Yedi maddeden oluşan perspektif metninin üçüncü başlığına geldik.
Dikkat edilirse önce varlık, sonra doğa ve anlam, kadın ve toplum gerçeğine dair söz kuruldu. Şimdi tüm bunların somutlaştığı ve esas kavganın başladığı noktaya yani devlet olgusuna geliyoruz.
Bu bölüm için iki temel konunun açıklığına ihtiyaç var. Birincisi Öcalan’ın devlet yorumu, ikincisi de komün meselesi…
Birincisi ile başlayalım.
Devlet, Öcalan’ın siyasal-sosyal felsefesinde en önemli kavramların başında geliyor. Çünkü tüm paradigma, nihayetinde, devlet ve ona dair dönüşüm ile başladı. Diğer tüm kavramlar bu kavrama göre şekillendi. Tarihsel, toplumsal dönüşümlerin, hiyerarşik ilişkilerin, yönetimlerin ve karmaşık iktidar ilişkilerinin görünür olduğu bir alan olarak ele alındı.
Devlete dair fikirlerden ayrılan tarafı ise soyut bir tartışmanın ötesinde, somut ve eylemle bütünleşik bir nitelik olarak konuşması oldu. Öcalan cephesinde statik, dogma olmayan; son derece akışkan ve eleştirel bir analiz söz konusu. Devleti zaman ve mekândan bağımsız, ezeli veya ebedi bir olgu olarak değil, belirli tarihsel ve toplumsal koşulların bir ürünü, bir gelişimi ve sapması olarak görme de cephenin diğer yönü.
90’lar sonrası devlete dair gözlemleri ve anti-ulus devlet cephesinden söz üretmeye başlamasının tarihi ve nedenleri ayrı bir yazı konusu, oraya girmeyeceğim.

ÖCALAN'IN POLİTİK RAPORUNA DAİR - 1
Kürtler ve varlık
Öcalan’a göre devlet, insanlık tarihinin belirli bir aşamasında, toplumsal artı-zamanın birikmesi, özel mülkiyetin ortaya çıkması ve toplumun egemenler ve ezilenler olarak sınıflara ayrışmasıyla birlikte şekillenmeye başlamıştır. Devletin kökenini sadece ekonomik temelli sınıf çelişkilerine indirgenemeyeceği; bunun yanı sıra, hatta ondan daha derin ve kökensel bir sömürü biçimi olarak gördüğü cinsiyet temelli ataerkilliği merkeze yerleştirdiğini bir önceki bölümde ifade etmiştim. Bu ve benzeri argümanlar, marksizmden ayrıldığı noktalardır.
Yine devlet ve demokrasi arasında kurduğu zorunlu ilişkiden ötürü reel sosyalizm eleştirisi gelişti.
Devlet kavramı tartışılırken doğal toplum ve devletçi toplum (demokratik uygarlık ile devletçi uygarlık gibi daha üst analizler sonradan geldi) ayrımı önem kazanıyor. Bu iki toplumsallığın kök nedenleri, devlet eleştirisini anlaşılır kılıyor. Çünkü “"Devlet, toplumun doğal organik yapısına yabancı bir tümördür."
Toparlarsak, Öcalan devlet tarihsel bir üründür, ulus devlet modern devlet teorisinin en sapma hali ve sorunların kaynağıdır, devletçi sosyalizm tarzı durumlar devletçi olmakla kalmıştır, Marksist teorinin devlet çözümlemesi eksiktir, kadın sorununu görmeyen bir ideoloji devleti doğru temelde göremez (devlet, erkek egemenliğinin en somut ifadesidir), devlet olmayan bir demokratik sistem mümkündür der.
Biraz daha açarsam, ontolojik düzeyde ‘homo communis’ önerisi, tarihsel düzlemde üretim tarzları yerine örgütlenme biçimleri, politik düzlemde de devlet iktidarı yerine komünal modeller önerisi üç temel düzey olarak görülebilir. Bu üçlü durumu Poulantzas'ın göreli özerklik teorisiyle birleştiren ve Gramsciyen hegemonya kavramını komünal demokrasi perspektifinden yeniden yorumlayan bir hat izler.

ÖCALAN'IN POLİTİK RAPORUNA DAİR - 2
Doğa ve toplum
Şunu da net ifade etmek gerek. Öcalan, devletin tamamen ortadan kalkmasını savunmaz; katı bir anti-devletçi tutum içine girmez. Özgürlüklere saygılı, demokratikleşmiş bir devletin mümkün olduğunu ifade eder. Devlet-demokrasi formülü böyle kavramsallaştı.
Bu formül, yalnızca bir eleştiri değil, bir yeniden kurma teklifidir. Devletin yok edilmesi değil, demokratikleşerek sivil toplum lehine geriletilmesi hedeflenir. Devlet ile demokratik toplumun uzlaşabileceği, ancak egemenliğin tek taraflı olmayacağı bir demokratik modernite tahayyülü ortaya konur.
Öcalan'ın devlet çözümlemesi genel seviyede Boockhin teorisi, anarşist çizgi, devlet sabitleştirir- göçebe hatlar çözer diyen Deleuze&Guattari ve devlet engeldir diyen Clastres-James Scott perspektifi ile örtüşür. Marx, Ambedkar, Konfüçyüs gibi isimlerle hem ortak hem kritik farklar barındırır.
Son olarak James C. Scott’ın “Devlet Gibi Görmek” adlı eserinden ilhamla, devletin toplumu nasıl okuduğu, nasıl gördüğü, yani anlamlandırdığı ve düzenlemeye çalıştığı üzerinden ele alınabilir. Scott’a göre devlet, karmaşık, çok katmanlı ve yerel bilgiyle dolu toplumsal gerçekliği basitleştirip standartlaştırarak kendi yönetim anlayışına uygun hale getirmeye çalışır. Devlet, toplumu yönetilebilir kılan bir yapıdır. Öcalan’ın söylediği de kitabın tezinden hareketle, kısaca ‘metis’i esas almadan bu işin sahici olmayacağıdır.

ÖCALAN'IN POLİTİK RAPORUNA DAİR - 3
Toplumsal doğa ve sorunsallık
***
İkinci kısım olan komüne de aşağıda yer vereceğim.
Devlet ve komün meselesi üzerinden bölüme bakabiliriz şimdi.
Tarihsel Toplumda Devlet ve Komün ikilemi
Bu bölümde kom/komün tartışması açan Öcalan, bölüm boyunca sürdürdüğü siyasal tartışması için “Tarih, esas olarak sınıfların kavgası değil, devletin baskısı (merkezi iktidar) ile toplumsal komünün (yerel topluluk) özgürlük mücadelesi arasındaki sürekli gerilimdir; sosyalizmin görevi de sınıf diktatörlüğünü değil, etik-politik komünlerin devlet karşısındaki özyönetimini kurmaktır” diyebileceğimiz bir yerde durmaktadır. Daha da özetle: "Tarih bir sınıf savaşımı tarihi değil, bir devlet ve komün çatışmasından ibarettir" der. Ve bu yaklaşımın hem tarihsel gerçeklere daha uygun olduğunu hem de sosyalizmin geleceği açısından daha sağlıklı bir temel oluşturduğunu iddia eder. Çünkü Öcalan’a göre toplum aslında komünal bir olaydır. Ayrıca gerçek sosyalizmin ve özgürlüğün, sınıf diktatörlüğü yerine komünün devlet karşısında özgürleştirilmesi, güçlendirilmesi ve etik-politik bir temelde yeniden örgütlenmesiyle mümkün olacağını ileri sürer. Öcalan pratik-ahlâkî topluluk olarak tariflediği komün enerjisini merkeze çeker, devleti değil.
Öcalan geçmiş dönemdeki savunmalarda ifade edilen analizlerden ayrışan ve yeni diyebileceğimiz bir devlet tanımı daha geliştiriyor. Ona göre devlet, başlangıçta dışsal bir dayatma değil, iç kabile dinamiklerinin baskıcı bir sonucu olarak doğal bir şekilde ortaya çıkar. Komün onun antitezidir. Yani komün, anti devlet halidir.Bu noktada komünün Öcalan perspektifinde neye denk geldiğine bakabiliriz.
Öcalan savunmalarındaki analizinde demokratik ulus kavramı ile kapitalist bireycilik arasındaki köklü bir karşıtlığı yoğunca ele alarak ve birey-toplum ilişkisini yeniden tanımladı. Özgürlüğün, bireyin toplumla olan bağında, özellikle komünal yaşamda gerçekleştiğini savundu. Öcalan felsefesinde komün, bu bağlamda, bireyin özgürce kendini gerçekleştirdiği, ahlaki sorumlulukla bağlı olduğu ve demokratik bir şekilde işleyen temel toplumsal birim olarak öne çıkıyor. Demokratik ulus, bireyin özgürlüğünü komünal yaşamda bulduğu bir model olarak sunuluyor. Komün, bireyin yeteneklerini, emeğini ve farklılıklarını gerçekleştirdiği temel toplumsal birimdir.
Öcalan’ın beş ciltlik savunmalarını takip ettiğimizde komüne dair daha farklı detaylar görürüz.
Komün, özgür, demokratik ve politik bir toplumsal birim olarak tanımlanıyor.
Örneklersek, mesela özgürlük, bireyin komüne katılımıyla mümkün olur. Komünsüz birey, gerçek anlamda bireyselliğini gerçekleştiremez. Birey, komüne karşı ahlaki sorumluluk taşır; komün de bireylerini korur ve yaşatır. Bu, insan toplumunun temel kuruluş ilkesidir.
Komünün demokratik olması, politikliğini ve özgürlüğünü sağlar. Demokratik olmayan bir komün, özgür olamaz. Komün, bireyin özgürleştiği bir "okul" olarak tanımlanır.
Mahalle meclisleri, işçi kooperatifleri, kültürel veya ekolojik topluluklar gibi yapılar, komün örnekleri olabilir. Önemli olan, bu birimlerin demokratik, katılımcı ve bireylerin farklılıklarına saygılı olmasıdır. Komün, bireyin günlük yaşamında (ekonomik, sosyal, kültürel) aktif olarak yer aldığı, karar alma süreçlerine katıldığı ve ahlaki sorumluluk hissettiği bir alandır.Öcalan’a göre, Marksizm'in sınıf ayrımına dayalı çatışma teorisi, reel sosyalizmin çöküşünün ana nedenlerinden biridir ve bu nedenle eleştiriye dahi gerek duyulmadan gözden geçirilmelidir. Yine Öcalan güncel sosyalizmi de sınıf diktatörlüğüne dayalı bir komünizm yerine, devlet ve komünalite ilişkilerini düzenleyen bir kavram setine dayandırmayı önermekte ve bunun çok yapıcı sonuçları olacağını düşünmektedir.
Bu tezini, toplumun özünde komünal bir olgu olmasına dayandırır; daha önce tarif ettiği klan, ilkel komünü ifade eder ve toplumsallığın kendisi komün anlamına gelir.
Sümer toplumunun, yani devletin, kentin, mülkiyetin ve sınıfın türeyişinin hangi temelde başladığını anlamak için başa devleti ve onun karşısına da komünü koymak gerektiğini ifade eder. M.Ö. 4000'lere kadar toplumsal gelişme formunun klan, kabile veya aşiret olduğunu, bunların da esasen birer komün veya komünler birliği olduğunu belirtir.
Komün kelimesinin Kürtçedeki "kom" (toplanmak) ile bağlantısına dikkat çeken Öcalan, bu kelimenin Aryen dil grubunun komün etrafında geliştiğini ve 10 bin yıllık bir tarihi olduğunu gösterdiğini savunur.
Kabile başının devleti türettiğini, çıkarları zedelenen kabile üyelerinin ise komünü oluşturduğunu belirterek, bu ayrışmanın çok basit bir gerçeklik olduğunu ve büyük bir keşif olmadığını ifade eder.
Kabilenin baskın unsurlarının devletleşerek hanedan oluşturduğunu, alttakilerin ise ezilen kabile (komün) olarak devam ettiğini ve ayrışmanın böyle başladığını vurgular. Buradan yola çıkarak aslında devletli uygarlık sürecindeki savaşların bu nedenle de varlık gösterdiğine dikkat çeker.Devlet formlarını (köleci, feodal, kapitalist) bu şekilde yorumlamak yerine, asıl önemli olanın komünün bu süreçteki konumu olduğunu vurgular.
Marx'ın ömrünün son yıllarında Paris Komünü deneyimi ve binlerce komünarın ölümü üzerine Kapital'i bırakıp komün düşüncesine yöneldiğini, sınıfı daha az kullanıp devlet-komün ayrımını fark ettiğini ancak geliştiremediğini ifade eder.
Yine de Marx bu hattı sistematikleştirmeye vakit bulamamış ve erken reel sosyalizm sınıf ayrımına dayalı modele saplanmıştır. Lenin Sovyet’i bir komün formu olarak başlatsa da kısa sürede devleti öncelemiş, NEP ve ardından Stalin merkeziyetçiliğiyle bu çizgi katılaşmıştır. Anarşist Bakunin’in Marx’a, Kropotkin’in Lenin’e getirdiği “devlet öldürür, komün yaşatır” eleştirileri bu yüzden haklıdır. Eğer Marx Bakunin’i, Lenin de Kropotkin’i anlasaydı, sosyalizmin kaderinin kesinlikle farklı gelişeceğini ve bu sentezi sağlayamadıkları için reel sosyalizmin çöktüğünü savunur.
Bu yaklaşımın, sadece bir eleştiri olmanın ötesinde, güncel sosyalizmin inşası için yapıcı ve çarpıcı sonuçlar doğuracağına dair güçlü bir izlenime sahip olduğunu ifade eder.Belediyeler, hukuken yerel yönetim sayılsa da ulus-devletin mali ve idari vesayeti altındadır; kayyım atamaları bu bağımlılığı gösterir. Komün ise tabandan kurulur: Mahalle meclisi, il-çe kurulları, bölgesel meclisler biçiminde yükselen bir ağdır. Böylece karar yetkisi bürokrasiden yurttaş topluluklarına geçer. Yani buradaki vurgu ve temel espri, devletçi zinciri kırmaktır.
Belediyeleri bir komün olarak görmek, tarihsel hafızadan bakmak, bir oy verme yerinden çıkartarak denetlemek, çağırmak, sürekli katılmak, müzakere etmek ve katılmaktır. Öcalan Paris Komünü’nün, Sovyetlerin (“sovyet” = konsey/komün) ve bugünkü Rojava komün meclislerinin mirası doğrudan sahipleniyor; “belediye” kavramını ise bu radikal hafızayı taşımadığı için bilinçli olarak kullanmıyor, kavarama dair öneriye gidiyor. Komün meselesi burada bir öneridir. Olan bitene, yani yerelse yerel, doğal toplum durumu ise doğal toplum, adına ne derseniz; en temel hali komün halidir deniliyor. Kullanım açısından, bir öneri olarak ifade ediliyor.Kısaca Öcalan, “komün”ü hem ilksel toplumsal hücre (klan/kabile/aile) olarak hem de modern, doğrudan demokratik yönetim modeli olarak görür. Belediyeye göre daha köklü, daha katılımcı ve devletten bağımsız bir çatı sunduğu için, kurtuluş ve sosyalizm tahayyülünde başköşeye koyar. “Devlet küçüldükçe komün büyür; özgürlük de bu büyümenin ta kendisidir der.”
Devletin ortaya çıkışıyla birlikte komünün ezilmesi ve içinin boşaltılması süreci, tarih boyunca farklı biçimlerde devam etmiş ve günümüzdeki toplumsal sorunların da kaynağını oluşturmuştur.
Sonuç olarak, Öcalan’ın önerdiği bu "devlet-komün" diyalektiğine dayalı tarihsel materyalizm ve sosyalizm anlayışı, hem geçmişi yeniden yorumlamayı hem de gelecek için özgürlükçü bir alternatif sunmayı hedefler.Öcalan’ın komün merkezli tarih anlayışı, yeni bir sosyalizm tahayyülüne zemin hazırlar. Bu yeni sosyalizm, "Yeni dönemin özgürlük sosyalizminin ifadesi olacak”tır. Bu bağlamda, perspektifte "Ahlaki politik toplum kavramı, komün değerlendirmesinin başka bir ifadesidir" denilerek, komünün somut toplumsal hedefi tarif edilir. Bu yeni kimliği "Biz komünalist olacağız bundan sonra." sözleriyle ilan eder ve bu değişimi "Marksizmin en köklü revizyonu" olarak nitelendirir. Komünlerin yasalardan ziyade "etik" ile yönetileceği ve "demokrasi"yi temsil edeceği vurgulanır. Bu, hukuki formalizmin ötesinde, toplumsal ilişkilerin ahlaki ve politik bir temelde yeniden düzenlenmesini tarif eder.
Öcalan’ın devlet-komün ikileminin tarihsel materyalizmin merkezine yerleştirmesi, Marksist teoriye yönelik cesur ve köklü bir meydan okuma olarak da görülebilir. Sınıf analizini ikincil plana atarak, toplumsal çatışmanın temel kaynağını devletin baskıcı doğası ile komünün özgürlükçü potansiyeli arasındaki gerilimde bulması önümüzdeki dönemde sıkça tartışılacağı açıktır.
Yazı dizisi modernite başlığı ile devam edecek…

Abdullah Öcalan’ın ‘Perspektif’ metni
Öcalan’ın politik raporuna dair
- Kürtler ve varlık (5 Haziran 2025)
- Doğa ve toplum (6 Haziran 2025)
- Toplumsal doğa ve sorunsallık (7 Haziran 2025)
- Tarihsel toplumda devlet ve komün ikilemi (8 Haziran 2025)
- Modernite (9 Haziran 2025)
- Kürt gerçekliği, judenrat, sömürge ötesi mesele... (10 Haziran 2025)
- Fesih ve yeni dönem perspektifleri... (11 Haziran 2025)
(ÖA/Mİ)