Çeyrek asırdan uzun bir süredir Akdeniz çevresinde Helen ve Roma medeniyetlerinden kalma antik kentlerin müdavimi olmuş Josef Koudelka, bir zamanlar insanların yerleşmek için en güzel yerleri seçme özgürlükleri olduğunu söylüyor.
Günümüz insanlarının ise bu kentlerin yanıbaşına berbat yapılar inşa ettiklerini sözlerine ekliyor.
Genelde çağdaş insanın çevreyi olumsuz manada nasıl etkilediğinin fotoğrafını çekmiş olan Koudelka yine de mevzubahis kentlerin güzelliğine günümüzde doyabilmenin büyük bir şans olduğunu belirtmeden edemiyor.
Dünya çapında takdir gören fotoğrafçıyı adım adım takip eden Koudelka: Aynı Nehirden Geçmek belgeselinin ekibi de kahramanlarının bakış açısına ihanet etmeden bize mümkünse sadece güzelliklerden müteşekkil bir dünya sunmaya azami çaba gösteriyor. Yanıbaşımızda çirkinliklerin bolca var olduğunu biliyoruz; bir süreliğine de olsa onları yok sayıp güzelliğe odaklanmanın ruhumuza ne kadar iyi geldiğini de!
“Kendimi buralarda çok iyi hissediyorum!”
Koudelka’nın bilhassa sabah erkenden, henüz tek bir turist dadanmadığı için sessiz olan saatlerde ziyaret etmekten hoşlandığı antik kentleri biz de aynı huzurla geziyor, güneş yükseldikçe hızla değişen ışığın gücünü iliklerimizde hissediyoruz; kahramanımız için artık birer dost haline gelmiş devrilmiş sütun parçalarını onunla birlikte seviyor, okşuyor, hatta taşlarla konuşuyoruz…
Kuş cıvıltılarıyla şenlenen nadide coğrafyada zeytin ağaçlarının yeşiline doyuyor, Koudelka’yla berabermiş gibi, dalından koparılmış incirlerin tadına varmanın ayrıcalığını paylaşıyoruz…
Asırlardır sürmüş olan bu idili gelecek nesillerin sürdürmesine acaba izin verilecek mi?
Mucizevi anlar
Ömrü boyunca fotoğraf çekmekten sıkılmamışa benzeyen Koudelka, yine de bazı olağanüstü anlara şahit olurken kamerasını bir tarafa bırakabiliyor: “İzlemek fotoğrafını çekmekten daha güzel!” deyip yaşamaktan zevk almaya devam ettiğini ispatlıyor. Bir Tanrı olarak betimlediği güneşe minnettar olduğunu ifade ederken aslında hayata karşı ne kadar minnettar olduğunu da bize hissettiriyor.
Asırlardır bir şekilde yok olmamış Helen ve Roma kentlerinde gezinirken veya gece sırtüstü yatıp yıldızlara bakarken edindiği duygulardan yola çıkarak aslında tarihte çok küçük bir kesitten ibaret olduğumuzu belirtiyor: “Neyiz? Ne anlama geliyoruz?” diye sorarken aslında küçük bir kazadan başka bir şey olmadığımızı da hatırlatıyor.
Koudelka film boyunca, istediği açıyı yakalayabilmek için kendini yerden yere atıyor, boyun fıtığını tetikleyebilecek eğreti pozisyonlara girerek arzuladığı kompozisyonu elde edebilmek bedenini zorlarken doğru ışığa kavuşabilmek için uzun süreler boyunca bekleyebiliyor. Ne de olsa tecrübeli Koudelka’nın şiarı fotoğrafını çektiği şeyin özüne (bilhassa geometrinin katkısıyla) inmek.
Daha önce defalarca ziyaret ettiği ve binlerce fotoğrafını çektiği Anadolu’nun müstesna kalıntılarını hakkıyla sahiplendiğini hissediyor, ayrıca zamanın üzerlerinde bıraktığı izlere hayranlığını paylaşır hale geliyoruz.
Bu arada, antik çağlarda devasa mermer yapıların inşasında kölelerin çektiği acıları hatırlattığı gibi, Koudelka (günümüz Türkiye’sinde değerbilmez bürokratların saldırısı altındaki) Assos’tan Midilli’ye bakarken Yunanistan’a geçmeye çalışan mültecilerin acılarına da bizi tekrar ortak ediyor.
Gizli kalmış olanın açığa çıkması…
Coşkun Aşar, yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendiği filmin senaryosunu kurguda imzasını gördüğümüz Ayhan Hacıfazlıoğlu ile yazmış. 2021 yılı yapımı 81 dakikalık zevkli seyirlik bizi Koudelka’nın evrenine başarıyla dahil ediyor. Eserlerinde sadeliği tercih eden fotoğrafçının izinden giderek bize de sadeliğin zevkini yaşatıyor, bir zamanlar görsel olarak çok daha sade olan dünyamızın estetiğine özlemimizi tetikliyorlar.
Kakofoniden ibaret hale gelen yaşamlarımızda sessizliğin değerini hatırlıyor, kahramanımızın rehberliğinde, tek başımıza olduğumuz anlarda zihnimizin ve duyularımızın ne kadar açık olduğunun bilincine varır gibi oluyoruz.
Kötü restorasyonlar hariç, insan müdahalesinin sanki yüzyıllar öncesinde kaldığı, tabiatla adeta bütünleşmeye yüz tutmuş antik kentlerde vakit geçirebilmek, şahsen herkese nasip olmasını dilediğim bir nimet. Film boyunca oraların ruhunu özümsüyor, estetiğinden beslenmenin zevkine varıyor, Koudelka’nın siyah-beyaz panoramik eserlerine, çekim dinamiğine şahit olduktan hemen sonra perdeye yansıyan şekilleriyle hayran olup bir süreliğine kitleniyoruz.
Belgeselin gerçekleştirilmesi sırasında kahramanımızın yaşadığı tatsız anlar da yok değil. Mesela Efes harabelerinde Koudelka doğru ışığı bekleyeyim derken geçen süre zarfında mütemadiyen artan turist kalabalığına maruz kalıyor ve beklediğine neredeyse pişman oluyor. Çobanı çağrıştıran rehberlerinin peşinden şuursuzca sürüklenmekte olan yaygaracı koyun sürülerini anımsatan kafileler perdeyi bir süreliğine işgal ettikten sonra Koudelka fotoğraf enflasyonunun yaşandığı çağımızda turistlerin böyle yerleri kendi fotoğraflarını oralarda çekebilmek için ziyaret ettiklerini belirtecek kadar ileri gidiyor. (Yalan mı?)
Arkeoloji nereye gidiyor?
Şahsen filmde şikâyetçi olduğum bir vaziyet varsa, o da bazı antik kentlerin mükemmel estetiğine gömülmüş olduğumuz anlarda fonda duyulan karayolu gürültüsünün ta kendisi.
Koudelka hakkındaki belgeselin tetiklediği yönde, acaba ben mükemmel estetiğe saplanıp gerçekleri görmeyi reddeden naif bir romantik olabilir miyim?
Anadolu’da sayısız örnekleri olan, yüzyıllardır talana uğramış ve halen uğramakta olan böylesine değerli kalıntıların yanından kara yolu geçmesi bazı durumlarda bir lüks bile sayılabilir aslına bakarsanız.
Ne de olsa bazıları inşaatlara engel oluşturdukları için parçalandılar, yerlerinden sökülüp sağa sola atıldılar, parçalara bölünerek kara yoluna hammadde oluşturdular veya hazine avcılarının insafına bırakıldılar; ayrıca uluslararası pazarları besleyen eski eser kaçakçılarının savaşları bile fırsata çevirme barbarlığı gayet iyi biliniyor.
Kısacası Anadolu’da oldum olası birçok kent kalıntısı muhtelif şekillerde yok edildi. Bunun sebebi başka medeniyetlerin temsilcisi olarak görülmeleridir desem, o da değil, çünkü aslında tarihî olana yönelik bir nefretle, ayrıca tamah ve doyumsuzlukla karşı karşıyayız daha çok. Köksüzlük sanki prim yapıyor, para ve iktidar sahibi olabilmek için bir daha geri gelemeyecek değerler vicdansızca çarçur edilebiliyor.
Antik kent kalıntılarına daha fazla bilinçsiz insan elinin değmemesini temenni ederken kültürden ve estetikten nasibini almamış açgözlülerin dünya çapında kıskanılan bu hazinelerden uzak durmasını rica ediyorum.
(Bu yazılanlara ilham veren kişinin yabancı, ayrıca putlara taparmış gibi taşları seven birinin olması birilerini iyice provoke etmesin?)
Koudelka’nın İsrail macerasını merak edenler için Gilad Baram imzalı Koudelka Shooting Holy Land belgeselini tavsiye ederim.
(RL/AS)