Mahpuslara yönelik tek tip kıyafet uygulamasını Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez 15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümünde yaptığı konuşmada dillendirmişti. Erdoğan’ın “badem var ya badem” diyerek rengini de ilan ettiği uygulamanın kapsamıyla ilgili yasal düzenlemelerin yolda olduğunun sinyali ise Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ tarafından Ağustos ayında verildi. Çok geçmeden OHAL Türkiye’sinin “biricik” yasal düzenleyicisi Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) bu konuya da hızlıca el attı ve 24 Aralık 2017 tarihli 696 sayılı KHK ile yaklaşık 60 bin hükümlü ve tutuklunun tek tip kıyafet düzenlemesine dahil edileceği duyuruldu.
KHK’ye göre 3713 sayılı kanun (Terörle Mücadele Kanunu/TMK) kapsamında tutuklu veya hükümlü bulunanlar “duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları durumunda ceza infaz kurumu idaresince verilen giysileri giymek zorunda” olacaklar. TMK kapsamında yargılanan herkesi tek tip kıyafet uygulamasına tabi tutmayı hedefleyen KHK, kişilerin yargılandıkları maddelere göre farklı kıyafet düzenlemeleri getiriyor. Buna göre, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) terör suçları kapsamına giren anayasa ihlali suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılananlar ve cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı ile suçlananlar badem kurusu renginde; TMK kapsamına giren diğer suçlardan yargılananlar ise gri renkte tulum giyecekler.
Aynı KHK’nin 101. maddesi tek tip kıyafeti giymeyen veya kasten zarar verenlere görüş yasağı ve hücre cezası gibi disiplin cezaları verilmesini öngörüyor. Üstelik, tek tip giymeyi kabul etmeyen mahpuslar mahkemeye çıkarılmayabilir ve koşullu salıverilme haklarını kaybedebilirler[1].
Bu haliyle KHK, darbeye teşebbüs iddiasıyla yargılanan mahpusların yanı sıra "DEAŞ, DHKP-C, FETÖ, PKK" gibi örgütlerin üyesi ve yöneticisi olmak suçlarından yargılanan mahpusları ve söz konusu örgütlerle ilişkisi olsun olmasın TMK kapsamında tutuklu yargılanan yüzlerce öğrenci, gazeteci, aktivist, milletvekili, akademisyen ve dahasını tek tip kıyafet kapsamına sokuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KHK’nin yayınlanmasının ardından gelen eleştirilere cevabı da gecikmedi: Bu uygulamayla artık “öyle kravatlı, çok havalı şekilde” duruşmalara gidilemeyecekti. Hem zaten tek tip kıyafet uygulayan ABD ve Guantanamo örnekleri vardı; “bu Türkiye’nin kendine mahsus bir olay” değildi.
1700’lerden 2000’lere tek tip kıyafet
Tek tip kıyafet dayatması Türkiye’nin kendine mahsus bir olay olmadığı gibi, örnekleri de ABD ve Guantanamo ile sınırlı değil. Aksine, tek tip kıyafet uygulaması küresel anlamda ceza infaz rejimlerinin dönüşümünün önemli bir parçasını teşkil ediyor.
Kıyafet dayatmasına karşı geliştirilen direnişler de toplumsal hareketler tarihinde önemli yer tutuyor. Üretim ve iktidar ilişkileriyle ceza infaz rejimleri arasındaki ilişki göz önünde bulundurulduğunda, tek tip kıyafet uygulamasını tarihsel bağlamına oturtmak bugün karşı karşıya olduğumuz düzenlemenin toplumsal kontrol açısından ifade ettiklerini tartışabilmek açısından önemli.
Bu bağlamda, pek de şaşırtıcı olmayacak biçimde, mahpuslara yönelik modern tek tip kıyafet uygulamasının izlerini 1700’lerin İngiltere’sine kadar sürmek mümkün. Malum, gerek kapitalizmin gelişimi gerek sömürgeci yayılmacılık sebebiyle, o dönem İngiltere’de olan İngiltere’de kalmıyor ve kıyafet uygulaması ceza infaz rejimlerinin temel meselelerinden biri olmaya bugün dahi çeşitli coğrafyalarda devam ediyor.
İngiltere hapishanelerinde kıyafet uygulamasının erken dönem örneği 1800’lerin başında Londra’daki Millbank Hapishanesi’nde görülebilir[2]. Ancak tek tip tartışmaları 1700’lere kadar uzanıyor ve uygulamanın sistematikleşmesi de 19. yüzyılın ikinci yarısını buluyor. Esasen tek tip kıyafet uygulaması, hapishaneler üzerine yazında sıkça bahsi geçen geç 18. yüzyıl, erken 19. yüzyıl “reformcularının” öngördükleri hapishane modelinin bileşenlerinden biri. Bu modelin ortaya çıkışını sınıfsal bağlamından, sonuçlarınıysa toplumsal kontrol ve disiplinin inşasından ayrı düşünmek ise hayli güç.
“Yarı Çıplaklar”, “Reformlar”, “Normalleşenler”
Hapishane rejimlerini üretim ilişkileri bağlamında tartışan Rusche ve Kirchheimer’a göre, 18. yüzyılda kapitalizmin yükselişiyle birlikte Avrupa’da üç temel cezalandırma biçimi gözleniyor: Kürek mahkumluğu, Avrupa’daki mahpusların üretim için kolonilere gönderilmesi veya Avrupa’da tutularak esaret altında ağır iş gücünde çalıştırılmaları[3].
18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, kitlelerin mülksüzleşmesi ve nüfustaki ve işsizlik oranlarındaki hızlı artış sonucunda hapishaneler ve ıslahevleri dolmaya başlıyor. Bu kurumlar yoksul, düşkün, "kıyafet bile edinemeyen yarı çıplakların kaldığı yerler" olarak anılıyor[4]. Yani ilk modern üniforma kıyafetsizlik.
John Howard ve Elizabeth Fry gibi “reformcular” ise 18. yüzyılın sonunda yaşam koşulları giderek ağırlaşan bu kurumlar ve “yarı çıplaklık meselesi” için alternatif modeller sunmaya başlıyorlar. Bu modellere göre, mahpusların ıslahı ve kaçmalarının engellenmesi daha etkin kurumların inşa edilmesi, mahpusların suçlarına göre kategorilere ayrılmaları ve hijyen ihtiyaçlarının sağlanmasının yanı sıra devlet tarafından giyindirilmeleri ile mümkün. Örneğin Fry, fahişelikle yargılanan kadınların bu şekilde devlet eliyle giyindirilerek “ıslah edilebileceğini” iddia ediyordu[5].
Özetle, orta ve üst sınıf reformculara göre mahpusların ıslahı, ancak alt sınıfa mahsus kimliklerinden sıyrılmalarıyla mümkünken kıyafet uygulaması bu politikanın temel araçlarından biri olarak sunuldu. Üstelik, reformların uygulanışı bahsi geçen politikalarla sınırlı kalmadı ve yine 18. yüzyıl düşünürü Jeremy Bentham’ın Panoptikon’unu anımsatan hücre cezaları, tecrit, sürekli izleme gibi disiplin politikalarıyla harmanlandı.
Yine Rusche ve Kirchheimer’a göre, Endüstri Devrimi sonrası taşınabilir özel mülkiyetteki artış ve kitlelerin yoksullaşmasıyla birlikte özel mülke karşı işlenen suçlar arttı. Öte yandan, endüstrinin gelişmesiyle emek fazlasının ortaya çıktığı bir dönemde, artık nüfusla/emekle dolan hapishaneleri üretime itmek anlamını yitirmeye başladı ve hapishanelerin üretimdeki rolü ikincil konuma düştü[6]. Böylelikle, hapishaneler tecrit gibi cezai yöntemlerle norm dışında kalanlara korku salmanın bir aracı haline gelirken, hapishane emeği mahpusları disipline etmek gibi yeni bir işlev kazandı. Benzer biçimde Foucault’nun analizlerinde bu durum, mülkiyete karşı işlenen suçların “kanunsuzluğa” karşı kaygıları arttırdığı şeklinde ifade ediliyor. Bu bağlamda Foucault, bedeni izole ederek, izleyerek ve giyindirerek mahpusun ruhunu biçimlendirmeyi hedefleyen modern cezaevinin her türlü kanunsuzlukla baş etmenin ve “sapkınlığı normalleştirmenin” aracı haline gelmesine dikkat çekiyor[7].
Özetle, modern anlamda hapishanelerdeki kıyafet uygulamasının doğuşunu kimliksizleştirerek normalleştirme, cezaevi eliyle giydirerek tek tipleştirme ve tecritten ayrı düşünmek hayli güç. Öte yandan, gerek Avrupa gerek Kuzey Amerika ve diğer sömürge hapishanelerindeki ilk kıyafet uygulamalarına hızlı bir bakış, söz konusu iktidar teknolojisinin bununla da sınırlı kalmadığını gözler önüne seriyor.
Sınıfsal ve ırksal işaretlemenin bir aracı olarak tek tip
* Broad Arrow işlemeli kıyafetleriyle süfrajetler
İngiltere’deki tartışmalar Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve ABD’de de karşılık bulduğu gibi, Avustralya’dan Asya’ya birçok İngiliz sömürgesinde 19. yüzyılda uygulamaya konuldu. Bu uygulamalarda hapishane üniformaları, mahpusları “uysal” bedenler haline getirmenin yanı sıra, sınıfsal ve ırksal bir işaretleme, damgalamanın aracı olarak öne çıkıyordu. Örneğin, Avustralya ve Tazmanya’da “Britanya hükümetinin malı” anlamına gelen broad arrow (ucu geniş ok) sembolü mahkumların kıyafetleri üzerine işleniyordu[8].
Bu biçimde sadece giydirilen kıyafet değil, mahpusun bedeninin de Britanya’ya ait olduğu ifade edilmiş oluyordu. Üstelik bu aşağılayıcı işaret ilerleyen zamanlarda İngiltere adasındaki mahpusların kıyafetlerinde de kullanılmaya başlandı. Bu yolla, bu işareti taşıyan mahpusların toplumsal düzenden dışlanışı ve başka bir rejime tabi tutuluşları tasdik ediliyordu.
* ABD’nin Auburn Hapishanesi’nden siyah beyaz çizgili hapishane kıyafetleri içerisinde mahpuslar
Öte yandan Bağımsızlık Savaşı sonrası Amerika hapishanelerinde kullanılan işaretler, numaralandırmalar ve (soytarıyı andıran) siyah beyaz çizgili hapishane kıyafetleri de aynı amaca hizmet ediyordu. Söz konusu kıyafetlerin mahpuslar tarafından üretilmesi sağlanıyor, bu yolla gerek maliyetin düşürülmesi gerekse mahpusların emek yoluyla disipline edilmesi hedefleniyordu. Üstelik Avrupa, Amerika ve kolonilerde yayılan bu düzenlemelerde, farklı kıyafet uygulamalarıyla mahpusların suçlarına ve hapishane sistemine uyum düzeylerine göre sınıflandırılması da mümkün kılınıyordu.
Osmanlı’da 1900’lerin başında uygulamaya konmaya çalışılan tek tip kıyafet düzenlemesi de mahpusların ıslahı, firarın engellenmesi, hükümlülerin kıyafet yoluyla diğer mahpuslardan ayrıştırılması gibi amaçlarıyla bu politikalarla benzerlik gösteriyor[9]. Ancak 1900’lerin başında Osmanlı’da mali gerekçelerle uygulamaya konamayan tek tip, yine aynı dönemde Avrupa ülkelerinde ve sömürgelerde protestolarla karşılaştı, dönüşmeye ve ilerleyen zamanlarda uygulamadan kaldırılmaya başlandı.
* Toplama kamplarından görüntü
20. yüzyılın başlarında, işçi sınıfı mücadelesinin yükselişi, süfrajet hareketinin gelişimi ve sömürge karşıtı hareketler, hapishanelerdeki tek tip kıyafet uygulamaları açısından da sonuçlar doğurdu. Hapishane kıyafetlerinin siyasi muhtevasına da dikkat çeken bu hareketler sonucu tek tip kıyafet uygulamaları tamamen ortadan kalkmasa da dönüşüme uğradı. Böylelikle hapishane uygulamaları aşağılayıcı giysilerden uzaklaşmaya başlasa da, işaretleyici, tek tipleştiren, sıfırlayıcı kıyafet uygulamaları 1930’ların Nazi Almanya’sının toplama kamplarında yeni bir muhtevaya büründü. Night and Fog filminde kullanılan arşiv görüntüleri, kamplardaki kıyafetlerle Auburn hapishanesindekiler arasındaki benzerliği gözler önüne seriyor. Bu benzerliğin yanı sıra, Nazi döneminde insanların siyasi, dini, etnik, cinsel kimliklerine ve “suçlu” olup olmadıklarına göre işaretlendikleri de biliniyor.
Tüm bu kıyafet uygulamaları, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden uluslararası anlaşmaların da konusu oldu. 1955’te kabul edilen Birleşmiş Milletler (BM) Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kurallar ise spesifik olarak hapishane kıyafetlerine ve bu kıyafetlerin aşağılayıcı olmaması gerektiğine vurgu yaptı. BM Nelson Mandela Kuralları (2015) adı altında yapılan değişiklik ise mahpusların hapishane dışında kendi kıyafetlerini veya mahpus olduklarını fark ettirmeyecek kıyafetler giymelerini gerekli kıldı. Bu uluslararası düzenlemelere rağmen kendiliğinden damgalayıcı olan tek tip kıyafet uygulaması çeşitli ülkelerde yürürlükte olmakla beraber, kıyafetlerin aşağılayıcı olmaması ya da hapishane dışında giyilmemesine yönelik maddeler de Türkiye örneğinde olduğu gibi sıkça ihlal ediliyor. Her ihlal ise kendi direnişini yaratmaya devam ediyor.
Hapishaneden bağımsızlığa: Pasif direniş, kısa pantolon, battaniye adamlar
19. ve 20. yüzyıl, tek tip kıyafete karşı protestolara ve kimi ülkelerde siyasi kimi ülkelerde tüm mahpusların kıyafet uygulamasından muaf tutulmalarına sahne oldu. Özellikle 1900’lü yılların hapishane direnişleri, bağımsızlık ve demokrasi mücadelelerinin temel bileşenlerinden biri haline geldi.
Hapishane uygulamalarına yönelik direnişin bağımsızlık mücadeleleriyle ilişkisinin erken örneklerinden biri Gandhi ile anılan sivil itaatsizlik/pasif direniş hareketinde görülebilir.
Britanya rejiminin gerek Hindistan’da gerekse Güney Afrika’da dayattığı hapishane uygulamalarına maruz kalan Gandhi, sömürgeleştirilen coğrafyalardaki hapishane politikalarını sorunsallaştırırken, siyasi tutsak olsun olmasın Hindistan hapishanelerindeki mahpuslara Britanya’dan ithal edilen ürünlerin giydirilmesine karşı çıkıyordu[10]. Bağımsızlıktan sonra Hindistan hapishanelerinde tek tip kıyafet uygulaması devam etse de, hapishane kıyafetleri sömürge karşıtı, ulusal kimliği yansıtacak biçimde düzenlendi.
Hapishane koşulları ve kıyafet uygulaması Güney Afrika’da da Apartheid karşıtı hareketin temel öğelerindendi. Apartheid rejiminde hapishanelerde giydirilen kıyafetler mahpusları ırksal bir sınıflandırmaya tabi tutuyordu. Bir aşağılama ve damgalama yöntemi olarak siyahi mahpuslara, diğer mahpusların uzun pantolonlarından farklı olarak, kısa pantolonlar giydiriliyordu. Mandela, sadece siyasi değil tüm siyah mahpusların beyazlarla eşit koşullara sahip olması için mücadele verenlerin başında geliyordu. Öte yandan siyasi mahpusların Robben adasında maruz kaldığı uygulamalar, Apartheid karşıtı hareketin örgütlenmesi ve mücadelenin kazanılmasında önemli yer teşkil etmişti.
* Maze hapishanesinde battaniye protestosu
Kıyafet uygulamalarıyla ilişkili olarak hapishane direnişinin toplumsal mücadeleyi körükleyişinin bir başka örneği ise IRA direnişi. 1970’lerde siyasi tutsakların tecride zorlanması ve diğer mahpuslar gibi tek tip kıyafet uygulaması kapsamına alınması pek çok protestoya neden olmuştu. Hapishane kıyafetlerini giymeyi reddeden siyasi mahpuslar, omuzlarına aldıkları battaniyeler sebebiyle “battaniye adamlar” olarak anılmaya başlandılar. Mahpusların bu direnişleri ve açlık grevleri, kısa zamanda İrlanda’daki bağımsızlık mücadelesinin sembolü ve örgütleyicisi olduğu gibi dünyadaki hapishane direnişlerine de örnek oldu[11].
* Türkiye'de tek tip dayatmasını reddeden mahpuslar
Elbette böylesi direnişlere Türkiye de yabancı değil: 1980’lerdeki tek tip dayatması direnişle karşılaşmış, bu direniş sonucu uygulama yürürlükten kaldırıldığı gibi Danıştay da tutuklulara tek tip kıyafet giydirilmesinin anayasal hak ve özgürlükleri kısıtlayacağına kanaat getirmişti.
2017’de Türkiye
Özetle, her ne şekilde uygulanırsa uygulansın tek tip kıyafet dayatması, hapishane eliyle giydirerek tek tipleştirme, mahpusları kimliksizleştirerek “normalleştirme”, işaretleme ve damgalamanın bir aracı. Bugün ise İngiltere, Fransa dahil olmak üzere tek tip kıyafet uygulamasından aşamalı olarak vazgeçen ülkeler bulunmakla birlikte, dünyanın çeşitli yerlerinde tek tip kıyafet dayatması sürüyor. Üstelik, Guantanamo ile birlikte yukarıda bahsi geçen insanlık onuruna aykırı kabul edilen uygulamalar yeniden gündeme gelmiş durumda.
Guantanamo’daki uygulamanın eleştirilere konu olmasının bir diğer sebebi ise masumiyet karinesinin ihlaliydi. Bir başka deyişle bu sistemde suçu kesinleşmiş olsun olmasın mahpuslar tek tip kıyafetin içine sokularak suçlu ilan ediliyorlar. Benzer bir işleyişin Türkiye için de geçerli olacağını söylemek mümkün. Zira 696 sayılı KHK hüküm giymiş olsun olmasın KHK kapsamına giren ve tutuklu yargılanan herkese tek tip kıyafet giydirilmesini ön görüyor. Bunun yanında iki farklı kıyafetin (gri veya badem rengi tulum) düzenlenmesi, suça (henüz kesinleşmiş olsun olmasın) göre sınıflandırmayı ve damgalamayı mümkün kılıyor. Diğer yandan uygulama, TMK kapsamında yargılanan herkesi diğer mahpuslardan ayırarak işaretlemenin önünü açıyor.
Yine tek tip kıyafetin mahpuslar tarafından reddedilmesi noktasında uygulanması planlanan hücre cezası ve görüş yasağı gibi disiplin cezalarını, kıyafet uygulamasıyla izolasyon ve tecridin iç içe geçmiş tarihsel gelişiminin devamı olarak değerlendirmek mümkün. Üstelik, basına da yansıyan, kıyafetlerin hapishanelerde üretileceği iddiaları da özgürlüğünden yoksun emeğin ucuz iş gücü olarak kullanılması meselesini de yeniden tartışmayı gerekli kılıyor.
Tüm bunların ötesinde, Türkiye’deki uygulamayı tarihsel örneklerden ayıran iki nokta var. Bunlardan ilki son günlerde tartışıldığı üzere kıyafetin hapishanede değil; Mandela kurallarına aykırı biçimde kurum dışında dayatılması. Farklı coğrafyalardaki tarihsel örnekler, genel olarak mahpusları hapishane içerisinde tek tip kıyafete zorlarken Türkiye’de bu uygulama hapishane dışında, mahkemelerde dayatılacak.
Bir diğer noktaysa KHK’nin esasen siyasi mahpusları hedef alıyor olması.
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi kimi ülkeler siyasi ve adli mahpusların giyecekleri kıyafetler konusunda ayrım yapsa da, genel eğilim kıyafet uygulamasının adli mahpusları da kapsaması. Hatta İrlanda örneğinde olduğu gibi siyasi mahpusların kıyafet uygulamasının dışında tutulduğu (uygulamaya dahil edildiklerinde direnişe sebep olan) örnekleri gözlemlemek mümkün. Bu sebeple Türkiye’deki uygulamanın Guantanamo’nun yanı sıra, toplama kampları ve Apartheid rejimi gibi örnekleri andırdığı öne sürülebilir. Bir diğer deyişle, gündemde olan tek tip kıyafet uygulaması esasen “devletin kendisine karşı suç işlediğini iddia ettiği kişileri” hedefine alıp onları sınıflandırıyor; cezaevinde değil toplumun gözü önünde olacak mahkemelerde onları kimliksizleştirmeyi, aşağılamayı, toplum nezdinde işaretlemeyi ve suçlu ilan ederek itibarsızlaştırmayı hedefliyor.
Bu suça ortak olmamanın yolu ise yalnızca hapishaneler içerisinde değil dışarıda da tepki geliştirebilmekten geçiyor. Hem Apartheid da hapishanelerle yıkıldı, İrlanda da hapishaneden özgürleşti. (HH/HK)
[1] TCPS .Yeni KHK ve Tek Tip Elbise Basın Duyurusu: http://www.tcps.org.tr/?q=node/610
[2] Juliet Ash. 2009. Dress Behind the Bars: Prison Clothing as Criminality. I.B. Tauris. 18.
[3] Georg Rusche & Otto Kirchheimer. 2017. Punishment and Social Structure. Routledge.
[4] Ash.
[5] A.g.e. 17.
[6] Hapishanelerin üretimdeki rolü hiçbir zaman yok olmuyor elbette; bugün ABD hapishanelerinde özgürlüğünden yoksun emek sömürülerek milyonlarca dolarlık üretim yapıldığı gibi, Türkiye’de de mahpuslar düşük yevmiyelerle çalıştırılıyor.
[7] Michel Foucault. 1995. Discipline and Punish: The Birth of the Prison. Second Vintage Book Editions.
[8] Ash. 49-51
[9] Mustafa Eren. 2014. Kapatılmanın Patolojisi. Kalkedon Yayınları.
[10] Ash. 61