Tanıtımlarda otuz küsur yıl önce Milliyet'in "bizimle buluştuğu" ve şimdi de bizimle buluşmaya geldiği reklam edilmişti. Seçim kararından hemen sonra aynı tır yeniden yola çıktı.
Benzer bir "yoklama"yı Hürriyet yazarları da yaptılar, yapıyorlar. Belli ki halkımızda böylesi bir ilgiye teveccüh var.
Anadolu'ya çıkan ilk gazeteci: Ahmet Şerif
Hürriyetin İlanı'ndan, yani 1908'de Abdülhamit'in tahttan indirilmesinden bir yıl sonra, İttihatçı gazete Tanin'in muhabiri Ahmet Şerif bir Anadolu gezisine çıkmış ve gezi izlenimlerini Tanin'e yazmıştı. Bu yazılar yetmişli yıllarda Anadolu'da Tanin adıyla derlenip yayınlandı.
Şerif'in kağnılarla aldığı yolu tırla alan yeni muharrirlerin yazıları, bazılarının "Türk Devrimi" diye kutsadıkları geride bıraktığımız yüzyılın ilk çeyreğindeki gelişmelerin "gerçek" tarihsel içeriği hakkında bugünden fikir veriyorlar: Yüzyıllık tarihimizi belirleyen ittihatçı ıslahatçılık ve modernlik arayışının, özellikle aydınlarımızı her on yılda bir saran yenilenme buhranının, yarı-sömürge ve yeni-sömürge hali pür mealimizi gösterdiğini söylesek abartmış mı oluruz?
Ahmet Şerif, İttihatçı programa uygun olarak önce maarife (eğitim), sonra adliyeye, sonra mahpushaneye ve en sonda idareye bakıp; muallimler, kadılar, gardiyanlar ve kaymakamları (valileri) Tanin'de eleştirdi. Tahmin edileceği üzere, eğitim perişan, adaletin terazisi dengesiz, mahkumlar aç ve kaymakamlar pek ehli-keyf idiler ve Şerif nereye gitse hep aynı şeyleri yazmak zorunda kaldı.
Gezilerinin sonuna doğru, Hürriyetin İlanı'nı dahi sorgulayan Şerif, masumane bir şekilde şunu itiraf etmekle kifayet etti: Devrim, İstanbul'da kalmıştı, Anadolu'nun ise Devrim'den (Hürriyet'in İlanı) haberi yoktu.
Nereye gitse varlar: Ermeniler
Şerif yazılarında gittiği illerin nüfus yapısı hakkında da bilgi verir. Kastamonu da dahil, gittiği her ilde en az yüzde 5 ve en çok yüzde kırk Ermeni yaşamaktadır.
Şerif'in en ciddi yakınmalarından biri, Ermeni okullarının tertipli ve güzel, programlarının medeni olmasına karşılık, Türk okullarının yıkık bir medrese ve köylülerin itibar etmediği mekteplerden ibaret olmasıdır. Modern fenni anlatacak bir hocaları da yoktur.
Hatta Şerif, Ankara'da şahit olduğu bir olayı esefle anlatır: Köylünün biri öküzlerini satmış ve oğullarını idadiye yazdırmıştır. Oğulları daha ikinci gün okulu bırakır ve köylerine kaçarlar. Şerif'e göre bu idarenin ve maarif sisteminin suçudur. Köhnemiş okulların bir nebze de olsa yerini almaya çalışan İttihatçı ocakları da yetersiz kalmaktadır, bu durumu aşmaya.
Halbuki Ermeniler bölgenin en iyi okuluna sahip bulunmaktadırlar. Şimdiki muharrirlerin yazdıklarına ve Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) nüfus sayımlarına göre, ne yüzde 40 ne de yüzde 5 Ermeni var artık. Okulları varsa da Ankara'da değil, etnik adları olan Ermeni ise devlet katı dahil toplumda bir küfür sözcüğü olarak yaşıyor!
Karşılama töreni
Şerif'in yazıları o dönem Tanin'de çıktıkça yankı yaratır ve taşra ileri gelenlerinin de durumdan haberi olur. İstanbul nezdinde hoş görünmek isteyen bazı uyanık yöneticiler, Şerif'e devlet erkânı gibi karşılama yaparlar. Şerif, bu karşılamalardan sonra, halktan bilgi alamadığını ve bu yüzden tebdili kıyafet gezmeye başladığını yazar.
Şimdiki muharrirlerin doluştuğu tırlara bu tür karşılama törenleri yapılmıyor elbet. Ama şimdiki muharrirler de, pek öyle, maarife, adliyeye, mahpushaneye ve idareye bakmaya eğilimli değiller. Hatta halka bunu sormaktan bile imtina ediyorlar. Şerif'in sorduğu sorulara benzeyen tek soruları, sistem partilerinin oy oranları. Kriz gezisine çıktıklarında da aşağı yukarı aynı soruyu sormuşlardı.
Halk, Şerif zamanında İttihatçıları devlet sayıyordu, devlet "devrim yapmıştı", iyi yapmıştı ama buralarda her şey eskisi gibiydi. Şimdi de halk, anladığımız kadarı ile "devlet"in Avrupa'ya girişini izliyor. Ama henüz ortada iş ve aş olmadığından karar verebilmiş değil... Fakat, tırlara doluşan muharrirlerin yazdıklarına bakılırsa, halk, Avrupa'yı istiyor ama nedense Tayyip Erdoğan'a oy verecek.
Özkök ve Yılmaz'ın tekne turu
Artık Ahmet Şerif'ler yok. Özkök'ler, Yılmaz'lar var. Patronlarıyla birlikte, siyasi bir partinin genel başkanı eşini de yanlarına alarak yatla Yunan adaları gezisine çıkmayı halka gitmeye tercih edenler var yani.
Gönderdikleri tırlar yanıltmasın! O yüzden onları, ne maarif, ne adliye, ne idare ne de bir şey ilgilendiriyor; iki şey hariç, biri, patronlarının çıkarı, diğeri, bu çıkar doğrultusunda toplumun yönlendirilmesi...
Ragıp Duran'ın, bianet'te medya-çıkar odakları ilişkisini değerlendirdiği yazısında sunduğu model, gerçekten de açıklayıcı: Medya, başlı başına bir güç değil, bir iktidar grubu ile birlikte, onunla eklemlenerek bir güç haline dönüşüyor. Elbette, iktidar grubundan kasıt, bir egemen sınıf fraksiyonu...
O yüzden Özkök'ün ve Yılmaz'ın şiddetle tatile ihtiyacı var. Çünkü patronları geleceklerini kurtarmaya ve yeniden kurmaya çalışıyor. Açık ki, Tanin'li Ahmet Şerif'in gezisi, Hürriyetin İlanı'ndan sonra basının hürriyete katkısını ve halkın hürriyete ilgisini arttırmak gibi tepedenci ama bir ulvi amacı da içeriyordu. Devlet'in yaptığı devrime halkı da suç ortağı etmek isteyen İttihatçılar için bu kutsal bir amaçtı da.
Devlet'in giremediği ve giremeyeceği Avrupa Birliği masalıyla halkı avutan bugünün medyasının tırları ise Aydın Doğan'ın çıkarları dışında hiçbir ulvi amaç taşımıyor. TIR, evet il il geziyor, ama Milliyet ve Hürriyet, Yunan adalarını gezdiren o tekneden idare ediliyor.
Toplum mühendisliği
İslamcı medyanın da diğerlerinden en ufak bir farkı yok. Onlar da başka bir çıkar grubuyla bağlı, hegemonyacı olmayan bir egemen sınıf fraksiyonunun sözcüsü ve parçası konumundalar. Ama bu aralarında çelişki olmadığı anlamına gelmiyor, var. Doğan ve Bilgin medyasını toplum mühendisliği yapmakla suçlayan İslamcılar... Haklılar da...
Yeni Şafak yazarı Taha Kıvanç'a bakılırsa, yat gezisinde mühim bir karar alınmış, bu karar şu: Yeni bir hükümet kurdurup seçimi erteletmek. Kıvanç, "Aslına bakılırsa, ben iki yayın yönetmeninin de tatil yaptığına açıklamalarından dolayı kaniyim" diyor
Taha Kıvanç, biliyor ki, Tayyip Erdoğan Başbakan olursa, asker sopası yemesin diye ihtiyacı olacak Özkök ve Yılmaz'a!!! Yine de memleket meselelerine hiç girmediklerini kim iddia edebilir? O kısmı da ifşa ediyor Taha Bey: "Seçimleri erteletmek ,için anlaştılar."
Taha Bey, diğer bir egemen sınıf fraksiyonun gazetesinin manşetini de atlatmış oluyor böylece. Manşet Star'ındı ve "kirli ittifak" diyordu, habere göre, Doğan gezide Özer Uçuran Bey'e ANAP-DYP ittifakı önermiş de, Çiller reddetmiş... "Doğru değil" diyor Taha Kıvanç, seçim erteletmekte anlaştılar...
Burada esas konu şu; eğer doğru ise, tırlarını seçim için halkın arasına salanlar, bir yat gezisine çıkıp, seçimden vazgeçebilecek kadar halka yabancılaşmış ve onu yönetebileceğini sanan sermaye bürokratları, medya teknikerleri ve evet, toplum mühendisleri haline gelmiş olmalılar.
Bunların Ahmet Şerif romantizmi ve ilericiliğiyle, gazetecilikle, halkla, gerçekle ve hatta insana ait o en temel değerlerle bir ilgisi olduğu söylenebilir mi?
Ahmet Şerif, halkın sorunlarını, ekmek bulamadığını anlatıyordu İstanbul'a, Ermenilerle nasıl birlikte yaşadığımızı ve yaşamamız gerektiğini anlatıyordu sonra, yıl henüz 1909'du, bunlar ise, yedikleri ıstakozları iştahla anlatıyorlar, birilerine küfredecekleri zaman "Ermeni Dölü" diye manşet atıyorlar; işte Türk Devrimi'nin geldiği yer bu, gazetecileri bu...
Gerçekten inanıyorlar mı temel insan değerlerine sahip olduklarına, birazcık Ahmet Şerif ruhu taşıdıklarına ya da biz en azından inanmalı mıyız buna?
Bunu, gazetelerinde bolca eski solcu, yeni solcu, solcu falan istihdam ediyorlar, hatta sola gazete çıkarıyorlar diye, bu içinin ne ile dolu olduğunu herkesin bildiği çukurun yaydığı kokudan en çok haberdar olan ama illa da susan, yine de susan, işten atılsa bile suskunluğunu boz(a)mayan emekçilere, solcu gazetecilere soruyorum. (MBM/NM)