Öncelikle, bir dış dinamik olarak AB'nin Türkiye toplumu açısından son derece önemli bir değiştirici rol oynamakta olduğunu ve bu işlevin önümüzdeki dönemde de süreceğini kestirmek gerek.
Bu dönüştürme işlevi, bir yandan iç dinamikleri harekete geçirmek şeklinde tercüme edilirken bir yandan da daha demokrat, daha özgür, daha toplumcu bir ortamın gelişebilmesi için zemin hazırlanması şeklinde ifade edilebilir.
Tam üyelik öncesi ve sonrası
AB'ye tam üyelik de, tam üyelikten sonraki süreç de, sonuç olarak tıpkı bugünkü gibi bir mücadele, bir iktidar süreci. Zaten kimse AB'yi sihirli bir değnek gibi görmemeli. Ayrıca, Kopenhag Zirvesi öncesi ve sonrasında, Türkiye'de gerek mevzuat gerekse anlayış alanında gerçekleştirilmesi gereken daha bir çok reform var.
Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadına giren, mealen "Toplumun önemli bir kesiminde infial yaratsa bile, şiddet ve ırkçılık içermeyen her türlü görüşün serbestçe yayınlanması" ilkesi hem Türkiye kanunlarına daha da önemlisi toplumun ruhuna derin bir şekilde dahil olması gerekiyor.
Avrupa'nın medya devleri, Türkiye medya piyasası
Tam üye Türkiye'nin medyasındaki olası değişiklikleri önce medya mülkiyeti açısından değerlendirelim:
Avrupa'nın medya devleri, Berlusconiler, Murdochlar, Bouyguesler ve diğerleri, Türkiye medya piyasasına da girebilir. Gerçi böyle bir pazara girmek için tam üyelik gerekmiyor. Çünkü Türk medya piyasasında halihazırda iş yapan İtalyan, İspanyol medya grupları zaten var.
Ayrıca Avrupa medya devleri, AB üyesi olmayan ülkelerde de yatırım yapıyor. Ne var ki, AB üyesi bir Türkiye, diğer sektörlerde olduğu gibi medyada da AB'li medya holdingleri açısından eskisine oranla hem ticari hem de siyasi açıdan daha cazip bir ülke haline gelebilir.
Türkiye kolay değil
Yine de, gerek geçmiş deneyimler gerekse Türk medya piyasasının mevcut durumu, yabancı medya sermayesinin tam üye Türkiye'ye bile girişini tereddüde düşürecek unsurlar taşıyor: Türkiye medya piyasası, basım, dağıtım, satış ve reklam kapasitesi açısından öyle ahım şahım bir ülke değil. Okuma ve yazma, Türkiye'de favori sporlar arasında yer almıyor.
Öte yandan Avrupalı özel olarak AB'li medya holdingleri, rutin çalışma düzeni açısından Türk medya piyasasını pek cazip bulmayabilir. Çalışma koşulları, özgürlük ve yasaklar, kadroların düzeyi, dengesiz ücretler, yayın politikaları, içtihat, etik kurallar, medya-toplum ilişkileri açısından, Türkiye, AB'li medya holdingleri açısından hemen ve kolayca benimseyecekleri bir ülke değil.
Tüm bu engellere rağmen, AB'li medya gruplarının Türk medya piyasasına girmeleri, rekabet açısından olumlu bir rol oynayabilir. Rekabetin ekonomik, ticari ve mali boyutlarından çok, "Gazetecilik nasıl yapılır?" sorusuna vereceği yanıtlar bakımından bir katkısı söz konusu olabilir.
Rekabet ve anti-tröst kuralları
Tam üye Türkiye'de, AB müktesebatının rekabet ve anti-tröst kuralları uygulanabilirse bu da son derece önemli bir kazanım olacaktır. Ancak bugünkü liberal AB'de bile hukukun, siyaset ve iktidarın bir aracı haline gelmesi nedeniyle, örneğin söz konusu kurallar İtalya'da Berlusconi'ye, Fransa'da Bouygues ya da Vivendi'ye, İngiltere'de Murdoch'a öyle şak diye uygulan(a)mıyor.
Çünkü AB'de de medya devlerinin siyasi iktidarla olan ilişkileri ve egemen sistem, tekelleri belirli ölçüde korudu. Rekabet ve anti-tröst yasa ve kuralları da ancak mücadele ile hayata geçiriliyor.
Tam üye Türkiye'de, medya devlerinin elektrik dağıtım, cep telefonu, müteahhitlik, pazarlamacılık gibi alanlarda faaliyet göstermesini engelleyecek hukuki düzenlemeler bulunacağı için, Türk medya mülkiyetinde önemli değişiklikler beklenebilir.
Yine de AB müktesebatında medya belki de en az düzenlenmiş alanlardan biri olduğu için bu konuda çok fazla beklenti içine girmemek, fazla umutlanmamak gerek. Henüz Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkelerin bile medya alanında kurumsal bir standartlaşmaya gitmemiş olduğunu hesaba katarsak, medya alanındaki demokratikleşme için uzun bir yolun önümüzde durduğunu bilmek gerek.
Daha fazla özgürlük için hukuki zemin
Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi'ni zaten imzalamış olan Türkiye, belki de özel olarak medyaya ilişkin değil de, siyasal haklar gibi bildirgeleri de imzalayıp onayladıktan sonra daha geniş bir özgürlük ortamının hiç olmazsa hukuki zeminini yaratmış olur.
Meseleye meslek açısından bakacak olursak, AB'nin dışarıdan tam üye Türkiye'ye verebilecekleri, mülkiyet alanından daha fazla:
Medya organlarının, başta sendikalar olmak üzere meslek kuruluşlarının, gazetecilerin, medya gözlemevleri ve medya alanındaki akademilerin eskiye oranla AB'li muhataplarla daha yoğun, daha verimli bir işbirliğine girmeleri beklenir.
Bu işbirliği, tam üye bir Türkiye'de eskisine oranla daha kurumsal, daha güçlü ve daha kalıcı olabilir. Örneğin Renault otomobillerinin Belçika'daki fabrikası kapatıldığında, Fransa'daki Renault işçilerinin Belçika'ya gidip mücadeleye destek olmaları gibi, gazetecilerin gerek işverene gerekse her türlü sınırlama ve olumsuzluğa karşı mücadeleleri de ulusal düzeyden Avrupa düzeyine çıkma şansını yakalayabilir.
Hukuki düzenlemeler sayesinde, eskiden medya organlarına, gazetecilere, yazar ve akademisyenlere yönelik baskıların azalması öngörülebilir.
Televizyonlardan yüzde 1 gazetelere
Teknik açıdan, örneğin Fransa'da halen yürürlükte olan bir yasa gereği, TV kanallarının reklam gelirlerinin yüzde 1'i yazılı basına aktarılarak değişik medya türleri arasındaki denge sağlanabilir. Keza, ulusal, bölgesel ve yerel medya mülkiyetinde de sınırlamalar getiren dengeli yasalar AB müktesebatında var.
İskandinav ülkelerinde bir süredir uygulanan ilkokullarda'media litteracy' (Medya okur-yazarlığı) dersleri tıpkı İnsan Hakları dersleri gibi bizde de hayata geçirilebilir.
Muhalif, solcu, marjinal, alternatif basın eskisine oranla daha az baskı ile karşılaşabilir. Mesela gazete, radyo ve TV'lerin öyle kolay kolay sıradan bir idari kararla kapatılamayacağını bugünden biliyoruz.
Keza gazeteleri bombalayanlar da tam üye Türkiye'de bir daha böyle bir çılgınlığa tevessül etmezler herhalde. Bunu sağlamak için de kaçınılmaz olarak ceza hukukunun doğru hatta normal bir şekilde işletilmesi yeterli olacak.
Kamu yayıncılığı
Tam üye Türkiye'de kamu yayıncılığının da eskisinden (ki eskisinin adı kamu yayıncılığı pratiği ise devlet yayıncılığıdır) daha olumlu kurulması beklenir.
Sonuç olarak, tıpkı devleti olduğu gibi medyayı da esas olarak düzeltecek olan gücün toplum olduğunu kabul edersek, tam üyelik, Türkiye toplumuna daha fazla hukuk, yani daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik ve daha fazla kardeşlik getirebilir.
Tam üyelik, Türk medya piyasasının düzenlenebilmesi için bir dizi hukuki araç öneriyor. Ama bu araçlardan daha önemlisi, tüm toplumda gerçek anlamda bir hukuk devleti anlayışını güçlendirebilirse, AB, Türk medyasına olumlu katkılarda bulunabilir.
Yine de son sözü, gerçek yurttaşlardan yani bağımsız ve özgür siyasi iradesini serbestçe kullanabilen bireylerden oluşan, sivil ve 'civic' örgütlenme kapasitesini güçlendiren toplum söyleyecek.
İşte AB de, böyle bir toplumun yaratılmasına zemin hazırlayabilecek mekanizmalara sahip. (RD/NM)