Tarımsal işletmeler küçülüyor
Küçülme ya da ufalanma özellikle küçük işletme diliminde gözlenmektedir. İşlediği toprağın büyüklüğü -rasyonel bir işletmeciliğe elvermeyecek olan- 20 dekarın altındaki cüce işletmeler, 1991de yüzde 34.9luk bir orana ulaşırken, tarımsal toprakların ancak yüzde 5.6sını işleyebildiği için ortalama büyüklüğü 9.5 dekara düşmüştür. 1950-91 yıllarını kapsayan 40 yıllık dönemde, işletme başına ortalama büyüklük, 21-50 dekarlık işletmelerde 35 dekardan 30.3 dekara, 51-100 dekarlık, işletmelerde ise 72.7 dekardan 65.6 dekara düşmüştür. Ortalama işletme büyüklüğü Güneydoğu Anadoluda 147, Ortagüneyde 80, Ortakuzeyde 76 dekar iken, Karadeniz Bölgesinde 28 dekara dek düşmektedir.
İşletmelerin çoğu çiftçinin geçimine yetmiyor
DPTnin yaptığı hesaplamalara göre, en az geçim düzeyini sağlayabilecek toprak genişliği Orta Anadolu için 90 dekar, Karadeniz Bölgesi için 40 dekar, Ege-Marmara için 60 dekar, Akdeniz bölgesi için 50 dekar, Doğu-Güneydoğu Bölgesi için 140 dekardır. Buna karşılık Türkiyede çiftçi ailelerin üçte ikisi geçimlerini 50 dekardan küçük topraklardan sağlamak durumundadırlar.
İşletmeler dağınık ve çok parçalı
Öte yandan tarımsal işletmeler genellikle çok sayıda ve dağınık parçalardan oluşmaktadır. İşletmelerin yüzde 43.3ü 1-3 parçadan oluşmakta, bunu yüzde 22.8 ve yüzde 19.2lik paylara 4-5 ve 6-9 parçadan oluşan işletmeler izlemektedir. 10-14 parçalı işletmelerin oranının yüzde 8.9 olması, rakamsal olarak düşük bir değer gibi gözükse de tarımsal yapı açısından önemli sorundur. Aynı durum yüzde 5.8lik oranıyla 15 ve daha fazla parçalı işletmeler için de geçerlidir.
Teknoloji geri, verimlilik düşük
Küçük ve çok sayıda dağınık parçalı işletmelerin egemen olduğu tarımsal yapıda, neredeyse optimal teknoloji ve girdi kullanımı olanaksız hale gelmektedir. 1970lere oranla günümüzde daha fazla çağdaş girdiler kullanılmasına karşın birim girdiden alınan verimin düşmesi de bunun göstergelerinden birisidir. 1970 yılına oranla 1990 yılında sulama veriminde yüzde 25, kimyasal gübre veriminde yüzde 50, traktör veriminde yüzde 75 düşme olmuştur. Aynı dönemde işlenen birim alandan sağlanan ürünün yüzde 50 artmasının nedeni, 1970li yıllara göre daha fazla girdi ve emek kullanılmasıdır.
Kooperatifçilik Türkiye tarımına çok uygun bir örgütlenme biçimidir
Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi küçük ve düşük verimli işletmelerin hakim olduğu bir tarımsal yapıda üreticilerin güçlerini birleştirmeleri büyük önem kazanıyor. Dolayısıyla kooperatifçilik ekonomik olarak, sistem olarak Türkiye tarımına çok uygun bir örgütlenme biçimidir. Türkiyede uygun bir kooperatifçilik altyapısı olduğu söylenebilir. Ancak başından beri devletin ve siyasetin güdümündeki kooperatiflerin, üretici ortaklarının ürünlerini değerlendirmek yerine devlet adına destekleme alımı yapan birer alım ofisine dönüştürülmeleri üreticileri kooperatifçilikten uzaklaştırmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin koruyuculuğu altında özel girişim yoluyla bir gelişme çizgisi düşünülür ve bu çizgi 1940lara değin izlenir. Atılan adımlar kapalı ekonominin kırılması ve pazar ekonomisinin egemen kılınması amacına yöneliktir. Ticareti hızlandırıcı önlemler alınır, sanayi için ilk girişimlerde bulunulur. Kırsal kesimde ayni işlemleri ortadan kaldıracak para ekonomisini geçerli duruma getirecek (aşarın kaldırılması, medeni kanunun çıkarılması, kadastro işlemlerine başlanması vb.) uygulamalara girişilir. 1930lara doğru dünya ekonomisinin içinde bulunduğu durumun da etkisiyle yeni bir sürece girilir. Bu noktadan sonra, devlet bir işletmeci olarak doğrudan doğruya ekonominin içine girmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kooperatifler kırsal alanda pazarı genişletti
1928de büyük bir kuraklık geçiren tarım, bunalım içindedir. Buna, özelikle dışsatım ürünlerinin fiyatlarındaki düşmeler de eklenince köylü tam bir yoksulluk sürecine girer. Bu arada vergiler artırılır, ancak, bir toplumsal politika önlemi olarak kooperatifçilik yasasının çıkarılması da gündeme gelir. Aslında bu yasa iki yönlüdür. Tarım kesiminin sıkıntıdan bir ölçüde kurtulması toplumsal bir patlamayı önleyecek, öte yandan, ticaret ve sanayi burjuvazisi tatlı kârlar sağlayacaktır. 1935e dek geçen yıllarda köy ve köylü neredeyse unutulur.
Büyük bunalımın etkisini yitirmeye başladığı günlerde kırsal kesim yeniden gündeme gelir ve kooperatifçilikle ilgili iki yasa birden çıkarılır. Amaç yine eskiden olduğu gibi ikilidir. Hem toplumsal çalkantı olasılıklarını ortadan kaldırmak ya da azaltmak, hem de uygulanan iki sanayi planı sonucu ortaya çıkan eserlere girdi ve sanayi ürünleri için kırsal kesimde pazar olanakları sağlamak (Varlık, 1980).
2 Kasım 1935 tarihinde yürürlüğe giren 2834 sayılı tarım satış kooperatifleri ve birliklerine (TSKB) ilişkin yasaya göre kooperatifler ve birliklerin amacı şu şekilde saptanmıştır: Ortakların ürünlerine pazar payı bulmak, gerekirse ürünleri işleyip satmak, fiyat dalgalanmalarını önlemek ve ürünün değer fiyatına satışını sağlamak, ürünlerde standartlaşmaya gidip dışsatım olanaklarını artırmak, ortakların gereksinim duyduğu araç ve gereçleri toplu olarak ucuz fiyata edinip dağıtmak.
Bu yasaya dayalı olarak tip anasözleşmenin hazırlanmasından sonra, bugünkü TSK 1937den başlayarak kurulmaya ve değişik birlikler içinde örgütlenmeye başlamışlardır. Ancak, öncelikle belirtmek gerekir ki TSKBye ilişkin yasa, özü itibariyle, kırsal kesimdeki sömürüyü sistematikleştirmeyi hedefleyen bir nitelikte idi ve tarımdan sanayiye fon aktarımını bir sistematik içinde gerçekleştirmeye yönelikti. Kapalı ekonominin dışarıdan müdahale ile kırılması sürecini hızlandırıcı öğeler içermekteydi. Köyü ve köylülüğü tam bir denetim altına alırken, olası toplumsal hareketlerin önlenmesi için de önlemler getirmekteydi.
Gerek tarım kredi, gerekse tarım satış kooperatifleri yasası ile, pazarlama olanakları bulunan tarım ürünlerinin piyasadaki denetimleri sağlanmış, feodalizmin etkinliği kırılmaya çalışılırken ticaret ve sanayi burjuvazisine önemli çıkarlar sağlanmıştır (Varlık, 1980).
İlk kooperatifçilik yasası demokratik değildi
Bu yasa uyarınca kurulmuş bulunan TSKBnin işleyiş biçimi, kooperatifçilik hareketinin temel ilkesi olan demokratiklik ilkesine taban tabana zıt öğeler içermekteydi. TSK genel olarak ilgili bakanlığın tam bir denetimi altına alınmıştı ve yönetim kurulunda bakanlığın temsilcisi yer almaktaydı. Genel müdürleri bakanlıkça atanmakta, imzaya yetkili müdürlerin işe alınma ve çıkarılması işlemleri bakanlıkça yürütülmekteydi. Böylece yönetim ve denetim organlarına seçilmiş ortakların seçilmişliklerini anlamsız hale getiren yetkiler ilgili bakanlığa verilmekteydi.
TSK ve birlikleri yasasında özgür kooperatifçiliğin temeli olan genel kurul hiçe sayılmıştı. Genel kurullarda alınan kararların bakanlığın onayından geçmesi gerekmekte, bakanlık isterse, genel kurulca alınmış kararları bozabilmekteydi. Yasa, var olan durumuyla üretici kesimin herhangi bir örgütlenmesini kolayca engelleyebilecek durumdaydı. Bu olgu, yasanın toplumsal politika anlayışı açısından en önemli olan yanlarından birini oluşturmaktadır (Varlık, 1980).
Tarım satış kooperatiflerini ve birliklerini düzenleyen 2834 sayılı yasa, 1984 yılında 138 sayılı KHK ile sona erdirilmiş, kararname, 1985te 3186 sayılı yasaya dönüştürülmüştür. Ancak bu yasa ile de bağlı bulunulan bakanlığa tanınan vesayet yetkisinde bir temel değişiklik olmamıştır. 3186 sayılı yasa 2834 sayılı yasanın kooperatifler ve birlikler lehine bazı hükümlerini korumuş; bu arada birlik işletmelerinin anonim şirkete dönüştürülerek satılmasını kolaylaştırmak amacıyla 1991de 3710 sayılı yasayla 3186ya bir geçici madde eklenmiş; sonuçta 1993te 3947 sayılı yasayla yine 3186da tümü anlamlı olmayan bazı değişiklikler yapılmıştır.
Kooperatifçilik bilinci zayıflatıldı
Anayasanın 171. maddesi devlete kooperatifler üzerinde bir denetim yetkisi ile bu kuruluşları koruma ve geliştirme görevi vermiştir. Oysa, devlet -ve onu temsilen birliklerin bağlı bulunduğu bakanlık- Anayasanın verdiği yetki ve görevleri çok aşan yetkileri veren 2834 ve 3186 yasalarla kooperatif ve bitkilerde tam anlamıyla yukarıdan yönetim ilkesini, başka bir deyişle vesayet sistemini egemen kılmıştır. Demokratik yönetim ilkesinin yalnızca bir ortağa bir oy esası uygulanmış ilkede amaçlanan başka konular yaşama geçirilmemiştir. Bu uygulamalar gerek kooperatifler gerekse ortaklarında giderek kooperatifçilik bilincinin zayıflamasına neden olmuştur.
Öte yandan TSK ve birliklerinin yönetim kurulları üreticiyi temsil etmekten uzak kalmıştır. Bu kurulların seçiminde siyasal iktidarın (ve iş başına getirmiş olduğu genel müdürün), büyük toprak sahipleri ve tefeci-tüccarların etkisi büyük olmuştur. Oysa gerçek üretici olan ortakların seçimlerini kendi çıkarları doğrultusunda yapabilmeleri için, dış baskı gruplarının, özellikle üretici örgütlenmesinde -şu ya da bu biçimde- etkisi olmamak gerekir.
Kooperatifler devletin alım ofisine dönüştürüldü
2834 sayılı yasanın 17. maddesine göre, TSKB temel görev olarak ortak kooperatiflerinin teslim ettikleri ürünleri değerlendirir ve satarlar. Ancak, ihracattaki taahhütlerini miktar ya da kalite yönünden karşılamayacakları ya da hükümetçe görevlendirilmeleri durumunda ortak olmayanlardan da ürün alabilirler. Destekleme alımları yasanın bu hükmüne dayalı olarak sürdürülmüş; 3186 sayılı yasanın 27. maddesinde bu hüküm Kooperatif ve birliklere, Bakanlar Kurulu veya yetki vereceği Bakanlık ya da Kurul tarafından, ortak ve ortak olmayan üreticilerden devlet adına ürün satın alınması görevi verilebilir şeklinde ifade edilmiştir. Böylelikle olağandışı durumlarda yapılan bu alımlar, olağan alımların yerine geçirilerek gelenek halini almış ve vazgeçilmesi son derece güç duruma gelmiştir.
Bu tür alımlar aslında üreticinin salt fiyat yoluyla korunması ve desteklenmesini amaçlayan ve devletin pamuk, fındık, üzüm, incir, zeytinyağı, antepfıstığı, ayçiçeği gibi tarımsal ihraç ürünlerini satın alacak yeterli kurumları olmadığı için birliklere yaptırılan, toplumsal ve siyasal nedenlere sürdürülme zorunluluğu duyulan alımlardır. Oysa TSKnın tek ve temel görevi kamunun fiyat destekleme politikasını uygulamak değildir. Ancak sistem hem ortaklar hem de kamu kuruluşlarınca yalnız bu politikayı uygulayan bir örgüt, bir devlet ofisi olarak düşünülmektedir (Mülayim, 1975). Gerçekten, öteden beri TSK devlet destekleme politikalarının basit bir aracı olarak kullanılmışlar, genellikle ihracatçı tüccarın bir açıdan depo ve sigortası gibi çalışmışlardır (DPT, 1977).
Kısaca belirtmek gerekirse, TSK ve birlikleri yarı devlet örgütü durumuna gelmiş, bu örgütlerde asıl sahibi olması gereken ortaklar değil, büyük ölçüde devlet bürokrasisi egemen olmuştur. Bu nedenle de, TSK aracılarla yeterince rekabet edememiş, ihracatta beklenilen etkin rolü oynayamamışlardır (Mülayim, 1975).
Özelleştirme saldırısından kooperatifler de payını aldı
Türkiye tarımını çökertmek ve kendi ürün fazlalarına yeni pazarlar yaratmak için, emperyalizmin uluslararası mali örgütlenmelerinden IMF ve Dünya Bankası, var olan tarımsal destekleme sisteminin tümüyle ortadan kaldırılarak, bu kesimin giderek artan boyutlarda piyasa güçlerine teslim edilmesi yönünde reformlar dayatıyorlar. Azgelişmiş ülkelere küreselleşme söylemi içinde yeni dünya ekonomik düzenine yapısal uyum programı çerçevesinde dayatılan özelleştirme saldırısından tarım satış kooperatifleri de payını aldı.
1997 yılının sonlarında var olan tarım destekleme politikalarını değerlendirmek ve bunların nasıl iyileştirilebileceği konusunda önerilerde bulunmak amacıyla Türkiye'yi ziyaret eden Dünya Bankası heyeti, başlangıç aşamasında vardığı sonuç ve tavsiyelerini içeren Tarımsal Destek Politikasına Yönelik Öneriler: Reform Taslağı başlıklı bir rapor hazırlamıştır. Bu çalışma söz konusu heyetin başkanı John Nash tarafından daha somut hale getirilecek, 1998 yılında Tarımsal Destek Politikası Önerileri: Reform İçin Öneriler başlığı altında yayımlanmıştır.
Amaç metropollerin tarım ürünü fazlalarına pazar yaratmak
Dünya Bankasının yerel tarımı çökerterek, emperyalist metropollerin tarım ürünü fazlalarına pazar yaratmak ve Türkiye'yi uluslararası tarım sermayesinin çiftliğine dönüştürmek amacıyla hazırladığı 1997 ve 1998 tarihli reform önerilerine göre; tarım satış kooperatiflerinin reformu için kısa vadeli hedef, hükümetle tüm bağlarının ve özel ayrıcalıklarının ortadan kalkmasıdır. Hükümetçe TSKB yasasında yapılması öngörülen değişiklikler, doğru yönde atılmış bir adımdır. Çünkü bu değişiklikler hükümetin TSKB üzerinde doğrudan denetimini ortadan kaldıracak ve bunların sanayi tesislerine, özel sektör kuruluşlarında yaşandığı şekilde, borç verenlerin haciz koymasını olanaklı hale getirecektir. Ancak TSKBye hala ayrıcalık tanınmakta (örneğin öncelikli kredi sağlama olanağı gibi), bu durum da özel piyasanın tam anlamıyla gelişmesini engellemektedir.
Dünya Bankasının tarım satış kooperatif ve birlikleri konusundaki tüm eleştiri ve önerilerinin 1 Haziran 2000de kabul edilen 4572 sayılı yasada olduğu gibi yer aldığı görülecektir.
Yeni yasa ile kooperatiflere kamu desteği yasaklandı
Yapılan 18. stand-by anlaşması çerçevesinde IMFye verilen 9 Aralık 1999 tarihli niyet mektubunda, Hükümet adına sınai tarımsal ürünlere ilişkin destekleme alımlarını yürüten tarım satış kooperatiflerini ve bunların kurdukları birliklere tam özerklik sağlayan yasa 2000 Mart ayına kadar Meclisten geçirilecektir biçiminde bir yükümlülük yer almıştır. Dünya Bankası ile yapılacak ikraz anlaşmasına ilişkin olarak 10 Mart 2000 tarihinde Bankaya verilen kalkınma politikası mektubunda ise Halen Sanayi ve Ticaret Bakanlığının altında etkinlik gösteren TSKBye tam özerklik sağlayacak yasa hazırlanmıştır.
Mayıs 2000 sonuna kadar yürürlük kazanması beklenen bu yasa, tarım satış kooperatiflerinin işletmesinde tüm öncelik haklarını ve hükümetin rolünü ortadan kaldıracaktır denilmektedir. Bu ifade Banka ile 27 Mayıs 2000 tarihinde imzalanan ikraz anlaşması kapsamında verilecek 759.6 milyon dolarlık kredi karşılığında Türkiye'nin yerine getirmekle yükümlü olduğu koşullar arasında yer almıştır.
Tarımsal desteklemede alım satımdan işlemeye ve dönüştürmeye, hatta girdi sağlamaya değin çok çeşitli ticari ve sınai alanda etkinlik gösteren TSKBnin sayısı 17yi (Tarişe bağlı dört birlik tek sayılırsa 14ü) bulmaktadır. 750 bin üyesi ve 17 bin dolayında çalışanı bulunan 400 birim kooperatifin oluşturduğu bu kooperatif ve birliklerini etkin ve sürdürülebilir bir şekilde özerk ve mali yönden bağımsız kılmak bahanesiyle hazırlanan, gerçekte bu örgütlerin işletme ve tesislerinin özelleştirilmesini amaçlayan yasa, 16 Haziran 2000 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu yasanın uygulanmasıyla, özel hukuk hükümlerine tabi oldukları için doğrudan özelleştirme kapsamına alınamayan bu kuruluşlar, mali güçlerine bağlı olarak değişecek sürelerde yavaş bir yokoluş sürecine sokulmuş olmaktadırlar (Oyan, 2000).
Yönetim yapısı tümüyle devletin güdümündeki TSK ve birliklerini özerkleştiriyoruz diyerek bu kuruluşların depolama, işletme, atölye, fabrika vb. tesislerinin özelleştirilmesi, 4 milyon köylü nüfusun temsil olunduğu kooperatiflerin, çiftçilerin birikimleriyle oluşturulmuş olan öz varlıklarına devletin bir tür el atmasından başka bir şey değildir (Geray, 2000).
Yasanın, TSK ve birliklerinin sahip olduğu işletme ve tesisleri anonim şirkete dönüştürerek özelleştirilmesi için bu kuruluşların zarar ettiği gerekçesine dayandırılması yanıltıcı olduğu kadar gerçek amacı saptırıcı bir söylemdir. Bu kuruluşların zarar ettikleri bir gerçektir. Ancak zararlar, gerçekte, kooperatiflerin devletçe destekleme alımlarında görevlendirmesinden kaynaklanmaktadır.
Hükümetlerce -özellikle seçim yılları ya da hemen seçim öncesinde- belirlenen taban fiyatları, genellikle piyasa fiyatlarından daha yüksek olmuş, ayrıca, devletin isteği gereğince kooperatifler gereksinim duyulandan daha çok miktarda ürün satın almak zorunda bırakılmışlardır. Depolarda biriken ürünler kısa sürede elden çıkarılamamış, bu da maliyetleri artırmıştır. Çoğu kez, ürün stokları hükümet kararıyla, tüccar ya da sanayicilere maliyetlerinin altında satılmıştır. Öte yandan, tarım topraklarının dağılımındaki var olan dengesizlik nedeniyle, bu kooperatiflerden daha çok büyük toprak sahipleri yararlanmışlardır.
Yasada kooperatif ve birliklere, genel bütçeden yeniden yapılanma amacıyla ayrılan ödenekler dışında devlet ya da başka kamu tüzel kişilerinden (örneğin Ziraat Bankası, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu, vb.) herhangi bir mali destek sağlanamayacağı hükmü yer almaktadır. Böylece bir egemen devlet, IMF ve Dünya Bankasının yönlendirmesiyle kendi çiftçisini desteklemeyeceğini yasa hükmüyle taahhüt etmektedir.
Kooperatiflerin sınai tesisleri şirkete dönüştürülecek
Yasanın 3. maddesinde kooperatif ve birliklerin, ilk işleme niteliğindeki işletme ve tesisleri dışında kalan sonraki üretim aşamaları için kuracakları iktisadi işletmelerin, anonim şirket statüsünde ayrı bir tüzel kişilik olarak örgütlenip etkinlik gösterecekleri; geçici maddenin F fıkrasında da bu kuruluşların sahip oldukları iktisadi işletmelerin yasanın yayımını izleyen üç yıl içerisinde anonim şirkete dönüştürülecekleri belirtilmektedir.
TSKBnin öncelikle sınai işlevleri aşındırılacak, bunlar daha sonra ticari işlevlerini de sürdüremez duruma getirileceklerdir. Birliklerin taşınmazları üzerindeki haczedilemez hükmü kaldırılmış olduğu için, bu kuruluşlar ilk yıllarda işlevlerini sürdürebilmek için kesilen kamu kredileri yerine özel mali kuruluşlardan ipotek karşılığı kredi kullanmak zorunda kalacaklar; böylece önceden çökertme, ardından da tasfiye sarmalı içine çekilmiş olacaklardır (Oyan, 2000).
Yasayla, birliklerin tepesinde 4 yıl süreyle görev yapmak üzere, 7 kişiden oluşan Yeniden Yapılandırma Kurulu kurulmakta ve bu kurulun emrinde -yeniden yapılandırma, özelleştirme vb. konularında deneyimli- bir yürütme birimi oluşturulmaktadır. Yasa hükmüne göre, kooperatif ve birlikler, Sanayi ve Ticaret Bakanına karşı sorumlu olan kurulun yeniden yapılandırmaya ilişkin her konuda önerilerini dikkate almak, etkinliklerini onunla işbirliği içinde sürdürmek zorundadır.
Birlikler Dünya Bankasının kontrolünde
Dünya Bankasının telkinleriyle oluşturulan, hatta 7 üyesinden 4ünü doğrudan doğruya Bankanın atamak istediği bu Kurulun temel işlevlerinden biri, -daha önce belirtildiği gibi- birliklerin yeniden yapılandırılmalarına ve özellikle de ileri sınai işlemleri içeren sanayi tesislerinin anonim şirkete dönüştürülerek satılmaya hazır duruma getirilmelerini denetlemektir. Kurul, Dünya Bankasının uygulamayı doğrudan gözetim altında tutmasının bir aracı olarak çalışacak ve Bankanın Bakanlık prosedürleriyle uğraşmasına gerek kalmaksızın bilgilendirilmesine hizmet edecektir (Oyan, 2000).
Yasanın 1. maddesinde amacın, tarım satış kooperatif ve birliklerini etkin ve sürdürebilir şekilde özerk ve mali yönden bağımsız kılmak olduğu belirtilmektedir. Oysa, yasa, hükümetin bu kuruluşlar üzerinden elini çektirmesi yerine, bunları daha çok siyasal iktidarın güdümüne sokmaktadır. Ayrıca birliklerin tepesinde oluşturulan Yeniden Yapılandırma Kurulu aracılığıyla da Dünya Bankası, bu kuruluşların sınai tesislerinin özelleştirmeye hazır hale getirilme sürecini gözetim altında tutacaktır.
Bu yasayla TSKBye anonim şirket statüsü verilmekte, üretim ve satış işlevleri birbirinden ayrılmaktadır. Bu düzenleme uyarınca kooperatifler eskiden olduğu gibi üreticilerin ürünlerini almayı sürdürecekler. Ancak aldıkları ürünleri işlemeden yerli ya da yabancı tüccar ve sanayicilere satacaklar. Yani, kooperatifler üreticiyle tüccar arasında köprü işlevini üstlenecekler. Çünkü yerli/yabancı sanayi sermayesi kooperatiflerin egemenlik alanlarına el atmasını istemiyor.
Dünya Bankası patentli kooperatifler yasasının getirdikleri
Yeni yasa Dünya Bankasının dayattığı Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) çerçevesinde TSKBlerin yeniden yapılandırılmasını öngörüyordu. Yeniden yapılandırma için verilen süre ise yasanın Resmi Gazete'de yayınlandığı 16 Haziran 2000'den başlayarak 4 yıl olarak belirlendi. Yasa ile birliklere devletin mali destek yapması yasaklandı.
Bunun yerine 2000 yılında 250 trilyon liralık sabit bir kaynak ile döner sermaye fonu oluşturuldu. Türkiye'deki 17 birlik gereksinimlerine göre bu fondan Destekleme Fiyat İstikrar Fonu (DFİF) kredisi koşullarında kredi kullanacak ve ürün sezonu içerisinde faiziyle birlikte geri ödeyecekti. Bu çalışmayı yürütecek olan Yeniden Yapılandırma Kurulu yaklaşık 1 yıl sonra ancak kurulabildi.
Yasa ile birliklerin 1 Mayıs 2000'e kadar olan borç ve faizleri yasa çıktıktan sonra tahkim edilecek, Hazine bu borçları üstlenecekti. Ayrıca birlikler personel sayısını azaltacak ve işten çıkarılacak personelin tazminatlarını da yine Hazine ödeyecekti. Hazine de bu ödemeler için Dünya Bankası'ndan kaynak alacaktı. Yasanın çıkarılmasından bu yana üç yılı aşkın bir süre geçmesine karşın -birkaçı dışında- Birliklerin borçları tahkim edilmedi. Dünya Bankası'nın istediklerini aynen uygulayan Yeniden Yapılandırma Kurulu birliklere "Fazla ürün almayın, alırsanız peşin ödeme yapmayın, ödeme için gayrimenkul satın, bağlı işletmelerinizi kapatın" şeklinde talimatlar veriyor.
Bu süreçte Çukobirlikin İplik-Dokuma ve Boya-Baskı bölümleri IMF/Dünya Bankası talimatları çerçevesinde Temmuz 2003 başında hükümet tarafından kapatıldı ve bu bölümlerde çalışan 1200 işçinin iş akitleri sona erdirildi.
Fiskobirlik, Şubat 2003 başında Dünya Bankası tarafından verilen talimat üzerine 300 işçinin işten çıkarılacağını ve tazminatlarının Dünya Bankası tarafından karşılanacağını açıkladı. Eylül 2003 başında yapılan açıklamada ise, Birliğin Dünya Bankası ve Hazine'ye verilmiş sözler doğrultusunda yeniden yapılandırılacağı ve 1450 olan işçi sayısının 400'e düşürüleceğini belirtildi.
Yasa uyarınca Birliklere yeniden yapılandırma için verilen 4 yıllık süre Haziran 2004te bitecek. Başka bir deyişle sermayenin çiftçilerin son direniş kalelerini oluşturan TSKBlerin çalışanlarını ve sınai tesislerini tasfiye sürecinin son 6 ayına girildi.
1980den sonra gıda sanayisinde uluslararası sermayenin rolü arttı
1980lerden başlayarak tarımsal üretim ve gıda sanayisinde uluslararası sermayenin rolü önemli ölçüde arttı; yabancı şirketler ile yabancı ortaklı yerli şirketlerin sayısında önemli bir yükselme oldu. Türkiyenin önde gelen yerli sermaye grupları (Sabancı, Koç, Yaşar, Tekfen, vs.) giderek büyüyen ölçeklerde, çokuluslu şirketlerle ortaklıklara giderek et, süt ve sütlü ürünler üretimi, gıda paketlemesi, sebze ve meyve işlenmesi ve dondurulması, çay üretimi, tam ve hazır gıda üretimi, gıda pazarlaması ve perakendeciliği gibi alanlarda etkinlik göstermeye başladılar.
Çokuluslu gıda şirketlerinin büyük ölçekli ve yüksek teknolojili tesislere yatırımlarının artmasına koşut olarak Türkiyedeki gıda üretim yapısı uluslararası tarım/gıda sanayisin bir parçası olma yönünde dönüşmeye, Türkiye hızla küresel tarım/gıda komplekslerinin bir parçası haline gelmeye başladı (Yenal, 2001). Bu süreçte tarım ve gıda üretimi çokuluslu şirketler,onların taşeronları ya da yerli tekelci sermayenin denetimine girmeye başladı. Bu süreç, tarımda sözleşmeli üreticilik aracılığıyla yabancı şirketlerin tarımı doğrudan kontrol etmesi ya da hibrit tohum ve onun zorunlu girdilerinin -gübre, hormon, tarım ilacı gibi- dağıtımı yoluyla da ivme kazanıyor.
Sermaye kooperatiflerin tamamen tasfiyesini istiyor
Bu süreci hızlandırmak isteyen sermayenin kooperatiflerin peşini bırakmaya niyeti yok. Mayıs 2003te yayımlanan Borsavizyon Dergisinde Ankara Ticaret Borsası Başkanı aynen şunları söylüyor: Günümüzde TSKBler ekonomik ömürlerini tamamlamışlardır. Uygulanan liberal ekonomi politikaları ile bunların kapsama alanına giren ürünler tümüyle destekleme kapsamı dışında bırakılmıştır. Zaten kıt kaynaklarla çalışmalarını sürdüren ve devletten beslenen TSKBler iyice sahipsiz kalmıştır. Sadece 17 bin çalışanının karnını doyurabilmektedirler. Bu kuruluşlar tekrar ayağa kalkamayacaktır, yapılan sadece finansman ve zaman kaybıdır. Ortaklarından aldıkları ürünlerin bedellerini bile ödeyemeyen TSKBlerin yeniden yapılandırma kapsamında tasfiye edilmeleri ve devletin üzerindeki yükün kaldırılması gerekir.
Dünya Bankasının TSKBlerin yeniden yapılandırılması amacıyla verdiği parayı organize tarım ve hayvancılık bölgelerinin kurulması için harcayalım. Borsa Başkanı sınıfının doğrularını dile getiriyor; 750 bin ortağı ve 17 bin çalışanı olan bu kuruluşları devlet destekleyip ayağa kaldırsın da çiftçi ile sermayenin arasına mı girsinler? İzlenen politikaların amacı zaten sermayeyi hayatın her alanındaki belirleyici hale getirmek, köylü ile doğrudan ilişkiye giren devletin yerini, köylüyü sermaye ile yüz yüze bırakan devletin alması değil mi?
Çiftçinin yaşadığı koşullar 1800lü yıllara benziyor
Türkiyede kooperatifçilik hareketinin başladığı 1800lü yılları yapısı ile günümüzdeki yapı arasında büyük benzerlikler bulunuyor. 1800lü yılların sonunda üreticilerin kredi alabilecekleri tek kuruluş bile yoktu; piyasaya yabancı bankalar hakimdi. Tefeci faizleri ise yüzde 900 düzeylerindeydi. Yabancı alıcılar çiftçinin ürününe diledikleri gibi fiyat veriyorlardı. Türkiyede kooperatifçilik hareketinin çekirdeğini oluşturan Memleket Sandıkları işte böyle bir ortamda kurulmuşlardır.
Bir de günümüzdeki koşullar hatırlatalım: IMF ve Dünya Bankası patentli tarım reformu çerçevesinde destekleme alımları, girdi ve kredi destekleri tümüyle tasfiye edildi. Bunların yerine çiftçiye dünyanın hiçbir ülkesinde tek başına bir tarım politikası aracı olarak uygulanmayan ve üretimle hiçbir bağı bulunmayan doğrudan gelir desteği adı altında açlık parası veriliyor. Çiftçi Ziraat Bankasından kredi kullanamadığı gibi, bu bankanın kaynaklarını kullanarak çiftçiye kredi sağlayan tarım kredi kooperatiflerinden de kredi alamıyor.
Bu nedenle büyük ölçüde ticari banka ve tefecilere bağımlı. Tarım ürünlerinin fiyatlarını tüccar belirliyor. Üretim kendi ülkelerinde yüksek sübvansiyonlarla desteklenen ithal ürünlerin baskısı altında. Tarlalar boş, üretimsiz kalırken tarımsal ürünler ithalatında rekorlar kırılıyor. Türkiye giderek tarım ve gıda alanında da dışa bağımlı hale geliyor ve bu alanda da güvenliğini yitiriyor.
Çiftçinin böylesi güç koşullarda yaşadığı bir ortamda, devletin ve siyasal iktidarın güdümündeki kooperatiflerin yerini ortaklarının ürününü işleyip değerlendirerek iç ve dış piyasalarda pazarlayan, üreticiye girdi ve kredi desteği sağlayan kooperatifçilik anlayışı aldığı sürece üretici kooperatiflere sahip çıkacaklardır.
______________________________________________
KAYNAKLAR:
*DPT. 1977. Kırsal Kooperatifçilik . Yayın No: 1592, Ankara.
*GERAY, C. 2000. Özerkleşmenin Böylesi. Cumhuriyet , 9 Haziran.
*MÜLAYİM, Z. G. 1975. Genel ve Tarımsal Kooperatifçilik . Bilgi Yayınevi, Ankara.
*OYAN, O. 2000. Tarımda Ne Yapılmak İsteniyor? Teori , Sayı: 127, İstanbul, s. 23-31.
*VARLIK, B. 1980. "1930-1940 Yılları Arasında Türkiyede Tarımsal Kooperatifler Üzerine Bir Deneme". Ekonomik Yaklaşım , Sayı:3, Ankara , s.101-131.
*YENAL, N. Z. 2001. Türkiyede Tarım ve Gıda Üretiminin Yeniden Yapılanması ve Uluslararasılaşması. Toplum ve Bilim , Sayı: 88, İstanbul, s. 32-54.