Uzun bir yazı bu, içinde çok önemli bir araştırmanın özeti ve değerlendirmesi var.
Okurlar sabır gösterir ve sonuna kadar okursa gıda güvenliği, toksik kimyasallar ve bireysel maruziyet üzerine çok değerli bilgiler öğrenebileceklerini, nasıl bir gıda sistemi içinde yaşadığımızı daha iyi fark edeceklerini düşünüyorum.
Şimdi böyle yazınca politik tutum takınan bir bilim insanı olarak suçlanıyorum belli kesimler tarafından, ama bir kez daha belirteyim, ne yediğimiz, ne içtiğimiz, çocuklarımızı neyle beslediğimiz ya da neleri yediremediğimiz, beslenirken nelere yol açtığımız politik bir sorundur zaten.
Öncelikle şunu söylemeliyim: Bu yazı bal sektöründe bir üretici olarak faaliyet gösteren A ya da B şirketini değil, A’dan Z’ye bütün şirketleri ve konuyla ilgili kamu kurumlarını hedef alıyor.
Bu yazının odak noktası polen, dolayısıyla semt pazarında satılan poleni üreten üretici de, internet satış sitelerinde ya da eczaneler de satılan poleni üreten üretici de yazının kapsama alanına giriyor.
Bunu yazmak zorunda hissediyorum kendimi, çünkü bazı şirketler yazdığım yazıların ticari faaliyetlerine zarar verdiğini iddia ediyor. Ancak bu konuda daha önce yazdığım yazılarda da vurguladığım gibi bu mesele Türkiye genelinde polen üretimiyle iştigal eden herkesi ilgilendiriyor. Toplum sağlığıyla, özelikle de çocuk sağlığıyla ilgilenen her kesimin de bu meseleyi dikkate almasını öneriyorum.
Son birkaç yıldır Bianet’te belirli zaman aralıkları ile arı ürünlerinde özellikle de polende, bazı bitkisel çaylarda, kekik başta olmak üzere bazı baharatlarda bulunabilen çok yüksek derecede toksik bir madde olan pirolizidin alkaloitleri meselesi üzerine yazıyorum.
Pirolizidin alkaloitleri tabiatta bazı çiçekli bitkiler tarafından üretiliyor. Akla pirolizidin alkaloitlerini içeren bitkiler ülkemizde bulunuyor mu sorusu gelecektir. Bu konuda ulaşabildiğim bir akademik yayından derlediğim ve aşağıda sunduğum bilgiler yaygın olarak bulunduğunu gösteriyor.
Pirolizidin alkaloitlerini içeren bitkilerin ülkemizdeki dağılımı
Dünyada 6000’den fazla bitki türünde bulunan pirolizidin alkaloitleri en fazla Asteraceae (Papatyagiller), Boraginaceae (Hodangiller) ve Leguminosa (Baklagiller) familyasında yer alan bitki türlerinde bulunuyor.
Bu familyalar içinde yer alan Senecio, Crotalaria, Heliotropium, Echium, Trichodesma ve Symphytum pirolizidin alkaloitlerini en fazla içeren bitki türleri. Bu bitki türlerinin birçoğunun ülkemizde de yaygın bir şekilde bulunduğu ve her bölgede geniş bir dağılım gösterdiği belirtiliyor.
Bu bitki türlerinin bazıları halk arasında Kanarya otu, Yakup kanarya otu, Adi kanarya otu, Grip otu, Engerek otu, Bambul otu, Dağ minesi, Unutma beni, Mavi köpek dili olarak anılıyor. Bu tespitler pirolizidin alkaloitlerinin ülkemiz genelinde elde edilen polen ve polenden yapılan ürünlerde bulunma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor.
Polen üretimi ve sorunlar
Pirolizidin alkaloitleri hem hayvanlar hem de insanlar için karaciğerde toksik etkilere yol açıyor, akut zehirlenmelere ve kronik sağlık sorunlarına neden olabiliyor.
Gıda olarak tükettiğimiz yiyeceklere bu bitkilerin karışması örneğin kekiğe benzeyen bir bitkinin kekik toplarken kekiğe karışması ya da çiçekli bitkilerden polen toplayan arıların zehirli madde üreten bu bitkilerin polenlerini de toplaması, daha sonra kovanda toplanan polenlere pirolizidin alkaloitlerini bulaştırıyor.
Bitkisel çaylar, polen ve kekik bu konuda yapılan çalışmalarda dikkat çekilen riskli ürünlerin başında geliyor. Literatürde polenle ilgili yayınlar epeyce çok.
Türkiye’de 8 milyondan fazla arı kovanı var. Dünya arıcılık sektöründe üçüncü sırada, bal üretimi sıralamasında ise 2. sırada yer alıyor. Hemen her bölgemizde arıcılık faaliyeti yapılıyor, ancak ne miktarda polen üretildiğine dair bir kayıt bulamadım.
Konuştuğum bal üreticileri bir yıl içinde tek bir arı kovanından 10 kilogram civarında polen toplanabileceğini ve ülkemiz genelindeki polen üretiminin 50 ila 100 ton arasında olabileceği belirttiler. Bu miktarın ne kadarlık kısmının paketlenerek insani tüketime sunulduğu da çok belirsiz.
Pirolizidin alkaloitleri meselesi Avrupa Birliği ülkeleri başta dünyanın çeşitli ülkelerinde son yıllarda ciddi bir tartışma konusu. Ülkemizde bu meseleyle ilgili olması gereken kurumların başında Sağlık Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı geliyor.
Ancak her iki kurum da görebildiğim kadarıyla bu meselenin boyutlarını tespit etmek ve çözmek için en küçük bir adım atmıyor. Tarım Bakanlığı’nın pirolizidin alkaloitlerini içerme ihtimali yüksek olan gıda ürünlerinde bir durum tespiti yapmaya yönelik bir çalışma yaptığını düşünmüyorum.
Böyle bir durumda başka ülkelerde yapılan çalışmalara bakarak içinde olduğumuz duruma biraz ışık tutmaya çalışmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden.
Ben de bunu yapmaya çalışacağım.
Geçen Mart ayında polende bulunması muhtemel pirolizidin alkaloitleri hakkında Almanya’da yapılan bir bilimsel araştırmanın sonuçları açıklandı. Araştırmanın polenle ilgili olması da ülkemizi yakından ilgilendiriyor.
Polen ülkemizdeki internet satış sitelerinde, şirketlerin internet satış portallarında her gün kaşık kaşık tüketilmesi önerilen bir ürün. Araştırma sonuçları bu önerinin çok ciddi sağlık riskleri doğurabileceğine işaret ediyor.
Araştırma sonuçlarını kısaca özetleyeceğim.
Almanya polen çalışması
Yapılan araştırmada 2019 yılı Temmuz ayında Almanya’nın Güney bölgesinden arı poleni örnekleri toplanmış. Çalışma en riskli durum senaryosuna göre planlanmış ve pirolizidin alkaloitlerini üreten bitkilerin çiçek açtığı dönem olan Temmuz ayında çalışma yürütülmüş. Böylece pirolizidin alkaloitlerinin toplanan polenlerde en yüksek hangi miktarlara kadar çıkabileceği belirlenmeye çalışılmış.
Araştırmada düşük miktarda da olsa pirolizidin alkaloitlerine kronik olarak maruz kalmanın karaciğer sirozu gibi hastalıklara neden olabileceği ya da metabolik süreçte oluşan genotoksik ve kanserojenik kimyasal maddeler (metabolitler) nedeniyle kansere neden olabileceği belirtiliyor.
Yayında, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) ve benzeri kurumların yaptığı çalışmalar özetlenerek kanser oluşumu riskinin kontrol altına alınabilmesi için çeşitli gıdalar yoluyla günlük olarak vücuda giren pirolizidin alkaloitleri miktarının kilogram vücut ağırlığı başına 0.024 mikrogramı (bir gramın binde biri) aşmaması gerektiği belirtiliyor.
Bu çok önemli noktanın tüketiciler tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için bir örnek vereceğim.
Belirtilen 0.024 mikrogram değeri vücut ağırlığı farklı olan bireylerde sağlık riski doğuracak toksik madde miktarının da farklı olacağı anlamına geliyor.
Bianet’te yazdığım yazılarda çocukların toksik kimyasal maddelerin zararlı etkilerine yetişkinlere kıyasla daha hassas olduğunu sıklıkla vurguluyorum. Pirolizidin alkaloitleri ile ilgili yapacağımız bir hesaplama buna çok iyi örnek oluşturuyor, yetişkinlere kıyasla çocuklara zarar veren toksik madde miktarının çok daha az olduğunu gösteriyor çünkü.
Bir kişinin vücut ağırlığı ile 0.024 mikrogram değerini çarparak bir sağlık riskini azaltmak için günlük olarak maksimum ne miktarda pirolizidin alkaloiti alınabileceği belirlenebilir. Örneğin 75 kilogram ağırlığındaki bir yetişkin için bu miktar 1,8 mikrograma (70x0,024= 1,8 mikrogram), yaklaşık 30 kilogram ağırlığındaki bir çocuk içinse yaklaşık 0,7 (30x0,024_0,7 mikrogram) mikrograma karşılık gelir, eğer çocuğun ağırlığı 20 kilogram olsaydı o zaman bu değer 0,48 mikrograma denk gelecekti.
Peki bu değerleri nasıl yorumlayacağız? Sağlığımızın tehdit altında olup olmadığını nasıl bileceğiz? Elimizde hesap makinesi alıp sürekli hesap mı yapacağız? Sıklıkla önerildiği gibi her gün iki, üç ya da dört kaşık polen yemeye devam edecek miyiz?
Hayır, bireysel olarak yapılabilecekler çok sınırlı. Bir birey olarak yemek ya da yememek noktasında bir tercih yapılabilir ancak.
Mesele kamu kurumları ve arıcılık sektörü bu sorunun farkına vararak gerekli adımları hızla atmadığı sürece çözümlenemez.
Ülkemizde bir yıl içinde üretilen ve çok sayıda şirket tarafından piyasaya sunulan polen ve polenden üretilen ürünlerdeki pirolizidin alkaloitleri miktarının en kısa sürede belirlenmesi gerekiyor. Pirolizidin alkaloitlerini içeren ürünlerin satışa sunulmaması gerekiyor. Ancak bu noktaya geçmeden önce örnek hesaplamaya devam edelim.
Almanya’da yapılan çalışmada 42 farklı kimyasal yapıya sahip pirolizidin alkaloitinin polen örneklerinde olup olmadığı analiz edilmiş. Farklı bölgelerden toplanarak analiz edilen 57 adet polen örneğinden 52’sinin (yüzde 91) pirolizidin alkaloitlerini içerdiği belirlenmiş. Belirlenen miktar bir gram polende 0,48 ila 48,400 nanogram arasında değişiyor; bu değerleri mikrogram cinsinden ifade edersek, gramda 0,00048 ila 48,4 mikrograma karşılık geldiğini söyleyebiliriz.
Analiz edilen 52 örnekten 16’sında belirlenen pirolizidin alkaloitleri miktarının gramda 1 mikrogram seviyesini aştığı belirtiliyor. Araştırmada bir çay kaşığı polenin yaklaşık 5 gram olduğu belirtilerek günde iki çay kaşığı polen yemenin vücuda 10 mikrogram seviyesinde pirolizidin alkaloitleri alındığı anlamına geldiği ve bu durumun ciddi bir sağlık riski doğurabileceği belirtiliyor.
Her gün 2 tatlı kaşığı tüketildiğinde ise bu miktar en az 20 mikrogram seviyesine çıkacaktır. Bu değer 30 kilogram ağırlığında bir çocuk için günlük maksimum maruz kalması önerilen pirolizidin alkaloitleri miktarından (0,7 mikrogram) 28 kat, 20 kilogram ağırlığındaki bir çocuk içinse yaklaşık 42 kat daha fazladır.
Almanya’da yapılan çalışma sonuçlarına göre yapılan bu değerlendirmelerin en kötü durum senaryosu dikkate alınarak yapıldığını hatırlatmalıyım.
Üstelik yediğimiz polenin ne ölçüde sindirime uğradığı ve içerdiği bileşenlerin ne kadarlık kısmının emilime uğradığı da belirsizdir. Ancak araştırma bulguları sürekli polen yemenin, ülkemizde hemen her internet satış sitesinde, firmaların satış portallarında ya da sosyal medyada önerildiği gibi her gün kaşık kaşık polen yemenin çok sakıncalı olabileceğine dikkat çekiyor.
Bazı çözüm önerileri
- Piyasada satılan polen ürünleri ile ilgili riskler bilinmediği için bu ürünlerin satışını durdurma, yapılacak analiz faaliyetlerinden sonra uygun olduğu belirlenen ürünlerin satışına izin verme yöntemi ihtiyat ilkesinin bir gereği olarak uygulanmalıdır.
- Kısa vadede ilk yapılacak işlerden biri, çok sayıda ülkede yapıldığı gibi Tarım ve Orman Bakanlığı’nın da ülkemiz genelinde üretilen polenlerde, yıl boyunca yapılan polen hasadını da dikkate alarak pirolizidin alkaloitlerinin miktarını belirlemeye yönelik bir çalışmayı hızla tamamlaması. Bu çalışma bitkisel çaylar ve baharatlar içinde yapılmalı ve günlük diyette polen ve diğer kaynaklardan maruz kalınan miktarla ilgili bir tahmin ortaya konulmalı.
- Ülkemiz genelinde pirolizidin alkaloitlerini içeren bitkilerin coğrafi dağlımı belirlenmeli ve o bölgelerde yapılan polen toplama faaliyetleri kontrol altına alınmalı.
- Pirolizidin alkaloitlerini içeren bitkilerin yoğun olduğu bölgelerde, bu bitkilerin çiçeklenme dönemlerinde polen toplama işi eğer mümkünse askıya alınmalı.
- Sadece polen değil piyasada “bitkisel”, “doğal” vb. başlıklar altında satılan çeşitli ürünlerin sağlığa olan olumlu etkileri genelde belirsizdir, akademik literatürde ciddi bir tartışma konusudur.
Bu ürünlerin sağlık üzerindeki olumlu etkilerine yönelik iddiaları ön plana çıkaran ancak sağlık risklerini gizleyen tanıtım, reklam ve pazarlama teknikleri tüketicileri yanıltmakta, bu tip ürünlerin bütünüyle “güvenli” ve “sağlıklı” olduğu algısı yaratmaktadır. Bu yanlıştır, halka eksik-yanıltıcı bilgi vermektir. Reklam-tanıtım faaliyetlerine toplum sağlığını korumayı ilke edinen bir çerçevede sınırlama ve düzenleme getirilmelidir.
- Türkiye’de 40 binden fazla arı ürünleri üreticisi olduğu belirtiliyor. Arı ürünleri üretimi alanında faaliyet gösteren şirket, kooperatif vb. kurumlar ile ilgili akademik kurumlar bu meselenin çözümü için bir araya gelerek bir yol haritası oluşturmalı.
- Kamuoyunda, tüketiciler arasında polen ve polenden imal edilen ürünler, bitkisel çaylar, kekik vb. gibi baharatların şifalı bir ürün olduğu algısı problemlidir. Bu algının düzeltilmesi gerekiyor. Bir ürünün sadece sağlığa olan olumlu etkileri dikkate alınarak satış ve pazarlama yapılamaz. Sağlık zararı da dikkate alınmalı hatta öncelikli mesele olarak değerlendirilmelidir.
Bu meselenin ciddi bir mesele olarak kabul edilmesi ve farkındalık yaratılması gerektiği çok açıktır.
(BŞ/EMK)