. 1941 Aralık ayında aralarında çocuklar da olan 790 yolcusuyla İstanbul limanına gelen Struma'dan söz ediyorum. Makinelerindeki arıza dolayısıyla limanda kaldığı 9 hafta boyunca gemide sıkıntılı günler yaşayan yolcuların karaya çıkmasına izin verilmez. Türkiye o yıllarda "ince" bir denge siyaseti izlemektedir. Almanlarla da, İngilizlerle de başının derde girmesini istemez.
Sonunda resmi makamların kararı ile gemi, o vaziyette Boğaz'ın Karadeniz çıkışına çekilir, kendi haline bırakılır ve ertesi gün erken saatlerde büyük bir patlamayla batar gider. Yolculardan sadece bir kişi kurtulur. Yıllar sonra geminin bir Sovyet denizaltısı tarafından torpillendiği anlaşılacaktır.
"Ama...", "Aslında..." filan diye başlayan nedenler bulunabilir elbette, ama sonuçta kapımıza gelen bu sığınmacılara "geleneksel Türk konukseverliği"ni gösterememiş, insancıl değerleri gözetememişiz. "Struma" herhalde Cumhuriyet tarihimizin hatırlanması pek de hoş olmayan olaylarından biridir.
60 yıl öncesinden Atlantik ötesine bir yolculuk
Anlaşılan 2. Dünya Savaşı yıllarının başlangıcında Yahudi sığınmacıların Avrupa'dan uzaklaşarak sığınacak başka limanlar araması yaygınca yaşanmış. Hatta Atlantik ötesine gitmeye çalışanlar olmuş, kimileri başarmış, kimileri başaramamış.
Böyle bir grubu taşıyan lüks turistik yolcu gemisi St. Louis 1939 Mayısında Hamburg'dan yola çıkar.
Gemide 937 yolcu 237 mürettebat vardır. (Hatırlatalım, Struma'da yaklaşık aynı sayıda yolcuya karşılık sadece 10 mürettebat varmış. İki yolculuk arasındaki konfor farkı dikkati çekiyor.) Amerika'ya ulaşmak isteyen yolcuların varlıklı oldukları anlaşılıyor. Başvurdukları ABD vizesi gelene kadar Küba'da kalmayı düşünmüşler. Bunun için gerekli izin belgelerini almak için Berlin'deki Küba Konsolosluğu görevlilerine adam başına bugünün parasıyla 3.000 - 5.000 Dolar ödedikleri belirtiliyor.
St. Louis gemisi Havana limanına varır, ama yolcular karaya çıkamaz. Hükümet, verilen izin belgelerinin geçerli olmadığını ilan ederek sığınmacıları ülkeye sokmaz. Yapılan girişimler sonuç vermez. Amerikan yönetimi de bu konuda duyarlı davranmaz. Sonunda St. Louis yolcuları uzaktan Miami'nin ışıklarına bakarak Amerika kıyılarını arkalarında bırakır ve Avrupa'ya geri döner. Gemiden İngiltere'de inen bir grup sığınmacı hayatta kalabilmiş ama Avrupa ülkelerine geçen sığınmacılar Nazi zulmünü yaşamış, aralarından 259'u toplama kamplarında can vermiştir.
Neden mi anlattık St. Louis'in Havana'dan geriye çevrilmesini? Tarih bir biçimde "tekerrür ediyor", Küba kıyılarına geçtiğimiz ay yine "sakıncalı" bir gemi yanaştı. Turistik gezi gemisi Braemar'da çoğu İngiliz, çeşitli ülkelerden 682 yolcu ve 381 mürettebat vardı. Yolculuk sırasında gemide korona virüsü olayı görülmüş, 5 yolcuya kesin tanı konulmuştu. Ayrıca 28 yolcu ve 27 mürettebat gözlem altında tutuluyordu.
"Te quiero Cuba!"
Braemar'ın kaptanı bir an önce bir limana ulaşmak ve yolcuları uçakla İngiltere'ye geri göndermek istemektedir. Karayip denizinde dolaştıkları iki gün boyunca hiçbir ülkeden olumlu yanıt alamazlar. Sonunda Küba'ya başvururlar. Küba geciktirmeden gerekli izni verir, yolcuların Havana'nın 40 kilometre batısındaki Mariel limanına çıkabileceğini bildirir ve hastaların tedavisini üstlenir. Küba hükümetinin konuya ilişkin açıklamasında şu görüşlere yer veriliyordu:
"Böyle zamanlar dayanışmanın, sağlığın bir insan hakkı olduğunu anlamanın, ortak zorluklarla mücadele için uluslararası işbirliğini güçlendirmenin, Devrimin ve halkımızın insancıl eylemlerinin anahtarı olan değerlerin zamanıdır."
Braemar yolcularının tahliyesi kısa sürede gerçekleşir ve yolcular İngiltere'ye gönderilir. Bu sırada gemide bulunanlardan bir grup, üzerinde "TE QUIERO CUBA!" (Seni seviyoruz Küba!) yazılı bir dövizle limandakileri selamlar.
Küba, korona tehdidi karşısında sadece Braemar gemisi yolcularına gösterdiği dayanışma ile değil, dünyanın çeşitli ülkelerinde uluslararası düzeyde sürdürdüğü sağlık operasyonları ile bu sevgiyi fazlasıyla hak ediyor. Küba yine bir destan yazıyor dersek sanırım abartmamış oluruz.
İtalya'da salgına karşı verilen mücadeleye katılmak üzere Havana'dan yola çıkan 52 uzman doktor ve sağlık görevlisi coşkulu bir törenle uğurlandı ve Milano yakınlarındaki Malpensa Havaalanı'nda alkışlarla karşılandı. Basına yansıyan görüntüler Kübalıların bu görevi nasıl bir kararlılık ve sorumluluk içinde yürüttüğünü gösteriyordu.
Küba'nın uluslararası sağlık tugayları
Küba, Devrimin hemen ardından 1960'ta Cezayir'e gönderdiği sağlık ekibi ile başlayan uluslararası sağlık hizmetleri destek çalışmalarını 60 yıl içinde geliştirerek sürdürdü. Sınırlı nüfusuna ve ambargonun getirdiği kısıtlamalara karşın hem ülkede hem de uluslararası düzeyde sağlık alanında önemli hizmetler gerçekleştirdi, gerçekleştiriyor. Bugüne kadar yurt dışında görev alan Kübalı sağlıkçıların sayısı 600 bini buluyor.
Son olarak Küba Tıbbi İşbirliği Merkezi'nden yapılan açıklamaya göre geçtiğimiz ay itibariyle 28 bin 268 Kübalı doktor, hemşire ve sağlık teknisyeni 61 ülkede görev yapıyor. Bu ülkeler arasında örneğin; Katar, Kuveyt, Cezayir, Çin, Güney Afrika, Guatemala, Haiti yer alıyor.
Chavez döneminde Venezuela'da başlatılan sağlık hizmetlerini mahalle ölçeğinde yaygınlaştırma kampanyasında 15 bin 356 Kübalı doktor ve sağlık çalışanı görev almış.
Chavez'in ölümünden sonra ülkede güç kazanan sağcı muhalefetin engellemeleriyle bu proje sekteye uğramış, Kübalı sağlıkçılar ülkeyi terk etmek durumunda kalmış.
Brezilya'da yakın tarihlere kadar 10 bin dolayında Kübalı doktor, hemşire ve sağlık teknisyeni çalışıyormuş. Aşırı sağcı Bolsonaro'nun, iktidara geldiğinde yaptığı ilk işlerden biri bu Kübalıları geri göndermek olmuş. İlginçtir, bugün ülkede korona salgınına karşı koyabilmek için Bolsonaro yeniden Küba'nın desteğini istemek zorunda kalmış.
Küba'nın yurtdışına yönelik sağlık hizmetleri uygulamasının maddi temelleri var. Yurt dışındaki kampanyaların bir bölümü Küba'nın bir karşılık beklemeden yaptığı gönüllü çalışmalar. Örneğin 25 dolayındaki ülkeye karşılıksız destek verilmiş.
Gönüllü kampanyalar haricinde, ülke dışında verilen sağlık hizmetleri karşılığında alınan ödemeler, Küba'nın yurtdışı gelirleri içinde önemli bir oranı oluşturuyor. Bir anlamda buna "sağlık hizmetleri ihracı" da diyebilirsiniz. Ambargo nedeniyle ekonomide yaşadığı güç koşulları aşmak için Küba bu olanaktan yararlanıyor.
Öte yandan Kübalı sağlık personeline yurtdışındaki çalışmaları sırasında ödenen ücret, yurtiçinde aldıkları ücretin birkaç katı. Dolayısıyla bu maddi olanak da yurtdışında görev alacaklar için bir teşvik unsuru oluyor.
Bu arada Amerikan yönetimi de boş durmuyor, Küba'ya karşı yıllardır uyguladığı ambargoyu bu alanda da sürdürüyor. Verilen hizmetlerin niteliksizliğinden, sağlık görevlilerinin baskı altında çağdaş köleler gibi çalıştırıldığından söz eden antikomünist/anti-Küba propagandayı yaymaya çalışıyor. Ama her şeye karşın Kübalı sağlıkçılar dünyanın en riskli bölgelerinde, o güne kadar doktor yüzü görmemiş yoksul köylerde hizmet vermeye devam ediyor.
Pakistan gözlemleri
O yıllarda Pakistan'da çalışıyordum. Pakistan 2005 Ekim'inde 7.6 şiddetinde bir depremle sarsılmıştı. Evler yıkılmış, köyler haritadan silinmiş, resmi açıklamalar göre 87 bin 350 kişi yaşamını yitirmişti. Yaralı sayısı 138 bini geçiyordu. Herkes bir şeyler yapmaya, kış bastırmadan yaraları sarmaya çalışıyordu. Çok geçmemiş, depremden bir hafta sonra Küba sağlık tugayının öncülerini taşıyan uçak İslamabat Havaalanı'na inmişti.
Başka ülkelerden gelen sağlık ekipleri genellikle başkent dolaylarındaki birkaç noktada görev yaparken Kübalılar vakit geçirmeksizin depremin merkezine, hasarın ve can kayıplarının yoğun olduğu kuzeydeki dağlık bölgelere ulaşmaya çalışıyordu. Kimi yerlerde araçların gideceği yol kalmamıştı. Aralarında kadınların da olduğu Kübalı sağlık görevlileri malzemelerini kilometrelerce sırtlarında taşıyarak yollarına devam ediyordu. Yüzyıllar boyu beyaz adamın baskısı altında yaşamış halk bu kez başka türden "yabancılarla" karşılaşmıştı.
Diğer ülkelerden gelen STK'lar, Kızılhaç, Kızılay ekipleri genellikle başkentteki konforlu otellerde kalırken Kübalılar, alışkın olmadıkları kış koşullarında çadırlarda yaşıyorlardı. Yerel halk ile aynı yaşam koşullarını paylaşıyorlardı. Görenler anlatıyordu, garipsemişlerdi; Kübalı doktorlar çamaşırlarını kendileri yıkıyor, yemeklerini kendileri pişiriyordu ve hiç de hallerinden şikâyetçi görünmüyorlardı.
Altı aylık süre içinde deprem bölgesinde çalışan Kübalı sağlık görevlilerinin sayısı 2 bin 260'ı bulmuştu. Bunların bin 430'u doktordu. Bu süre içinde bir milyonu aşkın hastaya bakmışlar, on binden fazla ameliyat gerçekleştirmişlerdi. Ülkeden ayrılırken, Pakistan'dan gelecek 1000 öğrenciye burs sağlamayı, onlara Küba'da tıp eğitimi vermeyi önermişlerdi. Ve bunu gerçekleştirdiler.
Devrimci bir sağlık sistemi
Küba 1959 Devrimi'nden sonra sağlık alanında önemli gelişmeler sağladı. Sağlık hizmetleri yaygınlaştırıldı. Bugün Küba; tıp eğitimi, ilaç üretimi, medikal teknoloji alanlarında dünya düzeyinde ilk sıralarda yer alıyor.
Ülke dışındaki operasyonlara katkılarının yanı sıra ülke içindeki olanakları dış ülkelerden gelenlere de sunuyor. Küba, Çernobil nedeniyle çeşitli sağlık sorunları olan 18 bin kişiyi tedavi etti. Çok sayıda yabancı öğrenci Küba'da tıp eğitimi alıyor.
Dünya Bankası verilerine göre Küba, dünyada nüfusa oranla doktor sayısının en yüksek olduğu ülke. Küba'da on bin kişiye 82 doktor düşüyor. Bu rakam, ABD'de 26, Almanya'da 42, İtalya'da 41, Türkiye'de ise 18. Ayrıca yatak sayısı, çocuk ölümleri, belirli hastalıklardan ölüm oranları gibi göstergeler itibariyle de Küba'da sağlık hizmetlerinin başarılı sonuçlar verdiği görülüyor.
Bizde Küba sağlık politikaları ve uygulamaları konusunda ayrıntılı bir çalışmayı Doç. Dr. İlker Belek yapmış. Belek'in "Küba'da Sağlık - Sosyalizmin Başarısı" başlıklı kitabı 2002'de Yazılama Yayınları'ndan çıkmış. Belek'in bu konuda güncelleyerek geliştirdiği bir makalesine (1) ise Bilim ve Aydınlanma Akademisi'nin internet sitesinden erişebiliyorsunuz.
"Başarı sosyalizmin eseridir"
Doç. Dr. İlker Belek makalesinde "Küba sağlıkta dünyanın en başarılı ülkesidir. Gelirine göre en iyi sağlık düzeyine sahip ülke Küba'dır" diyor ve özetle şunları söylüyor:
"Bu başarının arkasındaki nedenler, bir yandan sağlık hizmetlerinin adil ve toplumun ihtiyaçlarını gözeten şekilde organize edilmiş olması iken, öte yandan halk sağlığının gelişmesi bakımından koşul olan toplumsal düzenlemeleri de başarıyla yerine getirmiş olmasıdır.
"Ancak esas vurgulanması gereken nokta, Küba'nın sağlık hizmetleri organizasyonunda ve toplumsal yaşamın düzenlenmesinde tercih ettiği politikaların doğrudan doğruya sosyalist düzene bağlı olmasıdır. Küba sosyalizmi tercih etmemiş olsaydı bu politikaların hiç birisini hayata geçiremezdi. Dolayısıyla Küba'nın sağlıktaki başarısı sosyalizmin eseridir."
Başa dönelim ve kapımıza gelen korona salgınında yaşadığımız olağanüstü koşullar karşısında farklı ülkelerin nasıl davrandıklarına bakalım. Sanırım günümüz gerçekleri İlker Belek'in söylediklerini doğruluyor. Toplum yararına değil de sermayenin çıkarlarına öncelik veren ülkelerin salgın karşısında bocalaması bir şeyler anlatıyor olmalı.
Dost ve müttefiklerinden ciddi bir destek görmeyen İtalya'nın yardımına ilk koşanların Küba, Rusya, Çin olması ilginç değil mi? Küba'yı anlattık. Rusya ve Çin, kapıldıkları neoliberalizm rüzgârlarına karşın 1990 öncesinin mirasından hâlâ bir şeyler taşıyor anlaşılan. Felaket üzerinden siyaset yapıyor demesinler ama soruna niçin bu açıdan bakmayalım?.. (AŞ/AÖ)