Fatih Akın’a Antalya’da En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıran “Yaşamın Kıyısında” adlı filmi izlemek üzere gazeteden çıktım. Saat 19.00 seansına yetişmek için acele ediyoruz.
İstiklal’de Atlas Sineması’na gideceğiz, 29 Ekim akşamı. Taksim Meydanı’nda otobüs duraklarının olduğu noktadan Taksim’deki Atatürk Anıtı’nın olduğu yere geçişteki ışıklara geldiğimizde, yayalara geçiş için yeşil yanıyordu. Işık yanıp sönmeye başlamıştı ve biz de bu nedenle hızlı yürüyoruz.
"Asayişi çağırın" diye bağırıyor taksici...
Tam o anda, bir trafik polisi ile bir taksicinin tartışmasına tanık oluyoruz. Ancak aynı anda da kırmızı ışığa yakalanmamak için bir yandan karşıya geçmek için acele ediyoruz. O arada polisin taksiciye vurduğunu fark ettik ve taksici de “asayişi” çağırın diye bağırıyor. Yani “eğer bir suçum varsa asayiş gelsin” demeye getiriyor. O arada olay yerine diğer trafik polisleri de geliyor.
Beş trafik polisinin arasına aldığı taksici aldığı darbedeler sonucu kendisini bir anda yerde buluyor. Biz o anda anıtın olduğu alana, yani İstiklal’in giriş noktasına geçmiş durumdayız. Taksici yerde. Trafik polisleri taksiciyi yerde tutuyor ve bir polis de o an yanlarından yavaşlayarak geçen bir taksiye “geç kardeşim geç” diye işaret yapıyor eliyle. Bu aynı zamanda olayı şaşkınlıkla izleyenlere yapılmış bir hareket gibi.
Çünkü çevrede birçok kişi donmuş kalmış durumda. Yanımızda bizim gibi olaya tanık olan iki gençten biri, “Abi nasıl dövüyorlar adamı! Böyle olur mu? Eğer bir suçu varsa alıp karakola götürsünler!” diyor. Ama, bunu söylerken bile üzerlerinde son dönemin gergin ortamının tedirginliğini hissetmek mümkün. Çünkü çok rahatsız oldukları bu manzarayla ilgili bu yorumu yapıyor ve yollarına kendi aralarında konuşarak devam ediyorlar.
"Baba, neden adamı dövüyorlar?"
Olayı gören küçük bir çocuk, babasına “Baba ne oluyor, niye adamı dövüyorlar” diye soruyor. Babası da “Yürü oğlum, yürü” diyerek çocuğunu alıp götürüyor. Onun da rahatsız olduğu belli, ancak muhtemelen oğluna bu manzarayı pek açıklayamıyor ki, alıp olay yerinden uzaklaştırma yolunu seçiyor.
Bu sinir bozan manzaradan sonra filmdeyiz. Yaşamın Kıyısında’ki birçok yaşamı beyaz perdeye taşıma başarısını gösteren Fatih Akın’ın filmindeki sahnelerden biri de, bir “örgüt evi” baskınını gösteren sahne. Polis olaylı 1 Mayıs’ın ardından bir evi basıyor ve örgüt evi görüntüsü verilen bir evden birkaç kişiyi zorla alıp götürüyor."Kaybedilme" ihtimaline kaşı
Götürülen kişiler polis otosuna bindirilirken tek tek isimlerini yüksek sesle bağırarak operasyonu çevreden izleyenlere seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bu sahne Türkiye’de bilindiği gibi, kaybedilme ihtimaline karşı bir önlem. Yani gözaltına alındığının yasal kayıt altına alınmasını garanti altına almaya yönelik bir refleks.
Bizim tanık olduğumuz olayda ise taksici, muhtemelen bir kaybedilme endişesi taşımadığı için ismini bağırmadı ama, “asayişi çağırın” diyerek tepkisini dile getirdi. Bu olay şu anda nereye varmıştır? Şoför acaba durmaması gereken bir yerde durduğu için mi bu gerilim başlamıştır?
Bunları bilmiyoruz. Doğrusu işin bu kısmı bu manzaradan sonra tali oluyor. Memleketin hop oturup hop kalktığı bir dönemde, Taksim Meydanı’nda, yani bir anlamda İstanbul’un göbeğinde, trafiğin nizamından sorumlu beş trafik polisinin esmer bir taksi şoförüne, böyle bir muameleyi yapması hangi “normalliğin” sonucudur?
"Vur yetkisinin" ölçüsüzlüğü mü?
Bu yeni anayasa değişikliğinin polise “vur yetkisi” vermesinin yarattığı bir ölçüsüzlük müdür, yoksa son dönemki güvenlik sendromunun sokağa son derece çarpık bir biçimde yansımış hali midir?
Bu soruların yanıtını bilmiyoruz. Ancak saat tam 18.45’te (çünkü olduğu an saate bakmıştık) Taksim’deki otobüs duraklarının olduğu noktadan meydana geçişteki ışıklarda yaşandı olay. Yanımızda fotoğraf makinesi olmadığı için görüntüleyemedik. Ancak iki gözümüz de şahittir ve bu insan hakları, hukuk gibi ilkeleri öne alan bütün savcılar nezdinde bu bir suç duyurusudur. Eğer iki şahit gerekiyorsa, o an eşim de benimle birlikte olaya şahittir ve o da şahitlik yapabilir.
Akşam eve döndüğümüzde çok güvendiğimiz bir hukukçu dostumuzu arayarak, bu konuda ne yapabileceğimi ve köşemizde olayı bu şekilde yazmamızın hukuksal bir karşılığı olup olamayacağını sorduk. O da esprili bir biçimde şu yanıtı verdi: “Eğer Hıncal Uluç yazsa soruşturma dahi açarlar, ama senin yazdığını duyarlar mı bilemiyorum.”
Savcıların Evrensel ile ilişkisinin çıkan haber ve yazıları izleyerek dava açmak olduğu düşünüldüğünde haksız da sayılmaz (!) Ama ben gene de yazıyorum. Elini vicdanına koyacak savcılara, duyurulur, bu bir suç duyurusudur.
Böyle olayların normalleşmemesi için ve değil trafik polisinin, hiçbir polisin vatandaş karşısında kendisini böyle bir yetkide görmemesi için. (FP/NZ)