İlginçtir, kadın ezildiği yerden övülüyor. Analığından misal. Ayakları altında serili bir 'cennet' var, kendi yaşayamıyor. Doğurmak isteyip istemediğini kimse sormuyor ama doğurduğuyla yargılanıp, bölünüp, çarpılıyor, parçalanıyor kadınlar...
Ne de olsa, "Bu çocuğu hep sen şımarttın hanım..."
Lakin, erkeğin, erkekliğine halel getirecek yerin, değişen politik aksiyonlara göre şerbetlendiğine pek rastlamıyoruz. Öyle kırmızı çizgilerle bezenmiş ki 'erk'ekliğin kuralları, asla ve kat'a bu mahreme dil uzatmayı haddimiz görmüyoruz. En çok da, din ve gelenek kisvesi altında malum sisteme by-pass edilen kadınların şahitliğinde; bizzat kadınlar olarak, kendi dilimizle, kendimizi öldürüyoruz.
Kadınların, erkekle ayrı büyütülmeye, ayrı değerlere denk düşüp, ayrı vazifelere layık görülmesine alıştırıldık. Gün, bugün. Kadınları da ayırdık.
Taş kalpli cani kim? Kutsal ana kim?
Yukarıdaki sözü hatırladınız mı? Açalım:
"Ülkemizde 'Bize anne demeyin' diyen kadınlar var, onu da profil olarak önünüze koymak istiyorum. Onlara da söyleyecek hiçbir sözüm yok. Bu toprakların adı babadolu değil, anadoludur. Bu topraklarda kadın da olsa, taş kalpli canilerin tahrikleri asla alıcı bulamaz."
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, konuşma sırasında; "Taş kalpli caniler" dediği sırada 'Kadından Sorumlu'luğunu çekmiş Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, avuçları patlarcasına alkışlıyor. Dönüp, arka sıralara bakıyor. Yüzündeki, başbakandan tescillenmiş gururu "Hepimiz kutsal anayız" edasıyla yayıyor. "Vatan sağolsun" demeye maruz bırakılmış onlarca kadın da, başbakanın onları ayırdığı "öteki kadınlardan üstünlük" apoletlerini iliştiriyorlar omuzlarına.
Başbakan, bu duygusal konuşmasında, öldürülen PKK'lilerin tabutuna sarılan, ağlayan, ağıt yakan kadınlardan bahsediyor. "Bunlar insan olamaz" diyor.
Kime söylüyor bu sözleri? Analara.
"Taş kalpli caniler" diye anlatıyor "Öteki Analar"ı. O çocukları doğuranları. Anladığımız, Başbakan, kimin anası olduğumuzla ilgili. Zira anamızın kim olduğunu tespit ettiği anda, "Al da git" diyor zaten. "Asker doğuran analar" ve "PKK'li doğuran caniler" olarak bir kevgiri var kafasında belli ki.
Oğlan doğuran ile kız doğuran arasında ayrım yapılan çağdan bu yana geldiğimiz nokta, şahane değil mi sizce de?
Sadece on yılda değil, her fırsatta savaşın hedefine oturtulan kadınların, analığı ve ağlaması politikasını benimseyen başkanlar, bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları aynı pilavı kaşıklamaya devam ediyorlar.
"Analar ağlamasın..."
Dediği doğru. Katılıyorum. Analar ağlamasın.
Biraz başbakanlar ağlasın. Cumhurbaşkanları ağlasın. Babalar ağlasın mesela, abiler ağlasın biraz da. Bakanlar ağlasın silahların gölgesinde girdikleri şehirlerde, kaymakamlar ağlasın yumrukların değil bombaların acısıyla.
Tersine dönse dünya
Başbakan ve civarı erkeklerden söz edip, aynı erkekliğin tanıdık, sıkıcı ezberlerinden bahsetmeyeceğim. O ve o gibiler zaten bin yıllardır öyle düşünüyor ve bu konuda samimiyetle saçmalayabiliyorlar.
Peki ya devlet erkanındaki 'sorumlu' kadınlar ne düşünüyor? Oturdukları koltukları, neye göre, kime göre ayırıyorlar?
Fatma Şahin kimin bakanı?
Kadınlarla tartışmaktan hep çekindim. En haksız hallerinde bile, bu fikirlerini, erkeklerin yazdığı gelenekten aldıklarını bilerek tartışmamaya imtina ettim. Anlaşmak istedim. Yine öyle yaparak sormak istiyorum.
Çok değil, bir sene evvel, 236 kadın örgütünün temsilcilerini bakanlığına çağırıp, "Haydi kadınlar, hep birlikte yazacağız 'şiddetten korunma' kanununu" dedi Bakan Fatma Şahin. Yüz güldürdü. Açık söylemek gerek. Daha önce, böyle bir çağrı ile karşılaşmamıştı kadın örgütleri. Aralarında çoğunluğu feminist olan kadın avukatların gece gündüz uykusuz kalarak yazdığı bir taslak çıktı meydana. Müjde diye çaldı telefonlar. Tam istediğimiz gibi. Çok kapsamlı.
Ne oldu?
Bakan Şahin, beğendiremedi taslağı. Haydi bir daha. Yine oturup gece gündüz çalıştı kadınlar. Ve yine kırpıldı, kırpıldı, kırpıldı... Evli kadını koruyan kanun olarak, 'Aile'den sorumlu oluşuna yakışır bir kanunu, kadın katillerinin hepsini yargılamış edasıyla sundu bakan.
"Hangi hassasiyet taslağın ilk haliyle geçmesini onaylamadı? Taslağın o haliyle geçmesi, hangi ilkenize ters düştü?"
236 kadın örgütünün de sorduğu bu soru, gece gündüz çalıştırılıp, kandırılmanın üstüne bir de cevapsız bırakılarak, teşekkür niyetine sunuldu.
İzmir Karabağlar Karakolu'nda, polislerden dayak yediği görüntüler hasbelkader medyaya yansıdığı için gündem oluşturan Fethiye Cengiz davası sürecinde, "polisin mutluluğundan sorumlu" İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, "Bir kadını dövdüler diye polisleri asacak değiliz" dedi. "Bunlar hep, polisimizi yıpratma politikaları" diye de ekledi. Bakan Fatma Şahin, Fethiye'nin yıpranma payı için ne yaptı? Kol kırıldı, yen içinde kaldı.
İslami değerleri öncelik olan çoğunluğun tabanını oluşturduğu bir partinin mensubu olarak, kamuda başörtülü çalışma hakkı için, "Konjonktür uygun değil. Her ihtiyaca hemen cevap veremeyiz" dedi aynı Bakan Fatma Şahin. Kamuda başörtülü çalışmak isteyen kadınların ya sesi duyulmadı ya da ses olmadı. Ne de olsa, babaların, abilerin önceliği "kamuda kadın"dan evvel, "yuvada kadın"dı.
Medya ile anlaşamadığı tek konu, reyting sorunu oldu mesela. Talimatının işlemediği "bıçak sırtı" manşetlerin peşine düşmedi. Ama kadın cinayeti rakamlarının ve gerekçelerinin açıklandığı insan hakları derneklerinin aylık yayınladığı raporları, "Abartılmış şeyler" diyerek, "Yayınlamak sakıncalı" bulundu. Bir çocuğun, annesini "sırtındaki bıçak" fotoğrafıyla hatırlamasına neden olacak zihniyeti dert etmedi. "Sayılar öldürüyor" dedi.
TV dizi ve filmleri için de hayli çarpıcı konuştu hakikaten; "Aileyi parçalayan, bizi biz yapan değerleri yok eden, nikahsız yaşamayı çok normal bir ilişki gibi anlatan birçok dizinin Türk toplumunu ciddi manada sıkıntıya soktuğunu, yönlendirdiğini görüyoruz" dedi. Açıklamasından anladığımız kadarıyla sadece Aşk-ı Memnu izlemiş kendisi. "Töre, namus, aşk" cinayeti adı altında öldürülen kadın hikayelerinden ilham alınan dizi ve filmlerin ırkçılık pompalaması, 'namus' zerk etmesi, 'aşk'ın öldürmesi sırasında kanal zaplamış sayın bakan.
Kendisinden bir önce aynı koltukta oturan Selma Aliye Kavaf'ın "eşcinsellik hastalıktır" söyleminin puan kaybettirdiğinin farkında olacak ki, daha zekice bir açıklama ile geçiştirdi, LGBT bireylere yönelik şiddet ve cinayetleri; "Ben muhafazakar demokrat bir partinin bakanıyım. Aile değerlerini sarsmadığı sürece destek veririm" dedi. Zaten problem de bu sayın bakan. Bakanlığınızın sadece aile değerlerini koruması.
"Uludere kurbanları"
Yeni yıla günler kala, Türkiye medyasının ancak 20 saat sonra açıklamasına izin verildiği Roboski katliamında öldürülen 19'u çocuk 34 gencin ailesine başsağlığı dilemeye, üç ay sonra gitti Bakan Fatma Şahin ve müjdeyi verdi; "Terör kurbanları da, Uludere kurbanları da, sivil şehit sayılacak."
Sayın Bakan, 34 genci Uludere mi öldürdü? Kimin öldürdüğünü bu kadar mı unuttunuz? Üstelik, şehitliğin müjdesi, kara topraktan öte ne ola ki?
"Şu kadar yılda, şu kadar insan" öldüren 'terör'ü lanetledi Fatma Şahin, doğrudur. Ancak kendi iktidarları sürecinde, havan topuyla, asker kurşunuyla, F-16'larla öldürülen 120 çocuğun, ailesini kapsamadı sorumlu bakanlığı ki, o çocukların ölümü üzerine hemen hemen hiçbir soruşturma açılmadı, açılan davalarda da katil bulunamadı. Onu bırakın, devletin öldürdüğüne 'terör' diyemedi.
Daha haftalar evvel, üç günde üç çocuk öldürüldü. Adana'da polisin attığı gaz bombası öldürdü 11 yaşındaki Mazlum Akay'ı; koyun otlatırken elinde patladı 8 yaşındaki canı Sera'nın; devletin bekâsını koruyan asker, kurşunlayıp sınırın öte yanına gömdü 13 yaşındaki Veysi Demir'i de, kan izlerini takip eden babası buldu evladını.
Bu çocukların analarına ayrılacak sandalyeniz oldu mu "kutsal analar" toplantılarınızda? 17 yıldır, bu ülkenin bir meydanında tarih yazdı analar. Her Cumartesi, sebatla, inatla, bir mezar istediler, kemiklerine hasret oldukları evlatlarının. O meydanın kutsiyetini de tartıştınız mı kendi aranızda? Nedir sonuç? İkna olamadınız mı? Kutsal değiller mi hala?
Roboski'de, evlatları bombalanan anaların, meclise gelip de evlatlarını kimin öldürdüğünü sormasına dahi tahammülü olmayan; "Beni sinirlendiriyorsunuz ama..." diye cevap veren partidaşınız, AKP Grup Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı'ya da sordunuz mu, kutsal değiller miymiş yeterince?
Halkın iradesiyle seçilmiş vekillere, sizin deyiminizle 'taş kalpli caniler'e; artık meclis koltuklarını da çok gördünüz ki, "Terk edin milletin meclisini" dediniz, nihayetinde.
Oysa biz vicdanlı olduğunuza şahit olduk. Bayram günü öldürülen çocuklar için akıttığınız gözyaşları vardı. Gerçekti. Parmağınızla gösterdiniz, 10 aylıkken, o tabuta layık görülen Almina'yı. Anasının elini tuttunuz, sildiniz gözyaşlarını.
Evet Fatma Şahin, çok minikti tabutlar.
3.5 aylık Dilbirin'in, 1 yaşındaki Reber'in, 2 yaşındaki Barzan'ın, 3 yaşındaki Taibet'in, devlet nezaretinde öldürülen 500'den fazla çocuğun tabutları gibi.
Almina'nın da, Reber'in de sesi yok artık. Soramazlar bizi kim öldürdü, ne için, kaç millet, kaç dil, kaç vatan için?
Hangisi daha değerli? Daha lanetli?
Ama Almina'nın anası kadar ister, Reber'in anası da, çocuğunun ölümüne birileri üzülsün, duysun. Almina'nın anası kadar Reber'in anası da ister, çocuğunun katili bulunsun.
Merak eder, onun çocuğunun cenazesine niçin katılmadığınızı?
"Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni terk edin" dediğiniz "taş kalpli caniler" Almina'nın adını da, Serap'ın adını da, Reber'in, Ceylan'ın adını da biliyorlar. Canlısını görünce sarılıyorlar her ikisine de; öldüğünü görünce, devletin öldürdüğü evlatlarını taşıdıkları acıyla taşıyorlar kucaklarında.
Peki Bakan Şahin, "Meclisi terk etsinler" diyen siz, çocukları; "cenazesine katıldıklarınız ve katılmadıklarınız", kadınları ise "taş kalpli cani" ya da "kutsal ana" olarak bölmekle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı görevini adil ve hakkaniyetiyle yaptığınıza inanıyor musunuz sahiden?