Taksim’de 27 Mayıs gecesinde başlayan direnişin özü ve arka planı şudur: Genç kadın ve erkeklerin muktedir Erdoğan ve iktidarına tahammülsüzlüğünün son noktasıdır. “Paşa gönlüm böyle istedi. Yasa da çıkartırım, uygulama da yaparım” diyen muktedirlere “bana karışma, nasıl yaşayacağıma karışma ve ne okuyacağıma karışma” yanıtıdır.
Önemle vurgulamak gerekir ki “ayak takımının”, “çapulcunun”, ezilenin, yok sayılanın, horlananın ve görünmeyen herkesin tekçi otoriteye isyanıdır.
Özcesi özgürlük, barış ve demokrasi istemidir.
Ancak gelinen noktada Gezi Parkı direnişinin etkilerini tek başına ulusal ölçekte değerlendiremeyiz. Tek başına Erdoğan hükümetinin muhafazakâr yasakçı politikalarına indirgemek, olayı okumamak olur. Böyle okumak basite kaçmak olur.
Düğüm Suriye’de
Ankara, Suriye krizini bölgesel güç olma yolunda fırsat bildi. Krizin daha başında Esad ile olan bütün köprüleri yaktı. Yaktı çünkü ABD’nin Esat’tan kurtulmak için bütün riskleri aldığına inandı. Ankara, Libya müdahalesinde geç kaldığından oyunun dışına itildiğine inanıyordu. Bu sefer geç kalmak istemedi. Çünkü oyunda bir aktör olmak istiyordu. Bu nedenle Esat ile gerilim politikasını her geçen gün tırmandırdı ve silahlı Suriye muhalefetini eğitti, silahlandırdı. Türkiye’nin öngörüsü 2012 yılının sonunda Esatsız bir Suriye şeklindeydi. Ankara’nın öngörüsü yanlıştı. Suriye, Libya gibi kolay lokma değildi. Süreç uzadıkça Ankara bölgede yalnızlaştı.
ABD Rusya ve İran’ı hesaba katmadan güçlü bir hamle yapmadı, yapamazdı.
Beyaz Saray ve Moskova bir süredir BM Genel Sekreteri’nin başkanlığında farklı senaryo ve çözüm yöntemleri üzerinde çalışıyorlar.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında 7 Mayıs’ta yapılan görüşmelerde anlaştılar. Buna göre Suriye’deki bütün etnik ve dini unsurların, Suriye Ulusal Konseyi, Özgür Suriye Ordusu, PYD ve Esad’ın da olduğu tüm kesimlerin Cenevre 2 Konferansı ile bir masa etrafında buluşturmak istiyor.
Şia’ya karşı Sunni cephede yer alan Türkiye ve Suudi Arabistan ise hiçbir şekilde Esad ve Baas’ın olduğu bir masaya oturmak istemiyor.
Ankara Beyaz Saray-Moskova anlaşmasına ayak sürtüyor.
Suriye Ulusal Konseyi de Cenevre 2 Konferansı’nda Esad’ın masada olacak olmasından hoşnutsuz. Önceki başkan Muaz-el Hatip açık bir şekilde “Esad masada olursa Cenevre’ye gitmeyeceğiz” diyor. Açık söylenmese de bu Türkiye ve Suudi’nin yaklaşımıdır. ABD gezisinde Erdoğan’ın Beyaz Saray tarafından ikna edilmediği anlaşılıyor. Erdoğan ve Suudi daha başında Suriye’de El Nursa gibi El Kaide örgütlerini destekleyerek rejimi yıkmak istedi. Gülen ve Batı bu durumdan rahatsızlar. El Nusra ( el kaide oluyor) ve Şia’yı dışlayan bir Sunni İslam ile değişimin imkanı yoktur. El kaideyi ve tekçi sunniliği ne Rusya ne Avrupa ne de ABD istemiyor.
Gezi Parkı direnişinin hemen akabinde Fetullah Gülen dedi ki;“Zira, mü’min zalime tırnak ucuyla olsun dokunulmazsa, onun başına mutlaka “fayrettullah”ın tokadı iner, bunu da şefkatliler hiç istemezler.”
Gülen öncesinde kendisini ziyaret eden gazetecilere “Erdoğan güç zehirlemesi yaşıyor” demişti. Tüm bunlar düşünülünce bir “mü’min” olarak Gülen acaba Gezi direnişi ile Erdoğan’a tırnağını mı dokundurttu. Biliniyor ki direnişin bu kadar yaygınlaşmasının altında yatan Polisin pervasız tavrı ve uyguladığı zorbalıktır. Dolayısıyla daha ilk günden Gülen’in Polisin tavrında ne kadar etkili olduğu elbette bir soru işareti.
AB Komisyonu; "Her türlü aşırı ve orantısız kuvvet kullanımını kınıyoruz." dedi.
ABD gösterilerin, ikinci gününden başlayarak ‘barışçıl gösterileri desteklediğini ve polisin sert müdahalesinden rahatsız olduğunu’ en üst düzeyde ifade etti.
Gezi direnişi ve Kürtler
Gezi direnişi tüm taşları yerinden sarsarken yeniden yerine yerleştiriyor. Herkes gibi Kürtler de konumlarını belirliyorlar.
Birkaç gün önce Uludere’de gerillalar ile TSK mensupları arasında çıkan çatışmayla 4 aydır süren çatışmasızlık sekteye uğradı. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı 5 Haziran’da şu açıklamayı yaptı: “Sınır hattındaki güçler geçen yıl nerede bulunuyorsa, herkes yerinde kalmalıdır, farklı yönelimlere girilmemelidir.” Böylece sınır dışına çekilme durdu.
BDP ve Kürt hareketi, sürecin ilk günlerinde Gezi Parkı direnişine izleyici kaldılar. Çünkü direnişe dair kuşkuları vardı. Ulusalcı ve ırkçı çevreler bu direnişi barış ve çözüm süreci önünde takoz yapmak istediler. Kürtler bu nedenle mesafeli davrandılar.
Bu kuşku ve endişe ABD ve Batıdan gelen mesajlarla giderilmiş olacak ki KCK Yürütme Konseyi; “Kürt halkı bu süreçte İnisiyatifsiz kalmamalıdır” diyerek sürece müdahil olduğunu açıklamış oldu. Kürtler müdahil çünkü Erdoğan ve Partisi KCK tarafından atılan adımlara rağmen demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü için yasal ve anayasal düzenleme yapmaktan uzak.
Bilindiği üzere 2002 yılında DSP-ANAP-MHP hükümeti ile ABD Irak’a müdahale konusunda anlaşamadılar. Ecevit Amerika’ya gitti, Beyaz Saray tarafından müdahale konusunda ikna edilemedi. Ecevit hükümeti Irak müdahalesine “hayır” dedi. Bunun üzerine Türkiye’de ciddi bir ekonomik kriz oluştu. Borsa çöktü. İktidar partilerinden DSP parçalandı. Hükümetin her üç ortağı istemeye istemeye, kaybedeceklerini bile bile seçime gittiler. Bu çöküşten AKP iktidarı çıktı. Irak krizi ile gelen Erdoğan Suriye krizi ile gidebilir.
Erdoğan Suriye politikasında dünya ile dikleşmeye devam ederse selefi Ecevit gibi gidici olacaktır.
Erdoğan’ın masayı kaldırıp fırlatma şansı yoktur. Yaparsa öncelikle Türkiye’deki gerilim artar, kaos olur.
Gül “mesaj alındı” derken, Erdoğan “ne kast etti” bilemem diyerek uzlaşma ve yatıştırma girişimini elinin tersiyle itti.
Yaşananlar 2002’dekilerle benzerlik gösteriyor.
Her şey Erdoğan’ın kendi elindedir. Ya içte demokratikleşecek ve otoriter nobran tavrını terk edecek ya da gezi direnişi ile başlayan süreç iktidarının sonu olacak.
Erdoğan selefi Ecevit gibi kaybetmek istemiyorsa uluslar arası toplumun sesine kulak vermelidir.
Gezi direnişinin alacağı şekil ile Erdoğan’ın gezi direnişi konusunda sergileyeceği tutum tamamen Suriye konusundaki politik duruşu ile bağlantılı olacaktır. (HS)
* Fotoğraf: Volkan Doğar / KODAcollective