“Geçmişi güncelleştirmek gerekir”
Walter Benjamin
Michel Foucault tarihe bakışımızı oldukça değiştirdi demek sanırım yanlış olmaz. Bilgiye ulaşmanın iktidarla çok yakından ilgisi olduğunu ifade eden Foucault’ya göre tarih anlatısı neticede bir insan tarafından kaleme alınmaktadır ve onun seçimidir, bakışıdır. Bir şeylerin yazılmaması, yer almaması tesadüfî, basit bir unutuş, bellek yitimi değildir. Aksine, belirli olayların, tarihlerin, hikâyelerin bu anlatı içinde yer alması bilinçli bir seçimdir. Sözlü geleneğin yazılıya aktarım sürecinde, bu seçimden başlıca nasibini alanlar ise kadınlardır. Yıllar boyunca tarih erkeklerin ürettiği ve dolaşıma soktuğu bir disiplin olagelmiştir. Bu anlatının içindeki kadınlar ise sessiz figüranlardır.
Kısa bir süre önce İletişim yayınlarından çıkan (2016’nın son ayları) Véronique Sales’in derlediği Tarihçiler isimli kitap da bu yaklaşımın önemli bir örneği olarak raflarda yerini aldı.
Hegel’in 1821’de Hukuk Felsefesinin Temelleri’nde yazmış olduğu gibi “kamusal alan” siyaset ve eril politikaya eşdeğerdir. Buna karşılık “özel alan” aile ve kadınla özdeşleştirilmiştir. Bu paylaşım cinslerin doğal kalitesi, bedenlerinin tözü üzerinden işbölümünün uyumu ve türlerin doğal yetenekleriyle doğrulanır. Gerçekte ortaya konmak istenen ise Michelle Perrot’ya göre “kadınların yeteneksizliğidir”. Doğa’ya yakın olmak düşüncesi zamanla küçültücü bir biçime bürünür; kültür ve politikadan uzaklaşır. İnsanlık edimi bundan böyle erkeğin yanında yer alır. Aynı zamanda da erkeğe özgü olan bilme üstünlüğü, akıl ve mücadele gücü uygarlığı doğrulayan veriler olarak görülmeye başlanır. Riot-Sarcey’e göre kadının değerinin düşürülmesi dolaylı olarak sosyal düzenin gerekliliğinin aracı olarak kabul edilir. Comte 1838’de Bütün insan topluluklarında olduğu gibi, kamusal yaşam erkeklere aittir ve kadınların varoluşu yuva için kaçınılmazdır. Bu doğal farklılık silinmekten çok uzaktır biçiminde düşüncelerini dile getirir. [1]
Özel ve kamusal alanın karşıt doğması ve böyle devam etmesi bunu evrenselleştirir. Kamusal alan “kapalı” mekân haline gelir. Bu kapalılık kendi alanına girilebilmesi için sembolik anlamları da beraberinde getirir. Politika yapabilmek ancak erkekliğe özgü değerlerle mümkündür. Kadınlar ise iktidarlarını onlara uygun görülen alanda açığa çıkarırlar: Aile. Eğer erkekler, kadınların politik ve sivil haklardan yararlanmasını reddetmişlerse tabii ki bunun haklı nedenleri mevcuttur; kadınların yaşamlarını adayacakları çok daha önemli bir görevi vardır: Çocukların eğitimi. Kısacası anne vatandaş olmak vatandaş olmamayı telafi eder. 19. yüzyılın kadın hakları savunucuları dahi anneliğin haklarını savunur ve yüceltir. Temsiliyetçi demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, politik gücün geçerliliği açısından özel mülkiyet ve ailedir; bu durum kadınların siyaset sahnesinden dışlanmasını doğurur (Riot-Sarcey, 1993:26). Tekelci temsili sistemin temel direği ise sistemin devamı için kadınların dişileştirilmesidir (Riot-Sarcey, 2003:185). “Hegelci prensiplere göre, kadın manevî unsuru temsil eder. Kadının bütün bu kimlik oluşum süreci ise aynı zamanda proleterler, yabancılar daha sonra yabancı ırklar gibi farklı ama küçümsenen sosyal grupların kimliklerin dondurulmasına ve bunun meşrulaşmasına izin verir. Ötekini eğer onu bilgili, aydın olandan ayırırsak, demokratik sisteme uyum sağlamadan önce eğitilmesi gereklidir.” (Riot-Sarcey, 2003:183).
Tarihin yeniden yazılması cinsiyet ilişkilerinin olduğu kadar iktidar ilişkilerinin de yeniden keşfedilmesi demek. İktidarın sorgulanması, iktidarı oluşturan süreçlerin kavranması, toplumsal olarak kurulan cinsler arası farklılıklara dayanan gölge olguların, “toplumsal cinsiyet” rollerinin ne biçimde evrildiğinin açığa çıkarılmasıyla anlaşılabilir. İktidarın sorgulanması, boyun eğdirilmesi beraberinde birçok çelişkiyi de barındırır. Aktörleri olmayan bir tarihi geri vermek zordur. Pozitivist yöntemler siyasi değişimlere ve sosyal gösterimlere önem verdi. Seçilmiş olaylar güvenilirlik için ve görünür olmak için zorunluydu. Tarih yazımı kazananlara değer verilmesine dönüşen bir anlayış haline geliyordu. Pozitivist tarihçiler hep “nasıl” sorusunu sorarlar oysa bütün bu ilişki biçimleri akılda tutularak yazılacak yeni bir tarihin kapsamında “niye” sorusunu sormak kaçınılmaz. Örneğin, niye kadınlar imgeler dışında var olamazlar? Perrot’ya göre kadınların tarihi, simgesel bir düzmeceydi çünkü kadınlar asla imajsız değillerdi.
Antik Yunan ve Roma’da da tarih kadınlar açısından suskundur. “Georges Duby, soylularla rahiplerin yanı sıra kadınların kaderini de dikkatle incelediği yapıtının (1991) sonuç bölümünde ‘Kadınlar: Onlar hakkında ne biliyoruz?’diye sorar” (Perrot, 2009: 319).
1970’lerin başlarında yeşeren ikinci dalga feminist hareketin de etkisiyle feminist bir tarih yazımı ortaya çıkar. 1973 yılında Sheila Rowbotham, Tarihten Gizlenen Kadınların 300 Yıllık Ezilmişliği ve Buna Karşı Mücadele isimli çalışmasıyla bu yazıma öncülük eder. Joan Kelly 1976 yılında Joan W. Scott ise 1986 yılında sorar: “Biz kadınların insanlık tarihinin küçük ya da büyük olaylarına katıldıklarını bilirken neden ve ne zamandan beri kadınlar tarihin özneleri olarak görünmez oldular? ”(Riot-Sarcey, 1988: 26). Feminist tarihçiler tarafından hane içi cinsiyet eşitsizlikleri, kadınların kamusal alandan dışlanmasının tarihi, tarihin sayfalarında hep aynı rollerde “anne, eş” olarak yer almaları erkeklerin iktidarı ellerinde tutmaları açısından ne kadar etkili olduğu tarihten örneklerle gözler önüne serilir.
Fransa’da 1991’de yayımlanan Michelle Perrot’nun George Duby ile birlikte yazdığı Batı’da Kadınların Tarihi bu konuda önemli kaynaklardan biridir. Michelle Perrot Paris VII Üniversitesi’nin onursal tarih profesörlerindendir. Aynı zamanda Cahiers du Genre’ın yayın kurulu üyesidir. Kadınların tarihi temel çalışma alanlarındandır. Perrot’nun yanı sıra Fransa’da kadın tarihi alanında çalışan başka kadın akademisyenler de söz konusudur. Michéle Riot-Sarcey, Christine Faure gibi. İkisi de siyasal bir toplumsal cinsiyet tarihi yazılmasından yanadırlar.
İngiltere’de ise feminist tarihçi Leonore Davidoff’dan söz etmemek olmaz. Dilimize Ayşe Durakbaşa’nın katkılarıyla kazandırılan Feminist Tarihyazımında Sınıf ve Cinsiyet (2002, İletişim Yayınları) kitabından: “19. Yüzyıl İngiliz toplumunda kapitalistleşme süreçlerinin kadın ve erkek farklı sınıflardan, kesimlerden insanların hayatlarında yarattığı yeni dokuyu anlatır” (Durakbaşa, 2002, s:9). Davidoff kitapta, hane içi cinsiyet eşitsizliklerinin, görünmeyen emeğin kamusal alanın oluşumunda ne kadar etkili olduğunu vurgular.
Bütün bu çalışmalar toplumsal cinsiyet rollerinin oluşumunda yer alan ikilikleri, kadınlığı/erkekliği, özel alan/kamusal alanı, Batılı/Doğulu olmayı, yurttaş olmanın anlamını tartışmaya açar. Tarih yazımında deneyimin de içinde yer aldığı, araştırmacı/araştırılan ikiliğini sorgulayan feminist bir yöntem anlayışı geliştirir.
Joan W. Scott ise 1986’da feminist tarih yazımını içeriden eleştirir ve kadın yerine toplumsal cinsiyeti bir analiz kategorisi olarak almanın tarih yazımında önemini dile getirir (Scott,2007). Toplumsal cinsiyetin tarih yazımına ne kadar içkin ve belirleyen olduğunu ifade eder.
Bütün bu tartışma Tarihçiler isimli kitapta bir tek kadın tarihçinin yer almamasına yönelik. Véronique Sales Önsözünün girişinde “bu kitapla geçmiş yüzyılın ve önceki yüzyılın, yani, yaklaşık olarak, tarihin bir bilim olarak şekillenmeye ve tasarlanmaya başladığı zamandan bu yana, en çok iz bırakmış olan Fransız ve yabancı tarihçileri saygıyla anmak istedik. En çok iz bırakmış tarihçiler; her ne kadar daha sonra, bugün ya da yakın bir gelecekte eserleri başkaları tarafından eleştirilse, düzeltilse ve yeniden düzenlense de, şu veya bu şekilde, arkalarında onu ele aldıklarından itibaren farklı bir tarih disiplini bırakırlar” (s.9) diye vurgular. Kitapta Michelet’den, Tocqueville’e, Marx’a, Block’a, Duby ve Ariés’e kadar pek çok saygın tarihçinin portreleri yer alıyor. Üstelik Duby’nin en önemli eserlerinden birini yukarıda da zikredilen Batı’da Kadınların Tarihi’ni Perrot ile birlikte kaleme aldığı düşünülürse bırakın bir feminist tarih yazımının kitapta yer almamasını bir tek kadın tarihçinin bile bu kitapta adının geçmemiş olmasını bilinçli bir seçim, politik bir tavır olduğunu düşünüyorum. Perrot, cinsiyetlerarası farklılığın bilgi, iktidar ve siyaset alanlarında yeni yüzyılın en önemli sorunlarından birisi olduğunu dile getirir. Kadın tarihi de bu durumdan nasibini alır; kendini kararlı bir biçimde bu çerçeve içine yerleştirir (Perrot, 2009: 323). Sadece “erkek” tarihçi portrelerinin yer aldığı bu kitap da Perrot’yu doğrulamaktadır.
Tarih yazımını iktidarın belirliyor olması iktidarın dışında kalanlar (ötekiler) açsından hayal kırıcıdır. İktidar kendi söylemini oluştururken neleri unutturmak ya da dışarıda bırakmak istediğine dikkat etmek gerekir. Çünkü verilenin dışında kalanlar yeni kapılar açar, olanaklar sunar. Ezberi bozmak Ricoeur’un da vurguladığı gibi özgürlük alanını genişletir. Derlemede de portresi yer alan Marc Bloch’a göre tarih “hem genişletilmiş hem de derinleştirilmiş bir tarih” olmalıdır (Bloch, 2015: 21). Kadınları görmezden gelen bir tarih anlayışından ise bunu beklemek ne kadar doğru olur? (FS/AS)
Kaynaklar
Bloch, Marc, Tarih Savunusu veya Tarihçilik Mesleği, çev.: Ali Berktay, İletişim Yayınları, 2015.
Davidoff, Leonore, Feminist Tarihyazımında Sınıf ve Cinsiyet, Haz.: Ayşe Durakbaşa, çev.: Zerrin Ataşer- Selda Somuncuoğlu, İletişim Yayınları, 2002.
Perrot, Michelle, “ Tarih’in Cinsiyetlendirilmesi”, Eleştirel Feminizm Sözlüğü, Yay. Haz.: H. Hırata-F. Laborie- H. Le Doaré- D. Senotier, Çev.: Gülnur Acar-Savran, Kanat Yayınları, 2009.
Riot-Sarcey, Michèle, “Les sources de pouvoir: l’événement en question”, Le Genre de l’histoire: Les Cahiers Du Grif, Paris 1988.
Riot-Sarcey, Michèle, “De l’histoire politique et des pouvoirs”, Futur Antérieur; Féminismes au Present, L’Harmattan, Paris 1993.
Riot-Sarcey, Michèle, “Les effet de la révolution ou le devenir des promesses révolutionnaires”, Autrement, sayı 96, 2003.
Scott, Joan W., Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi, çev.: Aykut Tunç Kılıç, Agora Kitaplığı, Şubat 2007.
Tuğ, Başak, “Tarih ve Toplumsal Cinsiyet”, Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları, Yay.Haz.: Feryal Saygılıgil, Dipnot Yayınları, 2016.
* Yazı ilk olarak Duvar Dergisi’nin Mart –Nisan 2017 tarihli 30. sayısında yayınlandı.
[1] A.Comte, Discours sur l’ensemble du pozitivizm, Paris, Jüillet 1848, s. 205. Comte, insanlık düzeninin sistematik teorisi diye adlandırdığı bilimselliğin yasalarını dile getirdi. Cinsler arasında farklılığı savunan Comte’un sisteminde kadınlar büyük çocuklar olarak tanımlanır. Dişilik, kadını insan soyunun yetkin örneğinden ırak düşüren bir çeşit sürekli çocukluk gibidir. Ailenin temeli ise, cinsler arası hiyerarşiye dayanır. Comte, kadını eve kapatır ve toplumsal evrimin sonunda kadının bütün ev dışı çalışmalarının ortadan kaldırılacağını öngörür.