Altyazı’nın Gayri Resmi ve Resimli Türkiye Sinema Sözlüğü 102 yazarın kişisel yorumlarıyla kaleme aldığı, birbirine referanslı 252 maddeden oluşuyor.
Sözlük, Altyazı Dergisi’nin 150. sayısı vesilesiyle yayınlandı. Çok yazarlı olabildiğince kişisel bir sözlük bu; bu nedenle sıcak, tanıdık maddelerden oluşmuş. Kapsayıcılığı da yazarlarının “kişisel ilgi alanları, akademik çalışmaları, kişisel deneyimleriyle” belirlenmiş.
Sözlük maddelerine şöyle bir baktığınızda zaten bu hemen anlaşılıyor. “Ama Arkadaşlar İyidir”, "Tarkan'ın Diz Üstü Eteği", “Ertem Eğilmez’in Evi”, “Turist Ömer Selamı”, “O Biçim Sinemalar”, “Haydarpaşa Garı”, “Kadraj Dışından Gelen Tokat” diye uzayıp gidiyor.
Kadraj dışından gelen tokat
“Kadraj Dışından Gelen Tokat”ta duraksamak gerek. Aslı Özgen Tuncer yazmış bu maddeyi.
Madde şöyle: “Kadraj dışından şlakkk diye iniyor tokat; kahkahalar atıyor Neriman. Katıla katıla gülmekle hıçkıra hıçkıra arasındaki o histerik bölgeye sürüklenecek birazdan. Ağlayacak. Biz de rahatlayacağız. Katarsis. Utanç ancak yanağa inen tokatla ve ardından gelen gözyaşlarıyla yıkanır Yeşilçam’da. Ağlamak en hakiki duygudur. Kahkaha ise femme fatale’dir. Femme fatale, kötüdür. Dolap çevirir, kandırır, yuva yıkar, hayatları mahveder, üstelik küstahtır. Elbette gün gelecek (çoğunlukla senaryonun son yarım saatlik diliminde) pişman olacak, dize gelecek, tepeden bakan tahtından inecek, eşekler gibi ağlayacaktır! Erkek iktidarı yeniden tesis edilecek, femme fatale ya çaresizliğe sürüklenerek harap olacak, ama daha da iyisi ehlileşecektir. Tokadın kadrajın dışından gelmesi boşuna değildir. Kameranın bakışı erkek bakışıdır, tokadı atan da bu bakışın sahibinden başkası değildir.”
Maddenin devamı var; ama bu kadar yeterli. Kısacık bir yazıda müthiş bir çözümleme var.
Yeşilçam filmlerinden parçalara youtube üzerinden gülmeye alışmış yeni nesillerin gözünü açmasını umduğum bir metin bu. Demem o ki gülüyorsunuz ama neye gülüyorsunuz, bilmekte fayda var.
Batan feodalizmin malları
Aklımda yer eden diğer madde ise “Haraptar” oldu. Nesli Çölgeçen’in “Züğürt Ağa” filmindeki satılığa çıkan köyün adıydı Haraptar. Ödül Gökçe’nin maddeyi yazarken kullandığı “batan feodalizmin malları” tanımlaması çok iyi ve yerinde.
Film 1985’te çekilmiş. 1999’da Urfa’daki köyün gerçekten satışa çıkarıldığını hayal meyal hatırlıyordum. Sözlükten öğrendim doğrusunu: “Urfalıların yıllar sonra aktardığına göre satışa çıkarılan komşu köydür; nam-ı diğer Haraptar’daki şiddetli ihtilaf ise tapu kadastronun gelişiyle ağa ile köylüler arasında yaşanmıştır. Haraptar, artık mekandan bağımsız pek çok duruma uyarlanabilen bir çelişkinin adıdır.”
Kelebek gibi bir varoluş
Sözlükteki hemen tüm maddeler yetkin bir dil, bilgi ve anlayışla yazılmış. Haraptar’ı bitirip karşı sayfaya geçince “Hayalet Oğuz” maddesi karşıladı beni. Nagehan Uskan yazmış, ne de iyi etmiş. Üstelik Can Yücel’in Hayalet Oğuz için yazdığı şiiri de alıntılamış. Bilenlerin bildiği bir isim Hayalet Oğuz. Çok da bilinmemesi şaşırtıcı değil. Bilenlerin de birçoğu da muhtemelen gerçek isminin Oğuz Haluk Alplaçin olduğunu bilmez.
Nagehan Uskan’ın anlatımıyla “Beyoğlu sokaklarında hayalet gibi gezer, hiçbir şeyi tutmaz, hiçbir şeye tutunmazmış. Sahip olmayı, aidiyet duygusunu reddetmiş. Kısacık, Tezer Özlü’nün deyimiyle kelebek gibi bir varoluşa sahip olmuş, hayalet gibi bir ömür geçirmiş”. Birçok senaryoya imza atmış ama rivayet o ki o filmlerin ne ismiyle ne cismiyle ilgilenmiş, gidip seyretmemiş bile…
Hayalet Oğuz’u okuyunca; sinemanın kıyısından köşesinde geçmiş ya da tam ortasında olmuş hatta onu sırtlamış çok bilinmeyen isimlerin peşine düştüm.
Ayşe Nana, sonra Godzilla Selahattin ve Nuri Kırgeç
Ayşe Nana unutulmamıştı mesela. 2014’ün ilk aylarında İtalya’da öldüğünde keşfedilen; “Fellini’ye dansıyla Dolce Vita’ya ilham verdi” cümlesiyle yıllar sonra yeniden sevilen göbek danslı film alt türünün öncüsü Ayşe Nana’yı Ahmet Gürata yazmış.
Sonra seti engelleyen bir vosvosu tek başına yana çektiği için Metin Erksan’ın Godzilla Selahattin adını taktığı set amiri Selahattin Geçgel’i Nil Kural unutmamış.Ve Nuri Kırgeç var; Yeşilçam’ın bir dönem hemen tüm filmlerinin sanat yönetmeni, kostüm tasarımcısı. Kırgeç aynı zamanda oyuncu ve senaristti. Özgür Çiçek yazmış Kırgeç’i; doğal olarak gece kabuslarından yola çıkarak yarattığı “Dünyayı Kurtaran Adam”daki kostüm tasarımcılığı ve sanat yönetmenliği anekdotlarıyla anlatmış onu.
İki dost
Dünyayı Kurtaran Adam bir kült film. Kült film denilince akla bir dönem Metin Demirhan gelirdi. Giovanni Scognamillo ile Fantastik Türk Sineması (2002) ve Erotik Türk Sineması (2002) kitaplarını yazmıştı. Demirhan’ı ise Yeşim Tabak anlatmış.
Metin Demirhan maddesini okuyunca anılarımın canlanması kaçınılmazdı. Atlas Pasajı’ndaki dükkanı Atılgan Cult Shop’un çizgiroman vesilesiyle müdavimiydim. Metin’i hatırlayınca ister istemez Sadi Konuralp gelir aklıma. Sadi, Beyoğlu’nda eski bir binadan düşen molozun başına çarpması sonucu hayatını kaybetmişti. O sırada yanında Metin Demirhan vardı. Sadi, Ankara’dan gelmişti; muhtemelen yine bir araştırma için ya da bir konferans ya da panelde konuşmacı olduğu için. Yıl 2003’tü, Metin’i ise 2007’de beyin kanaması sonucu kaybettik.
Sözlüğün yazarlarından Kaya Özkaracalar, Sadi’yi yazmıştır diyerek S harfine geçtim. Kaya, Ankara’da Geceyarısı Sineması dergisini beraber çıkarttıkları arkadaşımız Sadi Konuralp’i yazmıştı: “Film müziği araştırmaları üzerine uzmanlaşan Ankaralı sinema yazarı. (…) İkinci sayısından itibaren yazarları arasına katıldığı Geceyarısı Sinelası’nın basım ve dağıtım süreçlerinde de sorumluluk üstlenerek derginin temel direklerinden biri oldu. 1998-2003 arasında çoğu film müziği üzerine olmak üzere çok sayıda yazısı yayınlandı…”
Altyazı’nın sözlüğü atlaya atlaya, maddeler arasında koşturarak okunuyor böyle. İşte ben de böyle okurken oynadığı her sahnede usta işi oyunculuğyla parlayan Mürüvvet Sim’e geldim.
Hasan Cömert yazmış. Çok güzel başlamış ve bitirmiş üstelik. Biz de bu yazıyı Mürüvvet Sim’le bitirelim:
“Yeşilçam’da kalabalık aile filmlerinin hem güldüren hem ağlatan ‘tatlı teyze’ karakterini Adile Naşit tek başına kapatınca Mürüvvet Sim’e ‘dedikoducu’, ‘cadaloz’, ‘komşu kadın’ rolleri düştü hep. Adile Naşit, Münir Özkul, Şener Şen gibi oyun gücü yüksek isimlerin karşısında oynadığı sahnelerde (Neşeli Günler -1978, Renkli dünya – 1980 gibi) en az onlar kadar iyi oynamasına rağmen, rolünün ağırlığından olsa gerek ‘Mürüvvet Sim’in şu filmi, şu sahnesi…’ diye hatırlamaz (…) Yılda ona yakın film, yan rollerde geçen bir ömür, yeteneğine rağmen hiç duymadığı övgüler. İyi şeylerin ilgiye ihtiyacı yoktur derler. Galiba bu da biraz böyle bir hikaye.” (HK)