"Sanki film bir şeyleri kınamayı, maskeleri düşürmeyi amaçlıyormuş gibi, adının ahlaki bir çağrışım yapmasına çabalanıyordu; oysa ben sadece hayatın her şeye rağmen tatlı olabileceğini anlatmak istiyordum."
İtalyan sinemasının devrimsel yönetmenlerinden Federico Fellini böyle açıklıyordu şiddetli tartışmalara yol açan, ülke sinemasında yeni bir dönem başlatan, 1960 yapımı ödüllü şaheseri "Tatlı Hayat"ın (La Dolce Vita) ismini.
Fellini'nin "Bir canavara dönüşeceğini bilemezdim," dediği ve kendisinin muhafazakârlarca "günahkâr" olarak damgalanmasına neden olan filmin esin kaynaklarından biri, 1936'da Kurtuluş'ta doğan Ayşe Nana'dır.
Sosyetenin özel partilerinden birinde tabuları yıkarak yarı çıplak dans eder, 2. Dünya Savaşı sonrası ekonomik toparlanmayla canlanan ülkede Roma burjuvazisinin kamuoyunun fark etmediği, sessiz ve fahiş varlığını ortaya döker, ancak son nefesine kadar bunun acısı, peşini bırakmaz.
Brigitte Bardot'un sansürlendiği ülkede striptiz
Brigitte Bardot'nun vücudunu cesurca sergilediği, cinselliğini özgürce yaşadığı "Ve Tanrı Kadını Yarattı" filminin Katolik İtalya'da sansürlendiği ve bunu izlemek isteyenlerin ülke sınırını aşmak zorunda kaldığı, Hristiyan Demokratların siyasete hâkim olduğu yıllara denk düşer, henüz 22'sindeki Nana'nın karıştığı "striptiz skandalı."
Babası Fransız, annesi bir İstanbul Ermeni'si olan Ayşe Nana'nın asıl adı Kiash Nanah'tır, ama Türkiye'de Hermin Aslanoğlu veya Nana Aslanoğlu olarak ün salar.
15 yaşındayken bir yarışmada "Boğaziçi Güzeli" unvanını elde eder, bikinili fotoğrafı Türkiye'de bir dergide basılan ilk kadın olarak bilinir, 18 yaşındayken de Kervansaray Gazino'sunda dans kariyerine başlar.
Gazinonun yöneticisi, şovmen Orhan Boran, Nana'nın işe alınmak için yaptığı danstan ziyadesiyle etkilenmiş, şaşkınlıktan ağzındaki sigarayı kucağına düşürecek kadar ona hayran kalmıştır.
Zira Nana, modern dans ve oryantali sentezler, vücudu muazzam esnektir ve de sadece birkaç şifon parçasıyla, neredeyse çıplak dans eder.
İtalya'da "Aichè Nanà" olarak tanınır, Türkiye'de çeşitli rollerle 10'un üzerinde filmde oynar, kendi deyimiyle "sadece bu ülkenin değil, tüm Ortadoğu'nun en meşhur dansçısı" hâline dönüşür.
Öyle ki, pek çok Türk askerinin, bir süre Paris'te yaşayan Nana'nın fotoğraflarını cephede yanında taşıdığı ve adına şöyle maniler, şarkılar yazıldığı anlatılır:
"Nana gitti Paris'e
Kaldık Semiramis'e
Semiramis yine hamile
Düştük Türkan Şamil'e."
"Nana balkonda yatar
Altına minder atar
Beyaz donu içinde
Kara kedi saklar..."
Nana, kendisi bu iddiayı reddeder, ancak gazetelerin aktardığına göre, İstanbul'daki bir dans gösterisine siyaseti karıştırdığı iddiasıyla yuhalanır. Hem yaşadığı bu düş kırıklığı hem de şöhretine şöhret katma isteği, kendisini 1958'de "Tiber'in Holywood'u" olmaya başlayan Roma'ya taşınmaya iter.
"Arsız görsel hırsızları, paparazziler"
Henüz bunu tanımlayacak bir terim olmadığı dönemlerde kimilerinin "arsız görsel hırsızları" dediği paparazzilerin babası Tazio Secchiaroli'dir, Nana'nın kaderini eviren.
Aristokrat bir ailenin kızı olan Olghina Di Robilant'ın 25'inci doğum günü partisidir, 5 Kasım 1958 gecesi yüzü aşkın seçkin kişiyi buluşturan.
Fellini de davetlidir, ancak kendisi katılamaz ve bundan 2 yıl sonra "Tatlı Hayat" filminde başrolü vereceği İsveçli aktris Anita Ekberg'i gönderir yerine. Parti, Trastevere semtindeki ünlü Rugantino Restoranı'ndadır.
Nana da, "ebedi kent"in eğlence dünyasında çevre edinmek için fırsat olarak görür partiye katılmayı.
Sabaha karşı birçok davetli gibi, Roman New Orleans Jazz Band'ın çaldığı müzikler eşliğinde Anita Ekberg ve Ayşe Nana da sahneye atlar.
Ekberg ayakkabılarını çıkarır, sonra da siyah elbisesinin bir askısını düşürür. Nana, Ekberg'ten geri kalmaz, tüm hünerlerini ortaya döker; ince belini ve simsiyah saçlarını savurarak yarım saate yakın sürdürür bu gösteriyi.
O da ayakkabısını atar bir kenara ve altına serilen masa örtüleri, erkeklerin ceketleri üzerinde coşar. Heyecan doruğa ulaşır, bazı erkekler Nana'nın elbisesinin kopçasını açar "çıkar" nidalarıyla.
Nana, üzerinde sadece külotunun kaldığını ve flaşların patladığını fark ettiğinde giysilerini geri vermelerini ister, dansa devam etmesi için tempo tutanlara. Ona yardım eden ise, o gece tanıştığı, daha sonra evleneceği gazeteci Sergio Pastore'dir.
"Ahlak dışı" şeyler yapıldığı gerekçesiyle ihbar üzerine polis gelir, ancak Nana ve Pastore restorandan çıkmıştır bile. Toplumda infial yaratmaması için polis, tüm foto muhabirlerinin makaralarını toplar, biri hariç!
Bundan iki yıl sonra Fellini'nin La Dolce Vita'sıyla birlikte doğacak "paparazzo (füze baba)" karakterinin esin kaynağı Tazio Secchiaroli, makarasını ünlülerin basın danışmanı Enrico Lucherini'nin cebine atacak ve derhal restorandan uzaklaşmasını isteyecektir.
Secchiaroli'nin Nana'nın hayatını altüst edecek 7 kare fotoğrafı L'Espresso dergisinde "Yarı çıplak Türk (La Turca Desnuda)" başlığıyla basılır, göğüs uçları bantlanmış şekilde ve kıyamet kopar.
Bu olay, muhafazakârları ve Katolik Kilisesi'ni kızdırmakla kalmaz, ülke sınırlarını aşar, "Roma'da rezalet", "Roma aristokrasisinin seks partisi", "Çıplak Türk İtalya'yı sarstı" gibi başlıklarla kendine yer bulur gazetelerde.
Kimileri dozu kaçırır, Katoliklerin yönetim merkezi Vatikan'ın sembolü Aziz Petrus Bazilikası ile Nana'nın külotlu imajını fotomontajla bir arada kullanarak, "Vatikan'da seks partisi" diye okuyucuyu aldatır.
Sosyetenin gözdelerinden Rugantino kapatılır, sahibi fahiş ceza öder. Nana'nın ayaklarının altına ceketlerini seren 5 erkek de para cezasına çarptırılır.
"O kadın" diye anılmaktan kurtulamadı
İtalyan kamuoyu ve Kilise'nin baskısına rağmen sınır dışı edilmez, Nana, ama hem Türkiye'de yaşadıkları hem Rugantino vakası sonrası şahsına saldırılar, hep "vatansızlık" hissiyle yaşamasına yol açar. Hakkında açılan "teşhircilik" davası 3 sene sonra 2 ay hapisle sonuçlanır, cezası ertelenir. L'Espresso dergisine ve yöneticisine de ceza kesilir ve fotoğrafları bir kez daha yayımlayacakları sayıya el konur.
Sergio Pastore ile evlenir, Nana, ama "o kadın" diye anılmaktan hiç kurtulamaz. 10 yıl evli kaldığı eşi bile bazen ona imalarda bulunur, onun ailesi ise Nana'nın yüzünü dahi görmek istemez. Kamuoyunu sakinleştirmek için Katolik olacağını duyurur, ancak bunu hiç gerçekleştirmez.
Ünlü aktör Vittorio De Sica ile başrolü paylaşacağı, kariyeri için sıçrama tahtası olarak gördüğü Türkiye-İtalya ortak yapımı film projesi de iptal olur. Bir porno film teklifini "açlıktan ölürüm daha iyi" diye reddeder. Bir yıl boyunca Esther Wild sahte ismini kullanır gizlenmek için. Trastevere'de küçük bir cep tiyatrosu açar ayakta kalabilmek için, ama bunu çok sürdüremez.
Sonraları inzivaya çekilecek, yıllarca o gece hakkında hiçbir gazeteciye açıklama yapmayacak ve tüm zamanını kızı Sara ile kentin dışındaki evinde beslediği onlarca kedi ve köpeğine adayacak, "Ne kadar az insan görürsem, kendimi o kadar iyi hissediyorum," diyecektir.
"Dans ettim diye cahil mi olmalıyım?"
Hayatının büyük kısmını sakinleştirici ilaçlarla geçiren Nana, bir felsefe aşığıydı. O geceden 23 yıl sonraki bir söyleşisinde, entelektüelliğini hayretle karşılayan gazeteciyi, şöyle azarlayacaktır:
"Yarı çıplak dans ettim diye aptal ve cahil mi olmalıyım? Gerçeği bilmek ister misin? Hiç doğmamış olmak isterdim! Ölümden korkmasam hayatımı derhal sonlandırırdım!.. Ben o gece düştüm ve hayatım boyunca bir daha kalkamadım."
Nana, o gece nasıl soyunduğunu hatırlamadığını, belki içkisine uyuşturucu bir madde katılmış olduğunu ve o sahneden hep utandığını anlatır. Bir azınlığa mensup olmanın bedelini her zaman ödediğini de söyler bu söyleşide ve şöyle dert yanar:
"Aslında o gece Anita Ekberg de yarı çıplak dans etti. Sarhoştuk, belki de uyuşturulmuştuk biraz. Size Anita'nın göğüslerinin her detayını anlatabilirim. Onun da fotoğraflarını çektiler, ama onunkiler ortadan kaybettirildi, benimkiler basıldı her yerde. Ben kimim ki? İtalya'da tanınmayan bir Ermeni'ydim, 'Türk' diye anılan; bir azınlığa mensup, üçüncü dünya vatandaşı, bir 'hiç kimse' ve parça pinçik edilebilirdim. Ben de Anita da aynı hatayı yaptık, ama o, zafer elde etti ve iki yıl sonra "Tatlı Hayat"ın divası oldu, ben ise hayal kırıklığıyla yaşadım."
Uzun yıllar tüm kapılar suratına kapanan Ayşe Nana, Rugantino gecesinden ancak 7 yıl sonra, kendi deyimiyle "üçüncü lig" roller bulur bazı filmlerde.
"Vatansızlar"
Nana'nın Roma'da buluştuğumuz soprano kızı Sara Pastore, "o kadının kızı" olarak anılmaktan kurtulamadığını anlatıyor.
Pastore, iki ülkede de kabul görmemesine atıfla annesinin "Vatansızlar (Senza Patria)" adını koyduğu bir kitap yazdığını, ama bunun halen basılamadığını söylüyor.
Ayşe Nana'nın kızı Sara Pastore
Annesinin, kimilerinin iddia ettiği gibi, asla göğüslerini göstermek, soyunmak için para ödenen bir kadın olmadığını, ona "striptizci" denmesinin haksızlık olduğunu, oysa iyi bir dansçı ve tiyatro sanatçısı olduğunu dile getiriyor.
Nana, bir TV kanalında 2008 yılında yarı çıplak dans sahnesi nedeniyle kendisiyle alay edilen bir belgeselin yayınlandığı gece kalp krizi geçirir, bir ay yoğun bakımda kalır, bundan sonra eski sağlığına hiç kavuşamaz ve son yıllarını hep hasta geçirir.
Haysiyetiyle oynandığı için 500 bin euro'luk tazminat davası açar kanala, ancak 2014 yılında bunu kaybeder ve bu haberi aldığı gün, 29 Ocak'ta son nefesini verir hastane odasında.
Sara Pastore, "Annemin son kelimeleri 'Bu karara itiraz edin, benim haysiyetimi öldürdüler. Haysiyetimi geri getirin' oldu. Bunun ardından bir şarkı mırıldandı ve son nefesini verdi, tatlı bir şekilde öldü" diye anlatıyor annesinin son anlarını.
Pastore, annesinin vasiyet ettiği gibi, onun haysiyet davasını ileriye götürememenin pişmanlığını yaşıyor. (EÇ/AÖ)