Taksim Meydanı’nın düzenlenmesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı yarışmada öne çıkan eserler açıklandı. Sonrasında bir danışma, bilgilendirme ve halk toplantısı da yapılacak. Meydan için yapılan tasarımların değerlendirmesini şimdilik bir tarafa bırakarak bir İstanbullu olarak talebimi iletiyorum.
Yeni meydan düzenlemesi 1 Mayıs 1977’nin kurbanları için bir anıt içermeli! Bir vicdan anıtı…
O gün ne oldu?
Taksim Meydanı için yeni cami, Atatürk Kültür Merkezi, Cumhuriyet’in İstanbul’daki ilk anıtı olan Taksim Anıtı, Gezi Parkı, Gezi protestoları, eski Ermeni Mezarlığı, Topçu Kışlası bağlamında birçok tarihi olaya gönderme yapabilir, bunları tartışabilirsiniz.
Ancak tartışılmayacak bir gerçek var. 1 Mayıs 1977 tarihinde bu meydanda 34 kişi öldürüldü. 28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişi vurulma nedeniyle, 1 kişi ise panzer altında kalarak yaşamını yitirdi, yaklaşık 130 kişi de yaralandı.
Halbuki 15 emniyet müdürü, 315 amir, 3.094 polis, 207 bekçi, 81 motorlu ekip, 9 panzer ve jandarma birliği 1 Mayıs’ın güvenliğini sağlayacaktı.
Önce Tarlabaşı’ndan Taksim’e çıkılan Abdülhak Hamit Caddesi’nde önce bir el sonra iki el olduğu iddia edilen silah sesleri duyulmuştu; Intercontinental Oteli’nden ateş açıldığının görgü tanıkları vardı. Çıkan karambol sırasında bir beyaz Toros meydana girerek ateş açıp kaçmış, bir panzer kaçan insanlara su sıkıp, onları ezmişti. Meydanın çıkışlarından biri olan Kazancı Yokuşu bir kamyonet ve el arabalarıyla kapatılmıştı.
34 kişinin öldürüldüğü bu olay sonrasında gözaltına alınan ve sanık olarak sunulan sadece göstericilerdi. Hiçbir sonuç çıkmadı.
1 Mayıs 1977 katliamı, sonuç alınamayan katliamlar zinciri içinde devlet defterine yazıldı ve defter kapatıldı. Yani adalet, devlet görevlilerinin karıştığı hemen her olayda olduğu gibi yerini bulamadı.
Geç değil
1 Mayıs 1977’de öldürülenler için bir adalet talebi tabii ki çok geç. Ama bizim için değil! Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için değil. Hannah Arendt, “İnsanlar geçmişte olanlarla ilgili özür dilemeseler ve bağışlanmasalar, geleceğe yönelmek için özgür kalamazlar,” diyor. Kapanmamış, hesaplaşılmamış, yüzleşilmemiş geçmiş ayağımızda bir pranga gibi duruyor.
Yaklaşık 200 yıldır Türkiye’de varlığını sürdüren üç düşünce ikliminin (İslamcı, Pozitivist-Batıcı ve Sosyalist) görünürlük kazandığı, kırılma yaşadığı ve birbirleriyle çatıştığı bir alan olan Taksim Meydanı’nın toplumsal hafızadaki yeri, 1 Mayıs mağdurlarının kalıcı olarak anılmasıyla anlam kazanabilir.
Taksim hala mücadele alanı
Üstelik mağdurları açısından bir kitlesel katliamı anma anıtlaştırma için anlamlı olan 1 Mayıs’ta sokağa çıkabilmek, daha da önemlisi Taksim Meydanı’na çıkabilmek halen süren bir mücadelenin alanı da. 1 Mayıs kutlamaları devlet, işçi örgütleri ve devrimci örgütler arasında hep bir çatışmanın ve mücadelenin konusu oldu. 1923’te resmen “Amele Bayramı” olarak ilan edilen 1 Mayıs’ın kitlesel bir halde kutlanabilmesi için yaklaşık 50 yıl kadar beklendi.
Bugünün totaliter/otoriter Türkiye’sinde Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs ile buluşturmanın bir imkanı yok gibi duruyor. Ama bu imkan, 1 Mayıs 1977 mağdurları için var: Taksim Meydanı’nda mağdurları anan bir anıt yaparak. İlk kez kahramalar, “devlet adamları” için değil mağdurlar için bir anıt tasarlayarak.
Bu anıtın, her ne kadar mağdurlar için yapılacaksa da sadece onlara olan vefa borcumuz, onların anılması için bir araç olmaktan öte işlevi olacak.
Hatırlamak anısına
Sodom ve Gomora’nın yok olması’na atıf yapan Tevrat’taki pasaj Lut’un karısının kaçış sırasında arkalarındaki yanıp yokolan şehre dönüp bakması üzerine, tuzdan bir sütuna dönüştüğünü anlatır. Yani geriye bakan kadın unutamadığı şeye dönüp bakmak istediği için cezalandırılır. Taş anıtlar ise bunun tam da aksi olarak hatırlama arzusunu simgeleyen modern semboller. Kalıcı taş ile dağılan tuz arasında bir yere vicdan anıtları ve müzelerini koymak mümkün. Yani yok olanla sabit olan, zayıflayan ve yiten insan hafızası ile kalıcılaşan resmi tarihler arasına. Unutmakla, hatırlamak arasına. (Paul Williams, Memorial Museums The Global Rush to Commemorate Atrocities).
Bu anıt odağına ne kadar mağdurları ve onların anısını alsa da zalimleri ve zalimliklerini de hatırlatacak.
Özgürleşmek, adalet önünde kabullenilmeyen “suç” hatırlatmak ve daha güzel bir Türkiye için mücadele edenleri unutmamak. Yaşananların tekrarını önlemek için bir fener niteliği görmek. Her şey hatırlamakla başlıyor.
Şimdi böyle bir fırsat var.
(NÖ)