Yazıp yazmama konusunda çok düşündüm; ben mi yazmalıyım, yoksa çok daha yakın arkadaşları mı veya ressam bir dostu mu diye? Bu hafta son yerleştiği / son yurdu Eskişehir’den Ankara’da bir bakım evine kaldırıldığını duyunca, ben kişisel duygularımı ve anılarımı yazayım sonra yazmak isteyenlerde yazsın diye düşündüm.
1990’lardı Sıdıka Su, “Cihangir’e yeni taşındı seni tanıştırmak istiyorum, Danimarka’dan yeni geldi” diyerek tanıştırdı beni Sevil Güner Ener ile...
Böyle başladı dostluğumuz, onlarca yıl yarenlik ettik; kah Türkiye’nin derin mevzuları, kah sanat velhasıl yaşama dair her şeyi konuştuk... Çok özeldi, çok güzeldi, çok birikimli idi ama hep merakta bırakan bir gizemi vardı... Ortak çevremizden duyardım üniversite yılları ve sonrası çok ama çok yetenekli ve bir o kadar zarif güzelliğiyle baş döndürdüğünü ve entelektüellerin hepsinin ilgisini çektiğini...
Bir gün elinde bir resimle çıkageldi ve “Bunu size hediye etmek istiyorum” dedi.
Resmi gördüğümde inanamadım zira ilk siyasi bilincimi oluşturan kitaplardan birisinin kapak resmi idi, sevgili dostumuz Erdal Öz’ün “Yaralısın” kitabının...
Türkiye bir değer bilmezler ülkesidir ve maalesef gözümüzün önünde yitip giden binlerce çok değerli aydınlar mezarlığıdır...
Sevgili Sevil Güner Ener onlarca yıllık birikimini, kendi resimleri başta olmak üzere biriktirdiği çok önemli sanat koleksiyonunu bir müze, bir vakıf veya bir üniversiteye bağışlamak için Eskişehir’e ani bir kararla gitti yıllar önce. Ve tabi ki Eskişehir ve de üniversite yeni bir hayal kırıklığından başka bir şey olmadı.
Orada yaptırdığı küçük bahçeli evinde kedileri, çiçekleri, anıları ve resimleriyle yaşadı. Bir kaç aydın Eskişehirli öğrencisiyle sanatını paylaştı.
Bu arada kah telefonla kah İstanbul’a geldiğinde görüştük.
Son gördüğümde sağlığı da iyi değildi, belindeki hastalık ağırlaşmış kamburlaşmış ve zor yürüyordu. Ve çok üzüldüm bu haline sevgili Güner Hanım’ın...
Ortak dostumuz Nur Hanım dün 5-6 ay önce Ankara’daki yeğenlerinin Eskişehir’e gelip Ankara’daki bir yaşlılar bakımevine yatırdıklarını söylediğinde yüreğimde ve beynimde bir tel kırıldı ve gözyaşlarımı durduramadım. Yurtdışında böylesi bir sanatçı olsa halkı bir kenara bırakınız Kültür Bakanlığı tüm imkanlarını seferber eder bu insanı yaşamının sonuna kadar refah içinde yaşatır, eserlerini halkla paylaşır ve gelecek nesillere ulaşmasını sağlardı.
Bu yazı biraz da bunun için kaleme alındı.
Eylül Yorgunu adlı öykü kitabını her insanın okumasını öneririm, Sevgili avukat arkadaşım rahmetli Şafak Kobaş ile Güner Ener’i tanıştırmıştım. O an Şafak çığlık attı ve “12 Eylül’de Mamak cezaevindeki tüm kadın tutuklularının yaşam rehberidir o kitap” dedi Ve bu kitabı yeniden bastırmak için kolları sıvadı, elbirliği ile “Eylül Yorgunu” tekrar basıldı, okuyucu ile buluştu...
Sevil Güner Ener’i Eylül Yorgunu’ndan alıntı bir kaç satırla tanıyınız, geri kalanı zaten siz kitabı bulur okursunuz:
“Dışardakilerin dertleri başlarından aşkındı. Kimsenin kimseyle uğraşacak hali yoktu. Olduğumuz yerde unutulup gittik. Bu yadırganamaz. Hiç yaşamamış, hiç varolmamıştık sanki. Tıpkı ölülerine davrandıkları gibi...
İçerde her şeyler anlamını yitirdi. Çiçekleri sulamak faydasızdı örneğin güneş görmedikleri için büyümüyorlardı. Uzamış boyunları, sapsarı benizleriyle dik durmaya çabalamaları ilk günlerde dayanılmaz bir şeydi. Sonra ona da alıştım. Her şeylere alıştım. Uyandığım zamana sabah demeye, saçlarımı aynaya bakmaksızın taramaya, ilgilenmemeye, beklememeye, -ah beklememeye bile – hiç nedensiz bir takım eylemlerde bulunmaya... Bir de unutabilsem! ...”
Evet, bu ülke çok nitelikli insanlarını eğer kapitalizme hizmet etmiyorsa görmemeyi, önemsizleştirmeyi ve tüketmeyi huy edinmiştir sanki. Bu durumda elimizden geldiğince bu değerlere sahip çıkmalıyız ve hatta hayatta iken sağlıklı iken sevgi ve saygımızı göstermeliyiz diye düşünüyorum.
Tanıyınız istedim Sevil’i, Eylül Yorgunu'nu, Sevil Güner Ener’i...
İyi ki tanımışım sizi. Sevgiyle, minnetle, saygıyla... (EA/HK)
Sevil Güner Ener kimdir?Öykü yazarı, ressam. 1935’te Samsun’da doğdu. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nden 1973’te mezun oldu. İngiltere’de Cambridge Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü’nden 1966’da sertifika aldı. İngiltere dönüşü İller Bankasında çevirmenlik, resim öğretmenliği yaptı. Cem yayınevinde kapak ressamı olarak çalıştı. 1970'ten başlayarak 100'ün üstünde kapağa imza attı. Resimleri UNICEF kartları ve takvimi ile BIB Bratislava Bienali’nde (1979-1991) yer aldı. İlk kişisel sergisini 1974’te İstanbul’da açtı. Öyküleri ve resimleri 1960’dan beri Dost, İstanbul, Art Decor dergilerinde yayımlandı. Şehircilik konusunda kitap çeviriler yaptı. 1995’de Vedat Dalokay’dan İngilizceye çevirdiği Kolo adlı eserle ABD Kütüphaneler Birliğinin en iyi çeviri ödülünü aldı. Resimleri yurtiçi ve yurtdışı koleksiyonlarda (İstanbul, Ankara, İzmir, Prag, Bratislava, Helsinki, Oslo, Kopenhag, Viyana, Newyork) ve müzelerde (Bratislava, Bakü) yer alıyor. Kitapları : Eylül Yorgunu (Yankı Yay. 1969; 2. Baskı İmge Yay. 2015), Camın Kırık Yerindeki Mavi (1972), Kel Kız (çocuklar için 1990 ) |