4 Şubat'ta, London School of Economics (LSE), DHA sayesinde Hürriyet ve Milliyet gibi gazetelere, TRT'ye konu olan[1] bir konferansa ev sahipliği yaptı. Konferansın başlığı "Türkiye-Ermenistan İlişkileri" olarak duyurulmuştu[2], konferans moderatörü Profesör Şevket Pamuk, konuşmacı ise Amerikalı tarihçi Profesör Justin McCarthy'di. McCarthy gibi ününü 1915 olaylarında Türk tezini uluslararası arenada savunarak edinmiş, yaşananların sorumluluğunu Ermenilere ve Osmanlı'ya saldıran yabancı güçlere yükleyen, Türk Tarih Kurumu üyesi[3], TBMM'de konuşma yapmış[4], Yusuf Halaçoğlu ve Şükrü Elekdağ'la saf tutmuş[5] bir tarihçinin, Türkiye-Ermenistan ilişkileri konusunda ne söyleyeceği merak konusuydu. Merakımız, takım elbise-yoğun bir Türk kalabalığının doldurduğu LSE salonuna girdiğimizde giderildi, zira projeksiyon makinesiyle ekrana yansıtılan başlık, McCarthy'ye çok daha uygundu: "Prejudice, Deception and the Armenian Question" (Önyargı, Aldatma ve Ermeni Sorunu).
Belgelere dayanmak?
LSE Türkiye Araştırmaları Kürsüsü Başkanı Şevket Pamuk, belki de olacakları öngörerek, konuşmanın kendi kürsüsü tarafından değil, İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu (İTDF) tarafından organize edildiğini söyledikten sonra, Profesör McCarthy'yi kısaca tanıttı. Tanıtırken söylediği, bir tarihçi adayı olan benim gibi bir dinleyici için en dikkat çekici olan şey, McCarthy'nin "belgelere dayanarak çalıştığı" notu oldu. Bir tarihçi olarak McCarthy'yi özel kılıyor olmalıydı bu.
Pamuk'un kısa girişinden sonra sözü McCarthy aldı. Hürriyet ve Milliyet'in kelimesi kelimesine aktardığı, Alpaslan Düven imzalı DHA haberine göre, "Profesör McCharty, bilimsel verilere dayanan sinevizyon gösterisiyle desteklediği sunumunda, arşiv araştırmalarından elde ettiği bulguları ortaya koyarak, 1800'lerin sonunda Anadolu coğrafyasında yaşanan olaylara ilişkin Ermeni iddialarını çürüttü." Yine aynı haberde söylendiğine göre, konferans, McCarthy'nin tezlerine karşı "herhangi bir eleştiri getiremeyen Ermeniler" tarafından sabote edilmeye kalkışılmış, gerek McCarthy gerekse salondaki Türkler, Ermenilerin "hakaretlerine" maruz kalmışlardı. Buna karşın Türkler "sağduyulu ve soğukkanlı" kalmayı başarmışlardı. Bizim tanık olmadığımız fakat haberde anlatılan, McCarthy için düzenlenen yemekte ise, Türkiye'nin İngiltere Büyükelçisi Ünal Çeviköz, bu konuşma sayesinde "Ermeni tezlerinin yanlışlığı bilimsel olarak kanıtlandı" demişti. Bunlar Alpaslan Düven'in gördükleri ve bizim de görmemiz istenenler. Oysa McCarthy'nin konuşmasını ve salondan gelen tepkileri, başka insanlar, başka türlü gördüler. Bu yazı, 4 Şubat'ta LSE'de yaşananların, genç bir tarihçi adayı tarafından nasıl görülebileceği üzerine bir deneme.
Öncelikle, yazıda "1800'lerin sonunda Anadolu coğrafyasında yaşananlar" olarak geçiştirilen olayların, 1893-1896 yılları arasında Sason'da yaşanan ve "birinci soykırım" olarak bilinen Ermeni katliamları olduğunu belirtmek lazım. Profesör Justin McCarthy konuşmasının başında, söyleyeceklerinin "gerçekte neler olduğu" üzerine değil, "insanların inandıkları tüm o garip şeylere nasıl ve neden inandıkları" üzerine olacağını belirtti. Bir tür "tarihyazımı" konuşması yapacaktı yani. McCarthy'nin argümanı, kısaca, Sason'da yaşandığı söylenen Ermeni katliamları hakkındaki bilgilerin tamamının güvenilir olamayacak kaynaklardan geldiği, uydurulduğu, uzak merkezlerde üretildiğiydi. Bunu yaparken, çeşitli retorik stratejileri kullandı. Kendi ilgi alanları Ermeni meselesi ya da Osmanlı tarihi olmayan bir tarihçi adayı için, asıl ilginç olanlar da bunlardı.
Tarihçiler için retorik
McCarthy, meseleye kısa bir giriş yaptıktan ve katliam iddialarının Boston gazetelerinde yayınlandığını söyledikten sonra, Amerika'da o dönem Türkler hakkında varolan imajı sunmaya çalıştı. Birkaç karikatür ve birkaç yanlış bilinen şey üzerinden, Amerikalıların Türkler ve Osmanlı hakkında nasıl da önyargılı ve cahil olduğunu anlattı. Böylece Amerikalıların Türkler hakkında iddia ettiklerine zaten güvenemeyeceğimizi göstermiş olacaktı. Bu elbette salonu sevince boğdu, gösterilen komik Doğulu tasvirleri hem "bu kadarı da olmaz" nidalarıyla, hem de kahkahalarla karşılandı. Bu Amerikalılar da yani amma cinsti, üstelik tam bir Türk düşmanlığı! Oysa McCarthy'nin çok kurnazca yaptığı, Edward Said'in ve sonrasında yüzlerce araştırmacının, farklı şekillerde, farklı taraflarıyla anlattığı 19. yüzyıl oryantalizminden basit, fazlasıyla şablona uyan, sıradan örnekler göstermekti. Elbette Batı'nın Doğu'yu "bilme biçimleri" vardı ve buna körü körüne inanmak saçmalıktı; ama bunun Türklere ya da Ermeni katliamlarına özgü hiçbir tarafı yoktu. Ne gam! Zaten tüm dünyanın Türklere düşman olduğunu düşünen, ele geçirilmeye teşne seyirci McCarthy'nin kahkahalarına katılmış, hep beraber "aslında Türklerin hiç de öyle çirkin bir ırk olmadığından" bahsediyorlardı. Katliam iddialarını konuşmaya, salondaki 10-15 Ermeni'ye de dinlettiğimiz yüksek desibelli kahkahalarımızla başlamıştık.
"Türk dostu" Amerikalı tarihçinin konuşma boyunca kullandığı ikinci strateji de oldukça ilgi çekiciydi benim için. İddiaların kaynağına götürdü bizi McCarthy: Amerikalı misyonerler ve Ermeniler! Evet, tüm katliam iddiaları, bölgedeki misyonerlerden ve sağ kalmış Ermenilerden geliyordu. McCarthy için bu durum, iddialara güvenilmemesi için yeterliydi. Amerikalıların ne mal olduğunu zaten biliyorduk, az önce bahsettiğimiz birkaç oryantalist karikatür sayesinde; e Ermenilerin ne diyeceği de malum. McCarthy muhtemelen olay anında, hemen orada bulunan ve hakemli dergilerde yayınlanmak üzere makale yazacak profesyonel tarihçiler olmasını bekliyordu. Hatta belki kendisi gibi, TTK üyesi bir tarihçi, en ideali o olurdu.
Yine benzer bir akıl yürütmeyi, yabancı gözlemciler için yaptı McCarthy. Ermeni kıyımlarından bahseden herkesin "nasıl da Türk düşmanı olduğunu" başka anekdotlar üzerinden anlatırken, Ermeni iddialarını asılsız bulanlar hakkında hiçbir bilgi alamadık. Oysa muhtemelen kendisi de farkında, gazeteler kendisinden "Türk dostu" diye bahsediyor. Sormak lazım, analitik olarak, "Türk dostu" ve "Türk düşmanı" arasında bir fark var mıdır?
Ama McCarthy'nin kullandığı belki de en önemli strateji, Sason'da 1893-1896 arasında yaşananlarla, 1915'i iç içe geçirmek oldu. Hakkını teslim edelim, 1915'ten bahsetmediğini söylemişti McCarthy. Ama Sason için kullandığı örnekler kendiliklerinden 1915'e de çekilebilecek, nitekim dinleyicilerin de tam olarak bunu yaptığı ve kendisinin bundan hiç rahatsız olmadığı şeylerdi. Amerikalıların Türkler hakkındaki görüşü herhalde o kadar kısa zamanda değişmeyecekti, katliam gözlemi yapan yabancılar zaten Türk düşmanıydı, Ermeniler de aynı Ermeniler, tabii kaç tane kaldılarsa. Gayet belirsiz ve genel bir dil kullanan McCarthy, iki farklı olayın dinleyicilerin kafasında iç içe geçmesini amaçlamıştı belli ki. Büyükelçi Çeviköz'ün "Ermeni tezlerinin yanlışlığı bilimsel olarak kanıtlandı" demesi, McCarthy'nin amaçladığı şeye ulaştığını gösteriyor.
Gazeteciler için retorik
McCarthy'nin hikâye anlatma tekniklerinden bahsettik, ama olayı haberleştiren Alpaslan Düven'in de bu konuda hiç fena olmadığını teslim etmemiz gerekir. Bir gazetecinin, herhangi bir konudaki tarihsel iddiaların "çürütüldüğüne" ilişkin kesin yargıya varışını bir kenara bırakalım, bu konuda bir parlamentodan ya da büyükelçiden daha büyük değil günahı. Ama dinleyicilerin verdiği tepkileri anlatma biçimi aymazlıktır. Evet, Ermeni dinleyiciler McCarthy'ye karşı sert sorular sordular. Ama Türk seyircilerin asla onlardan geri kalan bir yanı yoktu. Söz alıp McCarthy'yi eleştiren herkes taciz edildi. Şevket Pamuk'un ilk uyarısı, hem McCarthy'ye karşı biraz daha saygılı bir üslup takınmalarını istediği Ermeni dinleyicilere, hem de onları bağırışlarla ve küfürlerle taciz eden Türklere geldi.
"Ermenilerin hakaretlerine karşı provokasyona kapılmayan Türkler", soru sormaya çalışan bir Ermeni'ye "o... çocuğu" diye bağırdı, ayaklarıyla yerleri tepti. Benim "İngiltere'de tarih okuyan bir Türk'üm" diye başladığım sorum karşısında "böyle konferanslarda kendini Türk olarak tanıtan ilk Ermeni değil" diyen ya da benim "Türk düşmanı" olduğumu söyleyen Türkler, Düven'in hikâyesinde bulunmuyor. Başka bulunmayanlar da var. "Ben Muş'tan gelen bir Kürt'üm, o sıralar nüfusun yüzde 25'ini Ermenilerin oluşturduğunu söylediniz, eğer tüm bu iddialar yalansa, bu insanlar nereye gitti?" diye soran Kürt; "iddiaların Ermenilerden kaynaklanıyor oluşu onları neden geçersiz yapar?" diyen Oxford öğrencisi İngiliz; "Ben Türklerle Ermenilerin acılarını tamir etmesini, yeniden bir araya gelebilmelerini, sınırların açılmasını dört gözle bekliyorum" diyen Ermeni; konferans dağılırken kapıda soru sormaya başladığı dinleyicinin Türk değil de Ermeni olduğunu öğrenince, özür dileyerek soru sormaktan vazgeçen Show TV muhabiri; kendisini eleştiren dinleyicilere "Soru mu soracaksınız bana ders mi vereceksiniz?" diye müdahale etmesine rağmen, "Türklere herkes düşman, bizim dünyadaki imajımız çok kötü", "Ermenilerin Azerbaycan'da yaptıkları ne olacak?" ve en güzeli "Binlerce yıl, 5 kıtada hüküm sürmüş Türkler, herhangi bir millete zarar vermiş midir, tek bir katliam yapmış mıdır, en ufak bir kötülükte bulunmuş mudur?" tiradları çeken Türk dinleyicilerin verdiği derslere hiç müdahale etmeyen McCarthy, Düven'in hikâyesinde kendine yer bulamayan başka ufak detaylar.[6] Elbette Alpaslan Düven ilk değildir, maalesef son da olmayacaktır; böyle bir haber yazması kendi bağımsız iradesinin değil, bu haberin binlerce benzeriyle örülmüş bir söylemin sonucudur. Bu söylem, tarihi kazanılacak (ve herhalükarda "bizim" tarafımızdan kazanılacak) bir maç olarak görür; acısını konuşmak isteyen insanın hakikatini değil, kendi görmek istediklerini arar. Aynı söylem TRT'ye "Gerçeği anlattı Ermeniler çıldırdı" diye başlık attırır.[7]
Suyu bulandırmak
4 Şubat 2011'de LSE'de olan şey, iddia edildiği gibi Ermeni tezlerinin yanlışlığının bilimsel olarak kanıtlanması falan değildi. Oysa Şevket Pamuk'un McCarthy'yi tanımlamak için kullandığı "belgelerle uğraşmak" eyleminin, retorik stratejilerle nelere kadir olabileceği, Türk diasporasının farklı sesler duymaya ne kadar tahammülsüz olduğu, Türkiye medyasında haber yapmak için ahlâkın hâlâ pek geçerli bir koşul olmadığı gibi, zaten bildiğimiz başka şeyler tekrar kanıtlanmış oldu. Son olarak şunu söylemek lazım belki, Justin McCarthy kendisine yöneltilen bir eleştiriye cevap verirken, Aristo'dan alıntı yapmış, "bir tartışmada geçerli argüman geliştiremeyenler karşılarındakine hakaret ederler, kuyuyu kirletirler ('polluting the well')" demişti. Türkçedeki karşılığı herhalde 'suyu bulandırmak' olan bu deyim, Justin McCarthy'nin akademisyenliğini de, karşı karşıya kaldığımız gazetecilik biçimini de, "amacımız Türk-Ermeni ilişkilerine katkıda bulunmak" diyen, kamuoyuna konuşma başlığı olarak "Türk-Ermeni ilişkileri"ni duyuran İTDF'nin yöntemlerini de çok güzel anlatıyor. Suyu bulandırmayan, her şeyi açık açık konuşan, gördüklerini açık açık anlatan tarihçilere, gazetecilere ve "ilişki" hukukundan daha iyi anlayan derneklere ihtiyacımız var. Ama en önemli ihtiyaç, büyük acıların yaşandığı, ağıtların yakıldığı, durmaksızın kanayan, toprağından kan çıkan bu coğrafyanın insanlarının, tarihe kazanılacak bir maç olarak bakmayı bırakması. Seslerini duymayı reddettiğiniz, susturmaya çalıştığınız; konferans salonunda susturamadıklarınızı da gazete sayfalarında görünmez hale getirdiğiniz insanlar, sizin rakibiniz değil. Hakkında konuştuğumuz su, zaten kana bulanmış durumda; anlayın artık, kimse bu maçı Justin McCarthy'nin golleriyle kazanamaz. Yüz yıl önce bu toprakların kaybettiklerinin yanında, sizin maçınızın esamesi zaten okunmaz.[8] (FK/EK)
___________________________________________________
K. Mehmet Kentel, Oxford Üniversitesi Modern Britanya ve Avrupa Tarihi/Yüksek Lisans
Dipnotlar :
[1]http://www.milliyet.com.tr/-ermeniler-kendileriyle-ayni-fikirde-olmayanlari-seytan-saniyor-/siyaset/sondakika/05.02.2011/1348673/default.htm?ref=facebookmypage
[2]http://www.turkishfederationuk.org/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=27&Itemid=1
[3]http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Sayfa&No=29
[4] http://www.mfa.gov.tr/amerikali-profesor-justin-mc-carthy-tarafindan__sunulan____________________________________________-_-_ermeni-sorunu-gerceci__konulu-konferans.tr.mfa
[5] http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=DergiIcerik&IcerikNo=400
[6] Konferansın soru-cevap kısmının önemli bir bölümünü şu adresten izlemek mümkün:http://www.youtube.com/watch?v=6SH0zXfcnrQ
[7] http://www.trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=a8e54ad2-9013-43d8-871c-0406d5ae0482
[8] Yaptığı eleştiriler ve önerdikleriyle bu yazıya büyük katkısı olan Efe Kerem Sözeri'ye teşekkürler.