“Takiye” sözcüğü, 1990’larda Necmettin Erbakan ve siyasal İslam’ın yükselişi ile hayatımıza girdi ve uzun sure günceliğini korudu. Amma velakin 2007’den sonra ya da kısaca AKP’nin artık gücünü pekiştirip güçler dengesini kendi lehine çevirmeyi başarmasıyla sözcük popülerliğini kaybetti, hatta unutuldu gitti. Halbuki Türkiye muhalefetinin, günden güne sadece otoriterleşmekle kalmayıp aynı zamanda hegemonikleşen iktidar karsısında tüm stratejilerinde ve kısa dönem taktiklerinde asla unutmaması gereken en önemli kavramdı “takiye”.
Hafızalardan silinmesinin ya da artık eskisi gibi söz edilmemesinin çok geçerli sebepleri var elbet. Bunları da güç ilişkileri kapsamında birazdan değerlendirmeden önce unutanlara ya da hiç duymamışlara bu sözcüğün anlamını bir hatırlatalım. Takiye Arapça “taqiyyah” sözcüğünden gelip, Oxford İslam çalışmaları sözlüğüne göre potansiyel baskı ve zulüm durumlarında ve gerekli görülen durumlarda tedbir amacıyla gerçekte sahip olunan dini inançları gizlemektir. Türk Dil Kurumu’na göre ise mezhep belirtmeme, olduğundan farklı görünme ve gizleme anlamlarına geliyor.
Gündelik hayata kullanılan kavram, birinin ya da bir topluluğun gerçek duygularını ve özellikle gerçek amacını gizlemek için susma, yalan şöyleme, hatta rol yapmayı içermesiyle “otosansür” kavramının ötesine geçer.
Otosansür sessiz kalmayı ya da ifade edilmek istenilen fikrin, fikir sahibinin daha az zarar görmesini gözeterek, daha dolaylı, yumuşak ya da kapalı şekilde ile getirilmesiyken takiye ise otosansürden farklı olarak sessizliğin ötesinde gizleme, manipülasyon ve rol yapmayı barındırabilir.
Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt 2007’de "laiklik ve demokrasiye özde değil sözde bağlılık” ifadesiyle dilimize kazandırdığı “sözde değil özde” ile “takiye yapmayan” anlamında kullanılmış, siyasette takiyeye dikkat çekmiş, önemli tartışmalara neden olmuştu.
Güç ilişkileri acısından otosansür ve takiye arasındaki diğer bir önemli farklılığa daha dikkat çekmemiz gerekiyor. Takiye “otosansür” gibi sadece o fikrin ya da kişinin zarar görmemesini ya da hayatta kalmasını amaçlamaz, ayni zamanda ve aslında istenilen güce, fikrin ya da kişinin hedefine ulaşmasına kadar sürdürülebilir.
İslam coğrafyasında kapitalizm, demokrasi ve İslamcılık üçgenini kurma çalışmalarının analiz ve eleştirilerinde yeniden gündeme gelen takiye, tüm dünyada yaygın kullanıma sahip olmasına rağmen en yoğun olarak İslamcıların demokrasiyle olan ilişkilerinde yoğunlaştı.
Yukardaki örnekte olduğu gibi amacının demokrasi olmadığını gözlemlediğimiz hatta artık test edip onayladığımız politik İslam, sözde ekonomik ve demokrasi gibi sistemin doğrudan meşruiyet atfettiği kavramlara bağlı sebepler yaratarak yavaş yavaş kendi amacına hizmet eden pratikler ve kararları uygulamaya koyuyor. Baskıcı olmama ya da spesifik olarak “İslamofobik” olma korkusunda sıkışıp kalmış liberalizm ve özgürlükçü sol herhangi bir tepki veremiyor, bu tepkisizlik de bu tarz “özde farklı” eylemlerin amaca hizmet etmesine, çoğunluğun faşizmine giden yolda muhalefet yapmayı olanaksız kılıyor.
Dünya’da olduğu gibi, Türkiye’de de bir kısım liberaller ve solcuların bazen gördükleri ama genel olarak görmek istemedikleri, (Murat Belge’nin 2008’deki Radikal’deki Takiye yazısında anlattığı gibi), kiminin ise bu tespiti yapan, gören ve uyaranlara “İslamofobik, anti demokrat, statükocu” olmakla suçlayabildikleri bir kavram oldu takiye. 2007’lere doğru AKP gücünü pekiştirip amacına hizmet eden uygulamalara ağırlık verince “takiye gözlemlemek” eylemi “niyet okumak” la değiştirilerek olumsuzlanmıştır. Böylece takiye gözlemleyen, bunu hatırlatan herkes “niyet okumayın” denerek susturulmuş, ideolojilerden bağımsız tamamen rasyonel bir ortam varmış gibi, gelecek rejimin en önemli düşmanı “tehlikeye dikkat çekenler” etkisiz hale getirilmiştir.
Bu yazıya başlanıldığında Cumhuriyet gazetesi yönetimi ve yazarlarına yönelik operasyona yalnızca saatler varmış… "FETÖ ve PKK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" ve ''Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapmak" suçlamasıyla gazete yönetimi ve yazarları tutuklandı. Yazının bir kısmi, ne tesadüftür ki, zaten Cumhuriyet Gazetesi’ne ayrılmıştı... 2006 yılında “Tehlikenin Farkında misiniz” sloganıyla ülkenin gidişatına dikkat çekmek amacıyla ortaya koyduğu kampanya bazılarınca hatta bizzat muhalefet partilerince de anlaşılamadı. Bu kampanya o dönemde çok ses getirmekle birlikte ana akim medya tarafından “statükocular değişim istemiyorlar”, “CHP zihniyeti”, “korumacı vesvese” yaftaları eşliğinde alay konusu edildi ve marjinalleştirildi. Halbuki bu kampanya hiç de haksız olmayan ve her zaman aklımızın bir kenarında tutmamız gereken, muhalefetin öncelikli olarak kullanması gereken pusula okuyucuya işaret ediyordu, iktidarın pusulasının yanına koymamız gereken mıknatıs çubuklarına yani tahkiye gerçeğine! Çünkü 2002’de “gömlek değiştirdik” diyen AKP, pusulasının Batı’yı gösterdiğini iddia etse de pusulası hep Güney’i yani Ortadoğu’yu ve Arap Yarımadası’nı gösteriyordu.
Takiye daha çok Şii azınlığı Sünni çoğunluğun baskısı altında ezilmemesi için, güç ilişkilerinde zayıf tarafın mevcudiyetini koruması için başvurulan bir yöntem olarak görülse de, ülkelerinde azınlık olmasalar da siyasi olarak istedikleri rejimi inşada yeterli güce sahip olamayan Sünni İslamcılar tarafından özellikle modern, seküler ya da Batı’ya yakın toplumlarda demokrasi engelini, sistemin kendi söylemleriyle takiye yaparak yapıbozuma uğratıp sonrasında yıkıp yerine İslami olanını koymak amacıyla da kullanıldı. İhvan ve Mursi Mısır’da bunun önemli bir örneği oldu.
Takiye, bu yüzden özellikle Türkiye gibi ülkelerde Kapitalist-İslami hegemonyanın inşası için çok önemli bir araç olarak kullanıldı.
Stuart Hall’in Thatcherism’i İngiliz toplumunu sosyal ve kültürel olarak dönüştüren bir hegemonik proje olarak tanımladığı gibi, öncesinde AKP, simdi ise daha doğru olarak Erdogancilik hegemonik bir proje olarak toplumun norm ve değerlerinin inşa edildiği sosyal, kültürel ve siyasi kurumların dönüşümünü gerçekleştirdi. Eğitimden din kurumuna, medyadan sivil toplum kuruluşlarına, sendikalardan politik partilere, uzanan sosyal ilişkilerimizi ve hayatimizi inşa ettiğimiz değerleri biçimlendiren tüm alanlar, hegemonik mücadelenin alanları. Aslında “hegemonya” kavramı başka bir yazının hatta kitapların konusu olacak kadar geniş ve Türkiye için önemli olmasına rağmen bu kısa yazıda değinmeden geçmek mümkün değil. Çünkü Erdoğancılık’ın hegemonik bir proje olduğu kavranılmadan Türkiye’de siyaset yapmak naiflikten ve politik arenada figüranlıktan öteye geçemez. İşte tam da bu yüzden muhalefet halen eski Türkiye’de siyaset yapar gibi siyaset yapabileceğini farz ederken, gelen tehlikeyi ve dönülmez yolu göremediler.
Yalnızca politik arenada değil, özellikle Türkiye’deki yeni hegemonik projenin ya da iktidarın söylemiyle “Yeni Türkiye”nin inşasında “takiye” çok önemli bir rol oynadı. Eğitimde imam hatip okulları sayıca artarken ve seküler müfredat İslam dinini baz alan derslerle dönüştürülürken, “proje okul” bahanesiyle yani takiye ile seküler eğitim veren okullarda öğrencilerin direnişi bastırıldı. Türkan Saylan’ın Çağdaş Yaşamı Destekleme derneği, Gülen işbirliği ile Ergenekon davasıyla yıpratılırken de asla dindarlaşmaya karsı olan okullarla mücadelen bahsedilmedi. Gazetecileri terör suçlarıyla susturmaktan tutun, Doğan Medya’yı hizaya getirmek için çıkarılan vergi borcu takiyenin en önemli örnekleriydi. Tüm mücadele alanlarında örnekleri çoğaltabileceğimiz gibi, politik arenada ise takiyenin en son örneği “Yeni kapı ruhu” oldu. Darbe sonrası, demokrasi mücadelesiyle ilgisi olmayan bu yaşanan güçler savaşını aslında Türkiye’de uzun zamandır altı oyulmuş olan “demokrasiye sahip çıkmak” olarak lanse ettiler. Tabi ki muhalefetimiz yine derin bir naiflik içerisinde pusulanın doğruyu gösterdiğini düşündü ya da takiyeyi görse de cesaret gösteremeyip muhalefet gibi görünme stratejisine devam etti.
Fatih Yaşlı, BirGün’deki Yeni-Osmanlı’ya karşı yeni Cumhuriyet yazısında çok önemli ve yerinde bir tespitte bulundu ve Osmanlı severlik” ya da “Osmanlı’ya özlem” üzerinden kurulan yeni hegemonya insisinin “hesaplaşmıyormuş gibi yapmadan Cumhuriyetle hesaplaşmanın” ve “Mustafa Kemal’e tek söz etmeden Cumhuriyeti kuran kadroları hedef tahtasına yerleştirmenin en kolay yolu” olduğu için seçildiğini ifade etti. Yaşlı’nın dediği gibi, aslında yeni hegemonik kimliğin (neo)Osmanlıcılık üzerinden yapıldığı iddia edilse de, durum öyle değil. Aslında konulmaya çalışılan yeni hegemonik kimliğin zaman zaman oldukça radikal ayni zamanda oldukça popülist ve kalıcı olamayacak unsurlar içermesinden dolayı bu Osmanlıcılık da takiye. İlber Hoca’nın da zaman zaman fırsat bulduğunca ifade ettiği “aslında Osmanlı bu değil” çıkışları da bu takiyeye önemli bilimsel itirazlar içeriyor. Tabi ki radikal ve popülist unsurlar açıkça ifade edilse, kızılca kıyamet belki daha erken kopabilir ve direnişte saflar netleşebilir(di).
Takiye, yazının başlarında belirttiğimiz gibi azınlık iken daha yoğun kullanılsa da, istenilen güce yaklaştıkça aslında yoğunluğu ve kullanım sıklığı azalıyor. “Dindar nesil yetiştirmek”, “iki sarhoş”, “Kürt sorunu yoktur”, “Lozan Antlaşması” gibi söylemler artık direkt olarak fikirlerin ve amaçların açık edildiğini gösteriyor. Bu sözcüğü yeniden gündeme getirmek ve analize açmamın sebebi, iktidarı ya da destekçilerini eleştirmek değil. Eleştirileri muhalifler çok uzun suredir yaptılar, yapıyorlar, yapacaklar da. Ancak bu eleştirileri yapmanın ötesine geç(e)meyen ve sürekli bu yöntemin kurbanı olan Türkiye muhalefetine, özellikle partilerine bir “Farkında mısınız?” yazısıdır.
Peki, şimdiye kadar muhalefet ne yapmalıydı? Siyasilerin manevralarının ötesine gecen “sistematik takiye”yi yapısöküme uğratarak gerçek yönü, niyeti ifşa etmeliydi. Bir hareketin bilinçaltını oluşturan ve gerçek amaç ve duyguları çoğu zaman ifade eden ama sürekli “meczup”, “radikal”, “marjinal” olarak önemsenmeyen kuruluş ve kişileri dinlemekti, yani Akit gibi gazeteleri, sosyal medyadaki trolleri çok öncesinde takibe almaktı. Niyet okuyorsunuz diyenlerle demokratik bir zemin varmış gibi tartışarak iktidara meşruiyet kazandırmak yerine gerçek niyeti halka anlatmaya çalışmaktı. Fatih Tezcan Twitter’da 2012’de “Atatürk İngiliz ajanıdır, İngiltere’nin isteğiyle Osmanlı’yı yıkıp halifeliği kaldırdı” diye bağırırken, tüm milli bayramlarda herkes hasta yatarken, şimdi “Lozan başarısızlıktır” denmesine şaşırıyorlar. Halbuki herkes biliyor ki artık o radikal olan grup, yeni resmi ideolojiyi oluşturuyor ve yavaş yavaş “takiye” düşüyor, “niyet” gözüküyor. Yine muhalefetimiz şaşırıp, iki kelam edecek, halbuki muhalefet dediğinin iyisini düşünmeyip en kötüsünü hesaplaması gerekmez mi? Yeni Kapı mitingiyle ile muhalefetin hiçbir ders almadığını gördük. Ne oldu, o ruhtan demokrasi çıktı mı? O iyi niyetli muhalefet stratejisi işe yaradı mı? Meczuplar yuhaladı da takım elbiselerle alkışlayanlar sizi dinledi mi? Takiye devrinde, takım elbiselilerin değil en çok meczupların ne dediğine dikkat kesilmek gerekmez mi-ydi?