Her şey, dostum Mehmet Emin Sert’in telefonuyla başladı. Almanya’da yayımlanan “Avrupa’da ve Türkiye’de Yazın” dergisi, Nisan 2002’de çıkacak 99’ncu sayısını, Deniz Gezmişlerin idamının otuzuncu yılı olması dolayısıyla onlara ayıracaktı.
Dergiden Engin, Frankfurt’tan Mehmet Emin’e böyle demişti. Ben de o konuda yazar mıydım?
Peki, dedim. “Otuzuncu Yılın Anımsattıkları” başlıklı yazıyı yazdım, dostum Mehmet Emin’e ilettim, tabii o da Frankfurt’a Engin’e ulaştırdı.
Kapağında “Otuz Yıl Sonra Deniz Gezmiş” başlığı, o tanıdık parkasının içinde kararlı, cesur yüz ifadeli suretiyle derginin nisan sayısı çıkageldi Almanya’dan…
Henüz daha nisan ayını bitirmemiştik.
Mehmet Emin’den gelen bir telefon daha ; adaletin pençesini üzerimize attığının haberini verdi.
“Otuzuncu Yılın Anımsattıkları” yazımdan benim, “Otuz Yıl Sonra” başlıklı yazısından Doğan Özgüden’in ve dergi sorumlu müdürü olarak da kendisinin hakkında; “Askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif etmek” suçunu işlediğimiz iddiasıyla kovuşturma başlatılmıştı…
İlk aklıma gelen; bu yeni davanın, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından “Bölücülük”ten ve “Hedef göstermek”ten verilen 20 aylık, 5 yıl ertelemeli hapis cezasını da etkileyip etkilemeyeceğiydi.
Eylül 1998’de temyizce onanan bu cezanın ertelemesinin henüz daha 4’ncü yılında idik.
Ekim 1997’deki karar duruşmasında, yazılı olarak hazırladığım 5 sayfalık savunmamı okurken, kuyruğu dik tutmaya çalışsam da, daha ikinci paragrafında ağzımda tükürük kalmamış, dilim damağıma yapışmıştı…
Bir bunu anımsadım… Bir de, 1999 seçimlerinde Sosyalist İktidar Partisi (SİP), beni İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’na aday göstermişti, 5 yıllık ertelemenin, seçme-seçilme yasağını kapsadığının farkında değildik galiba, İl Seçim Kurulu atmaca gibi yetişti, “Hayır aday olamazsın” dedi, böylece kaybeden ben değil İstanbul halkı oldu(!)
Mehmet Emin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu’nda ifade vermiş. İki yazının da böyle bir suçu işlemediğini söylüyor, “birinci yazının yazarı Doğan Özgüden’in gerçekten, sahiden ‘Doğan Özgüden’ adında müşahhas bir kişi olduğunu, Belçika’da oturduğunu, ikinci yazının yazarı el’an (bayılıyorum şu hukuk diline…) Emin Karaca halen İstanbul’dadır. Gazeteci ve yazar olarak anılan bir kişidir. Adresini bir iki gün içerisinde temin edip yazılı olarak bildireceğim” diyordu…
Mehmet Emin 13 Mayıs 2002’de Basın Bürosu’na Doğan Özgüden’in ve benim adreslerimizi yazılı olarak bildiriyordu.
Kapı numaramın yanlışlığından dolayı Mehmet Emin’le Savcılık arasında yazışmalar sürüyordu bu arada.
Neyse… Adalet Bakanlığı’nın izni, iddianame vb. işlemlerden sonra 26 Kasım 2002'de saat 10:30’da İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin karşısına çıktık Mehmet Emin’le.
Basının haberi vardı.
Fotoğraf makineli, kameralı adliye muhabirleri doluştular salona. Bizi çekmeye başlayınca; yargıç kızdı: “Ne oluyor? Kim izin verdi sizin fotoğraf çekmenize!” diye çıkıştı.
Bunun üzerine Mehmet Emin dedi ki; “Ben izin verdim!”. Yargıç “Siz kim oluyorsunuz da izin veriyorsunuz, burada emirleri ben veririm” deyip muhabirlere: “Çıkın bakayım dışarıya!” diye bağırdı.
Duruşmayı başlatıp kimliklerimizi tespit ettikten sonra izin verdi muhabirlere; “Haydi şimdi çekin bakalım” dedi.
Destek ve dayanışma için gelen birkaç kişi dışında, asıl insan hakları savunucusu Şanar Yurdatapan, söz verdiği halde ortalıkta görünmeyince, duruşmadan sonra gelen telefonundan öğrendik: Ayakları Beşiktaş’daki DGM duruşmalarına alışkın olduğundan, davamıza orada bakılıyor zannetmiş.
Böylece TCK’nin 159’ncu maddesinden açılan bu davamız birkaç celse sürüp gitti. Bazen katıldım, bazen katılmadım.
En çok da; 12 Mart’ın zorlu göçmenlerinden Doğan Özgüden’in Belçika’da oturuyor olması, oturumlara katılmaması nedeniyle uzayıp gidiyordu dava...
Sonunda sınır kapılarına yazı yazarak, görüldüğü yerde tutuklanmasına karar verilip, dosyası bir kenara konuldu.
2005 ilkbaharından itibaren bazı maddeleri değiştirilen Yeni Türk Ceza Yasası tartışılmaya başlandı.Yeni Türk Ceza Yasası’nda bizim 159, artık “301” olarak anılacaktı.
Bu maddenin gelip ülkenin gündemine oturacağını, pek çok aydınımızın, yazarımızın, çizerimizin canına okuyacağını, hele Hrant kardeşimin canını alacağını nereden bilebilirdik…
O yılın adli tatilinden hemen önce madde yürürlüğe girdi, bizim dava da karar aşamasına gelmişti.
13 Eylül 2005'de dananın kuyruğu kopacaktı. Davamı partili avukat yoldaşlar takip ederken, bu karar duruşmasına Eşber Yağmurdereli arkadaşım da katılmak istedi. Ona da vekalet çıkartıldı…
Belli gün ve saatte yine İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeydik.
Bir kaç tanıdığın arasında Şanar Yurdatapan arkadaş da vardı. Duruşma başladı. Sıra savunmaya gelince, Eşber söz aldı. Ben sanık yerindeyim, küçücük duruşma salonunda benim arkama düşen yerde bir dinleyici sırası var. Şanar'lar da oraya oturmuş.
Eşber benim yazının neden; “Askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif etmek” suçunu işlememiş olacağını, tam da o günlerde Radikal’de 12 Eylül öncesi dönemin başbakanı Süleyman Demirel’le yapılan röportajda söylenenleri de örnekleyerek anlatıyordu ki, arkamdan kıkırtılar ve gülüşmeler gelmeye başladı.
Yargıç bağırdı: “Şimdi dışarıya atacağım sizi! Susun bakayım!”. Kulakları ağır duyan Eşber, kendisine söyleniyor zannederek; “Efendim!” dedi. Yargıç; “Beyefendi size bir şey demiyorum, siz devam edin savunmanıza, arkada dinleyiciler gürültü yapıyor da onlara söyleniyorum” dedi.
Eşber savunmaya devam etti, bir süre sonra, gene arkadan gülüşme sesleri ve kıkırtılar yükseldi. (Çıkınca öğrendik, meğer Şanar fıkra anlatırmış, ötekiler de buna gülerlermiş.) Yargıç bu kez işaret parmağını sallayarak: “Bu son ihtarım size! Bir daha yaparsanız atacağım salondan!” diye bağırdı.
Eşber gene sağ kulağını, yargıç kürsüsüne doğru uzatarak; “Efendim!” dedi.
Yargıç öfkeli, “Bir şey demiyorum size beyefendi! Devam edin siz konuşmanıza!” dediyse de Eşber bir türlü olup biteni anlayamadı.
Neyse, savunmalar yapıldı, son sözler söylendi, Yeni Türk Ceza Yasası’nın 301’nci maddesi bizim davamızda, Türkiye’de ilk kez uygulandı 13 Eylül 2005 günü…
Sonuç mahkumiyetti…
Benimkinden bir ay sonra olmasına rağmen Hrant kardeşiminki temyizde hemen onandı. Benimki uzunca süre temyizde ilk sırada bekledi. Usul yönünden bozuldu. Tekrar görüldü, gene aynı mahkumiyet verildi. Şimdi gene, şu sıralarda temyizde bekliyor…Bakalım akıbeti ne olacak? (EK/EZÖ)