Kürtçe müzik yapanların işinin hayli zor olduğunu sözün en başında vurgulayayım da öyle başlayayım söze. Şimdi ben müzik emekçileri-sanatçıları üzerinden bunu dillendirdim ya! Eminim denecek olan şu: Kürtçe üzerinden sanat icra edenlerin hangi alanda işi kolay ki!
Doğru elbette; edebiyat, sinema, belgesel, tiyatro en önemlisi de bütün bunların kaynağı ve olmazsa olmazı olan; Dil. Ciddi bir önyargı var, hele hele iktidarın kurumlarına yaslanıp bu alanda boy göstermiyorsanız daha işin başında sırf Kürtçe olduğu için “zaten bölücü” damgasını yemiş ve ona göre ötekileştirilmişsiniz demektir.
Bu kadar uzun bir girişi niye yaptım diye düşünmüşsünüzdür. Söyleyeyim; bu sıkıntıların bir bölümünün tanığıyım. Bir bölümünün de yazılanlardan okuru ve ilk elden dinleyeniyim de ondan.
Sokağın Kürtçe müzik icra eden sanatçılarından tutun, en gösterişli salonlarda ya da her hangi bir programdaki icracılara varıncaya kadar! Bu tür programları izleyen, dinleyen sıradan “yurdum insanı”nın en esnek olanı “Kürtçeymiş, anlamını bilmiyorum ama olsun müzik evrenseldir…” der. Eh, ona da razı olalım (mı) bari.
İki gündür Tara Mamedova’nın dün dolaşıma giren “Lîlav” albümündeki altı şarkısını dinliyorum. Lîlav, Kürtçede eriyen karın suyu demek. Nizanim ve diğer şarkılar öyle Tara’nın sahne performanslarındaki hareketli, coşturan, keyifli parçalar değil. Tam tersi hüzünkâr parçalar.
Her birimizin hayatlarında bir ya da çok az sayıda “giden”imiz olmuştur. Giden, gittikten sonra ardında bıraktığı koca boşlukla yeri asla doldurulamayacak olan(lar)ın gidişi. Ardında büyük acılar, hüzünler, belki de yıkımlar bırakmak durumunda kalınan gidişler.
2011’de yayınlanan ve Fransızca ve Bulgarca’ya da çevrilip basılan kitabımın adıydı “Gittiler İşte”. Gittin, şimdi dönmek telaşındasın. Velakin her gidiş, dönüşün hüznüne gebe, demiştim o uzun uzadıya metinlerde…
İşte tam da Tara’nın bu albümle yola çıkarken zihninde yer eden “Ne gidebiliyorum, ne kalabiliyorum…” hâli, buna delalet ediyor…
“Nema karim ez bimînim
Û nikarim ez herim
Wek kanîya bê avim, birîndarim
Nema zanim çi bikim”
Sonra bir başka sesle gidene bir çağrı yapar diğer şarkıda;
“Were ez li benda te me
Vere bibe heyva şeva min
Beyî te ez ne çarim
Ku tu neyî ez birîndarim”
Buna rağmen giden dönmüyorsa bir başka avazdır öbür şarkının sözü;
“Gava tu ji min dûrî
Tu nizanî çiqas zor e
Dilê min li ser sêla sor e”
Devamını getirmeyeyim. Buna rağmen belki de yıllar sürecek olan o gidenin geri dönüşsüz yolculuğunun ardında bıraktıkları; şarkıların sözlerinde ve nağmelerinde varlık buluyor…
Tara’nın hayat hikayesini kendisinden dinlemiştim. Kırgızistan, Rusya sonra Fransa. Müzik eğitimi, sokak müzisyenleriyle buluşmalar. Besteler, söz yazarlığı, Yasmin Levy ile yolunun kesişmesi. Rus Devlet sanatçısı ve UNESCO’ca da adı ünlenen Zara Mgoyan’ın Mamedova’nın bestelerini okumasını da vurgulamadan geçmeyelim.
Sanatçının Lîlav albümüne dönersek; adına Vellùa Project dedikleri Haval ve Joe Haco birlikteliği ile iki yıllık yoğun emeğin ürünü ortaya çıkan bir çalışma.
Lilav için kelime anlamı olarak “kar suyu” dedik ya! Size, bende yarattığı duygu yükü açısından şöyle ifade edeyim; malum kar, baharda erimeye başlar ve en tepeden aşağılara doğru kar suyu akar. O güçlü çağıldayarak akıp gelen suya girmeyi bir yana bırakın! İki avuçla o suyu yüzünüze çırpmanız bile kendinize gelmenize yeter.
Dinleyin Lîlav’daki şarkıları bir avuç dolusu kar suyu misali; Nizanim, Were, Gava tu ji min durî, Eger, Bêbextî, Têlê xwînê’yi. Ama bir kez değil birkaç kez ruhunuzda hissederek dinleyin derim. Seveceksiniz…
Son sözüm şu olacak; Kürt kurumları, özellikle belediyeler Kürtçe müzik ve diğer tüm iş yapan gruplara, sanatçılara, yapılara sahip çıkmalı. Pozitif ayrımcılık yapmalı. Kültür, sonuçta ticari bir alan değildir. Hele Kurdî kültür-sanat. Sahiplenildiği ölçüde güçlenip gelişir…
Ayrıca bu sahiplenme, sahiplenene de prestij sağlar, benden söylemesi.
(ŞD/HA)