Fotoğraf: Sosyal Medya
Yirmi yıl süren ABD işgalini takiben, Taliban’ın yeniden hüküm sürdüğü Afganistan’da, kadınların insan hakları ihlalleri inanılmaz boyutlara ulaşmış bulunuyor.
Kız çocukları 2021Ağustos’undan beri okula gidemiyor. Kadınların tek başına yurt içi veya dışı seyahat etmesi yasak. Parka gitmeleri bile yasak. Hazara, Uygur ve Türkmen kadın ve erkeklerin maruz kaldıkları şiddet de cabası. Kırk yıldır savaş ve yoksulluk ile boğuşan Afganistan’da zaten büyük bir sorun olan çocuk yaşta ve zorla evlendirmeler yükselişte.
20 Aralık 2022 itibariyle Taliban Yüksek Eğitim Bakanı, yazılı bir açıklamayla kadınların üniversiteye gitmesini de yasakladı. Kırbaçlanmalara ve gözaltılara rağmen, Taliban’a direnen kadınlar var. Onları destekleyen erkekler de.
Genel olarak kız çocuklarının eğitiminin önemsendiği Türkiye’de, Taliban’ın bu ve benzeri yasaklarına karşı insanlar artık şaşırmıyor. Taliban neticede. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Bu yasak İslami de değil insani de değil. Dolayısıyla böyle bir yasağı biz reddediyoruz, doğru bulmuyoruz” diyor.
Taliban'ın eğitim yasağı, benim veya bir başkasının İslam'dan anladığı ile çelişiyor olabilir. Ama Afganistan ve Pakistan’da Diyubendi-Selefi öğretileriyle şekillenmiş Taliban ve Tehrik-i Taliban gibi, İstanbul’da o veya bu semti mesken edinmiş o veya bu şeyhe bağlı Selefi-Hanefi cemaatler de, İslam'dan böyle şeyler anlıyor.
Çavuşoğlu’nun Yeni Akit’te de haber edilen “İslami de değil insani de değil” açıklamasının altına yazılan yorumlara bakınca, Taliban’ın yaptığını gayet de İslami bulan bir “azgın azınlık” olduğunu dehşetle görüyorsunuz. Bu yorumlar bize kadınların “esas görevlerinin” ne olduğunu da tebliğ ediyor. (!)
Zararsız gibi görünen o veya bu yasağa dair “İslam’da yeri yok” demeçleri mevcut gündemimizde özel olarak kaygı verici. Bizim bağlamımızda, konuşulması gereken İslam'da kadınların şu veya bu hakkı var mıdır vb. değil.
İnsan hakları diye bir şey var çünkü. Asıl konuşulması gereken, temel insan haklarının güvencesi olan eşitlik ve laiklik ilkelerinin savunulması ve daha geniş kesimlerce benimsenmesi için yapılacaklar. Hele ki Anayasa'yı her fırsatta çiğneyenler, Anayasa’yı değiştirmeye, eşitlik ve laiklik ilkelerinin tasfiyesine çalışırken…
Bir süreç olarak Talibanlaşma
Taliban Afganistan'ın "özel" gerçeği olabilir ama daha genel olarak talibanlaşma Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumda üzerine düşünmemiz gereken bir olgu ve süreç. Belki hala yakıştıramıyoruz kendimize ama talibanlaşmanın bizim sosyal gerçekliğimizin de parçası olduğunu anlasak iyi olacak. Belki o zaman AKP, MHP ve BBP’nin 9 Aralık 2022’de Meclis’e sunduğu Anayasa değişikliği teklifinin ne büyük bir tehlike teşkil olduğunu da anlarız.
Talibanlaşmadan kastım, devletin denetimi dışında kalan (veya denetlememeyi seçtiği) bölge ve/ya mekanlarda kontrolü elinde tutan, ve buraları dine dayanan (veya dayandığını iddia eden) gerekçelerle yöneten cemaat, vakıf ve silahlı/silahsız grupların etkisinin artması.
Talibanlaşma, akademik literatürde tektipçi Diyubendi-Wahabi (Sünni) İslami yorumlarla, farklı mezheplere mensup insanlara ve inanmayanlara karşı ayrımcılık ve hatta şiddeti; kadınların bedenleri, kıyafet, eğitim, çalışma, seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması ve erkeklere ait olduğu varsayılan kamusal alanlardan soyutlanmasını; Batı’ya ait görülen giyim, müzik, saç tarzı vs.nin yasaklanmasını öngören bir ideoloji.
Her ideoloji gibi belli tarihsel koşullarda gelişen talibanlaşmanın, Sovyetler’in Afganistan’da artan etkisine karşı ABD’nin 1970’lerde başlattığı “soğuk” savaş politikaları, Pakistan elitlerinin/ordusunun hem Afganistan hem Hindistan’da İslamcı grupları kendi stratejik hedefleri doğrultusunda desteklemesi ve neoliberal politikalarla ilintili olduğunu ve tüm bunların talibanlaşmanın tarihsel koşullarını oluşturduğunu da kısaca belirtmek gerek. Türkiye elbette Afganistan ve Pakistan’dan farklı bir ülke.
Bununla beraber, yukarıda çok kısaca özetlediğim koşullardan kendi özel dinamikleri içinde etkilenmiş bir ülke. 1980 darbesi ve sonrası siyaseti; son yirmi yılın AKP iktidarının kamuya ait binaları, arazileri, Nurcular/Gülenciler, Süleymancılar, İsmailağa ve diğer cemaatlere bağlı “vakıflara” ve özel şirketlere hibe etmesini, bürokratik ve eğitim kadrolarını bunlara mensup kişilerle doldurmasını talibanlaşmayı mümkün kılan koşullardan birkaçı olarak düşünün…
Talibanlaşma karşısında hükümetin, siyasi muhalefetin ve daha genel olarak devlet/toplumun aldığı ve alacağı tutum bugün kritik önemde.
Dini cemaat, vakıf ve benzeri oluşumların insan hakları ihlallerine sessiz kalınmasının bedelini, en başta zaten sesini çıkarmakta güçlük çekenler ödüyor. İsmailağa cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu ve onursal başkanı Yusuf Ziya Gümüşel’in, 29 yaşındaki Kadir İstekli isimli müridine – yapılanı yazmaya elim varmıyor ama – peşkeş çektiği, 6 yaşından itibaren yıllarca cinsel istismara maruz bırakılan, o küçücük kızın ödediği bedeli düşünün…
Altı yaşında kızı olan bir kadın olarak ben, düşünürken kötü hissediyorum. O kız çocuğu 2012 senesinden beri adalet arıyor ama cemaatlerin hastanelerdeki, polisteki, yargıdaki, siyasetteki bağlantıları sayesinde bir şekilde soruşturmanın üstü örtülüyor. Kimbilir bu ne kadar da sık oluyor!
Buzdağı
13-14 yaşında imam nikahı, birkaç yıl sonra da resmi nikahla “meşru” kılınmaya ve aklanmaya çalışılan bu istismar vakası, buzdağının görünen kısmı. Talibanlaşmanın da.
Her ne kadar çoğunlukla üstü örtülse de, sorunun büyüklüğü Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine bile yansıyor. Sadece geçtiğimiz yıl 15 yaşından küçük 117 kız çocuğu doğum yapmış Türkiye’de.
15-18 yaş aralığındaki kız çocuklarının yaptığı 8271 doğum var. Kız çocuklarının yaşının büyütüldüğü veya bilinmediği/bildirilmediği vakalar da düşünüldüğünde, cinsel istismara maruz bırakılan kız çocukların sayısının bu verilerin gösterdiğinden çok daha fazla olduğu aşikar.
AKP, MHP ve BBP’nin 9 Aralık 2022’de Meclis’e sunduğu Anayasa değisikliği teklifi, “başörtüsüne özgürlük” sunarken “dini inanca” dayanmayan hak ve özgürlükleri kısıtlıyor. Teklif, eşit ve laik bir toplum özleminde olan inançlı, inançsız, Türk, Kürt, Sünni, Alevi, gayrimüslüm, herkes için ama özellikle kadınlar ve LGBTİ+ lar için büyük tehditler içeriyor.
Seçim yatırımı olduğu herkesin malumu bu teklifle iktidar, muhalefeti oyununa davet ediyor. “Altılı masa,” bu teklifle özgürlük sunulduğuna inanacak “mütedeyyin” seçmenleri kazanma ihtimali için, bu teklifi müzakere eder ve evet der ise, demokratik bir toplum için vazgeçilmez iki temel ilkeyi, eşitlik ve laiklik ilkelerini feda etmeyi göze almış demektir. Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun (EŞİK) Anayasa değişikliği Bilgi Notu’nda belirtildiği gibi:
“Bu öneri ile kadınlar anayasal düzlemde başörtülü-örtüsüz, inançlı-inançsız şeklinde tasnif edilmiş oluyor…Geçmişte yanlış uygulamalarla sorun haline dönüştürülmüş olan, ama kadınların toplumsal alanda büyük ölçüde çözdüğü başörtüsü meselesine ilişkin toplumsal uzlaşıyı bozma riski taşıyor. [24. Madde’nin 1.Fıkrası’na] “kadının başının örtülü veya açık olması” ibaresi ile Anayasa’ya kıyafet üzerinden dini bir referans eklenmiş oluyor ve anayasal laiklik ilkesi açıkça ihlal ediliyor.”
Anayasa’nın 24. Maddesi’ne eklenmesi önerilen 2. Fıkra da şu korkunç düzenlemeyi içeriyor:
“Hiçbir kadın; dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda Devlet, ancak dini inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir."
Buradaki “…hiçbir kadının, dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı…” ibaresi, bu değişikliğin, kadınların dini inanca dayalı kıyafetlerine (mutlak!) bir özgürlük tanırken, devletin diğer kıyafetlere dair kısıtlama getirebileceğini açıkça belirtiyor. Anayasa’nın 24. Maddesi’ne önerilen değişiklikler, başörtüsüne güvence getirme teklifi değil; laiklik ve eşitlik ilkelerine darbedir. Anayasa’ya önerilen bu değişiklikler kabul edilirse, bir kadın örneğin tayt veya şort giydiği için bir özel veya kamu hastanesine alınmayabilir. Kadın öğretmenlerin (ve kadın olmayanların da) üstüne, başına, saçına nizam vermek isteyenlere de gün doğar!
Afganistan'da Taliban'ın yasaklarına "İslam'da yeri yok" derken, Anayasa'ya "dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden ..." gibi değişiklikler teklif edenlerin, herkes için geçerli olması gereken anayasal hakları dini gerekçelerle düzenlemesi ne anlama geliyor?
Anayasa'nın laiklik ilkesine aykırı olan bu teklifin, sadece kadın kıyafetlerine dair, yani direk cinsiyet ayrımcılığı içeren, bildiğim kadarıyla hiçbir anayasada olmayan (ve olmaması da gereken) kıyafete dair düzenleme teklif ederek yurttaşları, başörtülü-örtüsüz, inançlı-inançsız olarak tasnif etmesi ne anlama geliyor?
9 Aralık’tan bu yana, Türkiye İşçi Partisi hariç, mecliste temsil edilen hiçbir muhalefet partisinin teklife henüz açıkça ve net olarak “hayır” dememiş olması, muhalefetin de marjinal birtakım cemaatlerin öncülüğünde ve iktidarın himayesindeki talibanlaşmaya ayak uydurmayı tercih ettiğinin göstergesi mi?
Anayasa’nın 41. Maddesi’ne önerilen değişiklikler de oldukça sorunlu. Bu maddeye eklenmesi önerilen “evlilik birliği” tabiri, resmi olmayan evliliklerin, özelde imam nikahının önünü açacak; bir kadın ve bir erkek denmediği için erkek çok eşliliğine anayasal güvence sağlayacak türden.
Değişiklik gerekçelerindeki “aile yapısını korumak ve aileye yönelik her türlü tehlike, tehdit, saldırı, çürüme ve sapkınlığa karşı tedbir almak…”, “sapkın akımların dayatmaları” gibi ifadeler 6 yaşındaki kızını 29 yaşındaki müridine peşkeş çeken bir babanın “aile yapımız” ve toplum için teşkil ettiği “tehlike, tehdit, saldırı, çürüme ve sapkınlığa karşı” veya bu babanın bizzat içinde olduğu “sapkın akımlar” ile ilgili olarak yazılmamış. Haşa! 41. Madde’ye önerilen bu değişiklik, LGBTİ+ varoluşuna karşı nefret söylemini Anayasa’ya dahil etmeyi hedefliyor.
Günde en az üç kadın cinayetinin işlendiği, bir o kadar şüpheli kadın ölümüne tanıklık eden; kadınların kıyafetlerinden dolayı tanımadıkları adamlar tarafından sokakta tekmelendiği, kafalarına sopayla vurulduğu; insan hakları savunucularının, doktorların, avukatların, akademisyenlerin, sanatçıların gözaltına alındığı, hapislere mahkum edildiği; üzerine gelecek kumayı kabul etmeyip, boşanmak istediği için kocası tarafından kolsuz ve bacaksız bırakılan ama yine de yaşama tutunan kadınların olduğu bu ülkede; kadına karşı şiddeti önlemek amacıyla Meclis’te oybirliği ile kabul edilen İstanbul Sözleşmesi’nden bir geceyarısı, üstelik gerekçesiz açıklanan bir Cumhurbaşkanı kararı ile, çıkılabilen bir ülkede; 2016’dan beri çocuk cinsel istismarcılarına af getirmeye çalışan bir iktidarın, bizlere habire kadınların “fıtratı” ve “esas görevleri”ni hatırlatan eril muktedirlerin değiştirdiği Anayasa’dan, hak ve özgürlük namına ne beklenebilir ki?
Afganistan’da olanlar ışığında kendi gündemimize bakınca şunu görebilmeliyiz: dine dayalı yasa ve kimin nasıl yorumlayacağını ve uygulayacağını bilmediğimiz "dini" kurallar hemen ve en sert kadınları vuruyor.
Odaklanmamız gereken mesele, Taliban’ın eğitim yasaklarının, onun veya bunun yorumunca İslam’a uygun olup olmadığı değil. Mesele eşitlik ve laiklik ilkelerine sahip çıkmayan toplumların iflah olmayacağı gerçeği.
Bugün geldiğimiz noktada en kritik mesele, muhalefet partilerinin kadın, LGBTİ+ ve karma sivil toplum örgütlerinin de desteğiyle EŞİK’in yaptığı ve imzaya açtığı çağrıya uyup, Anayasa değişikliği teklifine net olarak “hayır” deyip demeyeceği.
Toplumun fersah fersah gerisinde olmasına rağmen sesi yüksek çıkan birtakım kesimlerin oylarını kaybetmemek hesabıyla talibanlaşmaya ayak uyduran bir muhalefet mi? Yoksa eşitlikçi, özgürlükçü, laik, ilkeli, muhalefet gibi muhalefet mi? İşte bütün mesele bu.
Muhalefet partilerinin bu teklife neden tartışmasız olarak HAYIR demesi gerektiğine dair kapsamlı açıklama için EŞİK gönüllüleri Av. Hülya Gülbahar, Av. Yelda Koçak ve Selen Lermioğlu’nun hazırladığı bilgi notunu okumanızı öneririm.
TIKLAYIN - Taliban göstericilere ateş açtı
TIKLAYIN - "Taliban ABD ve NATO ile işbirliği yapanları avlıyor"
TIKLAYIN - Afganistan’da gazeteciler için “zaman tükeniyor”
(ÖA/EMK)