1871’de Paris’in emekçileri yaklaşık iki ay süren bir komün kurmuşlardı. Paris Komünü. İki ay boyunca Fransız devletinin silahlı güçlerini kontrollerindeki bölgeye sokmayan Komünard’lar, modern dünyada devletsiz bir toplumun mümkün olduğunu hissettirmişti ve Marx ile Engels’e devletsiz bir toplum, yani komünizmin kurulmasının ilhamlarını yollamıştı.
Klasik sosyolojinin kurucularından Weber’e göre devlet belli bir toprak üzerinde şiddetin meşru kullanımının tekeline sahip olma durumudur ve bu sosyolojik anlamda devletin en yaygın kabul edilen tanımıdır.
Bu tanıma göre yaklaşık bir haftadır Gezi Parkı ve Taksim’de devlet bulunmuyor. Halk barikatları oluşturarak ve çatışarak Taksim’i ele geçirdi ve burada bir komün inşa etti. Halk kendi kendini yönetmeye, kendi kararlarını almaya başladı, temizliği, düzeni, yiyecek içecek tedarikini ve en önemlisi kendi güvenliğini kendisi sağlamaya başladı..
Tabii ki Paris Komünü’nde nasıl bin bir türlü sorunlar varsa Taksim Komünü’nde de var. Birçok dostların gözlemlediği gibi ulusalcı Kemalist bir ağırlık var. Ama arkadaşlar, Taksim’in ele geçirildiği gün belki 500 bin belki 1 milyon insan vardı ve bu kadar kitlesel bir topluluğun Kemalist olması çok beklenecek bir şey değil mi?
Maoist mi olacaklardı? Bu insanların siyaseten dönüşmesi bir gecede olacak şey değil, komünün içinde onu deneyimleyerek dönüşecekler. Tabii ki birçok insan gibi ben de 10. Yıl Marşı’na bayılmıyorum. Ama burada asıl önemli olan şey, komünün kompozisyonu değil, komünün komün olmasıdır. İnsanların Türkiye tarihinde ilk kez deneyimledikleri bir şey var burada: Devlet olmadığı zaman her şey çok daha güzel ve insanlar çok daha mutlu. Bir sürü insan Gezi Parkı’ndaki insanların yüzündeki mutluluğu ve insanların birbirlerine gösterdikleri kibar ve dayanışma dolu tavırları fark ediyor. Hatta deniliyor ki Gezi Parkı şu an Türkiye’nin en güvenli ve en kibar yeridir. Kadın arkadaşlarım tacizin minimum seviyede olduğunu söylüyorlar. AKP’nin kadın bedenine saldırısına karşı bu aynı zamanda bir kadın ayaklanmasıdır. Barikatlarda çatışanların en az yarısı kadındır ve bu kadınlar en önde savaşmaktadırlar.
Alanda Kürtlere yönelik şovenizm potansiyeli olsa da bu minimum düzeydedir, mesela Kürtlere karşı atılmış sloganlar yoktur. Bazı ırkçıların provokasyonları ile kitlenin kolektif tavrını eşitlememek gerekmektedir. Dün Nazan Üstündağ bana şunu anlattı: BDP kitlesi Biji Serok Apo sloganları ile halay çekerken Türk bayrakları ile halayın yanına gelen iki liseli genç “Ne güzel halay çekiyorlar değil mi” diye konuşup sonrasında ayrılmıştır. İnsanlar ellerindeki 7 liralık Starbucks sandviçlerini havaya kaldırıp “aç olan var mı?” diye meydanda dolaşıyorlar. “Kuru pasta ister misiniz” diye soranlar var, şişe su dağıtanlar. Halkın Mutfağı kurulmuş 24 saat ücretsiz yemek dağıtıyor, revirde insanlar tedavi ediliyor. Her gün sabah binlerce insan Taksim’i evi gibi temizliyor. Üç aydır orda duran sigara izmaritlerine kadar. Kimisi içki içiyor, kimisi namaz kılıyor, kimisi yoga yapıyor. İnsanlar burayı gerçekten çok seviyor ve o yüzden de her gece Beşiktaş’a doğru ilerleyip Beşiktaş’ı da komüne dahil etmeye çalışıyor.
Ben bir sosyolog ve siyasetin içinde elinden geldiğince bulunmuş birisi olarak yürekten inanıyorum ki Taksim direnişi ile bu insanlar yan yana durmayı deneyimliyor ve seviyorlar ve yepyeni bir kolektif özne oluşturuyorlar. Bunun keyfini çıkaralım. Bugünden itibaren on yıllar boyunca devletler bu haftayı unutmayacaklar. AKP gidecek yerine yeni partiler iktidara gelecek. Ama bütün iktidarlar artık halkın direnişinden korkacaklar. Taksim komününü unutmayacaklar, biz unutsak bile onlar unutmayacaklar. O yüzden de bundan sonra kendi kafalarına göre iş yapamayacaklar. 3 ağaç yüzünden ülkede ayaklanma çıktığını bilen hükümetler 100 kişi bir araya gelince artık panik atak geçirecekler. Taksim komünü ve direnişi 1 haftada Türkiye’ye demokrasi ve daha özgür bir gelecek getirmiştir. Hayırlı olsun!
Not: sadece Taksim’i bildiğim için burası hakkında yazdım, diğer illerde mücadele eden arkadaşlarımıza selam olsun. Kaybettiğimiz arkadaşlarımızı ruhunu hep yaşatacağız.
* Yrd. Doç. Dr. Erdem Yörük, Koç Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü