Öncelikle size Edirne F Tipi Hapishanesi’nin tecrit hücrelerinde kalan tüm özgür tutsakların selamlarını gönderiyorum. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bizlerin bu soruya her zaman verdiği bir cevabı var: “İyidir, iyi."
Önce şunu belirtmek yararlı olur: Ben, Yürüyüş dergisi çalışanıyım. Bu dergi 29 yıldır geleneğin devamcısı olarak devrimci basın alanında yayın yapıyor. Devrimci düşüncelerimiz temelinde dergimizi çıkardığımız için iktidarların hışmını her dönem çekmişizdir üzerimize.
Dündar ve Gül
Yıl dolmuyor ki dergimize baskılar yapılmasın. İlerici-demokrat basın haricindeki burjuva medya bu baskınları ifade özgülüğüne, basına yapılan ihlaller olarak görmez; “terör örgütünün yayın organı” “örgütün hücre evi”, “terör örgütüne yönelik” baskınlar olarak görür ve bu şekilde yayın yapar.
Önceki yıllar sadece devrimci basına yönelik olan bu saldırılar, artık çok daha geniş bir çevreye yayılmıştır. AKP iktidarı kendinden olmayan herkese büyük bir pervasızlıkla saldırmaktadır.
En küçük bir muhalefete dahi tahammülü yoktur. Bu devrimci, muhalif köşe yazarları, basın çalışanları için de geçerlidir. Bunun son örneğini Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasında gördük. Baskının vardığı boyut daha da büyümektedir.
3 Haziran'da
Size kendi tutukluluğumda yaşadıklarımı, tanıklıklarımı ve bunlarla ilgili düşüncelerimi aktarmak istiyorum. 3 Haziran 2015 günü Yürüyüş dergisine, evlere ve çeşitli derneklere yapılan baskınlarda dergi binasından gözaltına alındım.
Sabahın çok erken saatlerinde ellerindeki koçbaşlarıyla duvarları yıkarak girdiler binaya. Ülkemiz gerçeğini bildiğimiz için gelenlere kapımızı elbette kendimiz açmayacaktık, öyle de yaptık.
Bu direnişimizi hazmedemedikleri için bulunduğumuz odaya girdiklerinde aramızda en fazla üç metre varken plastik mermi sıktılar üzerimize.
Aramızda kafasından yaralananlar oldu. Plastik mermiler şans eseri gözümüze gelmedi. Tekmelerle yere yatırıldık, ellerimiz işkenceyle arkadan kelepçelendi.
Kolumun alçısı
O tarihte sağ kolum alçıdaydı ve alçı gözaltı sırasında kırıldı. Hepimiz yerlerde sürüklenerek çevik otosuna bindirildik. Ağızlarından küfür, hakaret hiç eksik olmadı. Tabi ki bize yapılan bu saldırılar karşısında sessiz kalmadık, direndik. Sloganlarımızla teşhir ettik onları.
Tam üç günlük gözaltı süresince bu gayri meşru baskınları ve gözaltıları, bize yapılan işkenceleri protesto etmek için açlık grevi yaptık. Avukatlarımızın getirdiği su ve şekeri vermediler.
Nedeni ise çok basitti: avukatın getirdiği değil; devletin verdiği su ve şeker kullanılacaktı. Bu dayatmayı kabul etmedik ve su-şeker de almadık üç gün boyunca.
Gözaltı süresince parmak izi verme, fotoğraf çekme, tükrük örneği alma vs. işkencelerine direndik. Hastaneye her götürülüşümüzde halkımıza teşhir ettik onları ve işkencelerini…
Metris ve Silivri
O gün, dergimiz de dahil yapılan baskınlarda sekizi dergi çalışanı olmak üzere 20 kişi gözaltına alındı ve 5 Haziran günü (benim de dahil olduğum) dört kişi tutuklandı. İki gün Metris Hapishanesi’nde bekletildikten sonra Silivri 2 No’lu L Tipi Hapishanesi’ne götürüldük.
Aslında götürülmemiz gereken yer Silivri Kapalı Hapishanesi'ydi. Çünkü siyasi tutuklular için yapılmıştı bu hapishane. Ama bizi adli tutuluların bulunduğu koğuş tipi olan bu hapishaneye (2 No’lu) koydular.
Koğuş tipi dediğime bakıp da yanılmayın. L tiplerinde adliler koğuşlarda kalsalar da bizim konulduğumuz yerler, bu hapishanenin içinde bulunan yine üç kişilik tecrit hücreleriydi. Yani bizler için değişen bir şey olmadı, tecrit uygulaması aynen yürürlükteydi.
Edirne'ye sürgün
Bizden sonra getirilen siyasi tutsaklar da üçer kişilik hücrelere konuldular. Burada tam 3 ay tutulduktan sonra Eylül ayında Edirne F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edildim. Ve halen buradayım.
Bundan iki üç yıl önce, özellikle de F Tipi Hapishanelere takılmak istenen, zaman zaman tekrar denen kamera meselesini duymuşunuzdur.
Dışarıda muhabirken dergi sayfalarımıza tutsakların bu konudaki düşüncelerini, tavırlarını yazıyorduk. Haberler yer yer dergimizde yer olmaya devam ediyor. Silivri 2 No’luda kaldığımız hücrelerde de iki kamera vardı. Biri hücre içini diğeri de havalandırmayı görecek şekilde konumlandırılmıştı.
24 saat kamera
Düşünün ki hücrelere konulduğumuz yetmiyormuş gibi 24 saatimizi de izlemek istiyorlar. Sizce de bu yapılan taciz değil midir? Bizce tacizin de ötesinde halkımızın deyimiyle ahlaksızlık ve resmi dikizciliktir!
Bu kamera saldırısı insan onuruna aykırıdır. Ve üzerimizde var olan tecrit uygulamasını daha da koyulaştırmayı amaçlamaktadırlar… Ben oradayken (Silivri) hapishane idaresine ve Adalet Bakanlığı’na dilekçe yazarak sebeplerini de anlatarak kameraları kaldırmalarını istedik.
Ama kaldırmadılar.
Görüş cezası
Biz de kameraların üzerini tişörtle örttük. Bu psikolojik baskıyı kendi elimizle engellemeye başladık. Aslında kameraları örtmekle çok büyük bir yanlış yaptığımızı sonradan anladık. Çünkü hapishane idaresi kameraların üzerini örttüğümüz her günün sabahı ve akşamı için bir ay görüş-ziyaretçi “cezası” verdi.
Şu anda benim üç yıla varan (belki de geçen) “görüş cezalarım” var. O kameraları kırıp imha etmeliydik. Bu konuda diğer hapishanelerdeki (F Tiplerinde) tutsaklar kameraların takılmasına izin vermediler.
Ve takılan kameralar birer birer ya kırıldı ya da yakıldı. Buradan anlaşılacağı üzere “özel yaşama”da saldırı demek olan bu kamera saldırılarına asla izin vermeyeceğiz!
"Seyirlik kobay"
Tecritin koyulaştırılmasına bir örnek olarak da avukat görüşlerinin cam fanus haline getirilmesini verebiliriz. Önceden avukat ve üç müvekkil (yani bizler) görüşlerini gizlilik ilkesine göre bir başkasının kendilerini göremeyeceği kapalı bir alanda gerçekleştirirdi.
Şimdi uygulanan camekânlı avukat görüş yerleriyle bu gizliliği-mahremiyeti ihlal etmektedir. Bu yeni avukat görüş yeri üç tarafı camlarla kaplı, dışarıda olanlar içeridekileri rahatça görüp dinleyebilmektedir.
F Tiplerinde bu uygulama özgür tutsaklar tarafından “biz seyirlik kobay değiliz” denilerek protesto edildi, ediliyor.
İsteğimiz, avukatlarımızla görüşmelerimizin kapalı bir mekanda yapılmasıdır. Ha, unutmadan belirteyim; bu protestolardan kaynaklı “hücre cezaları” alan, yeni davalar açılan arkadaşlarımız var.
2000- 2007?
22 Ocak 2007 tarihini hatırlıyor musunuz? F Tipi Hapishaneler denilince akla hep Büyük Direniş geliyor. Tecride karşı 20 Ekim 2000’de başlayıp 22 Ocak 2007’de biten direniş sonucu 122 insan hayatını kaybetti.
Bu direniş sonucu Adalet Bakanlığı, tecridi kabul edip bunu kısmen kaldıran 45/1 Nolu genelgeyi yayınlamıştı.
Bu gerekçeye göre 10 kişi haftada 10 saat sohbet edebilecekti. Bu genelge hiçbir hapishanede tam olarak uygulanmıyor.
Keyfilik
Silivri 2 No’luda kaldığım süre boyunca haftada bir gün iki saat sohbet hakkı verdiler. Bu keyfiliği kabul etmedik. Yazdığımız dilekçelerle sohbet hakkının genelgede yayınladığı şekilde uygulanmasını istedik.
Bize de diğer hapishanelerde olduğu gibi bahaneler ürettiler: “Yeterli personelimiz yok”, “yeterli olanağımız yok” vs.
Bir de oraya (Silivri) özgü olarak “Burası siyasilerin değil, adlilerin tutulduğu hapishane” sözünü de sarf ettiklerini belirtmek gerek!
Sohbet hakkı
Evet, belirttiğim üzere bu ve buna benzer sözler her hapishane idaresinin öne sürdüğü bahanelerdir.
Sonuç olarak Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı verdiği sözü tutmadı.
Bizler ise sohbet hakkımızın kullanılması önündeki tüm idari, hukuki ve mimari engellere son verilmesini, “yer yok, personel eksik” bahanelerine sığınılmamasını, netice olarak sohbet hakkımızın tam olarak uygulanmasını istiyoruz.
"Eceliyle ölüm"
Bunlar dışında hapishanelerde revir, hastane sorunu yaşanmaktadır. Silivri’de revire çıkmak için dilekçe yazmıştık. Bekledik, ilk hafta çıkarmadılar. İkinci haftanın başında gardiyanlara sormaya başladık, “revir için dilekçe yazmıştık ne oldu” diye.
Gardiyanlardan biri revire dilekçe yazdıktan bir ay sonra çıkabileceğimizi söyledi. Bunun böyle olduğu takdirde bizi ölüme göndermekle eş olduğunu belirtip tartışınca “burada 1500 kişi var hangi birine yetiştirelim” dedi.
Bu böyle olunca hapishanelerde yaşanan “eceliyle ölüm”ün ne kadar eceliyle ölüm olduğunu anlamak çok kolay değil mi?
F Tipi'nde sağlık politikası
Peki, F Tiplerinde durum farklı mı? Hayır, farklı değil! Tek fark, olsa olsa buralardaki tutsak sayısının en fazla 350’yi bulmasıdır. Ama sağlık politikaları aynen geçerlidir.
Devlet hasta tutsakların hastaneye sevklerini yapmayarak tedavilerini engelliyor. Örneğin bulunduğum Edirne F Tipi Hapishanesi’nde Mehmet Yamaç adlı tutsak tedavisinin yapılabileceği Van’a sevk edilmemektedir. Yamaç'a tam 1,5 yıldır sevk edileceği söylenip durmaktadır.
Yamaç’ın hastalığından kaynaklı şu ana kadar ölmemesi sadece şans eseridir.
"Ceza erteleme"
Yine Bekir Şimşek adlı tutsak, ölüm orucu direnişinden kaynaklı 2001 yılından bu yana Wenicke Korsakoff hastasıdır.
Ceza infaz yasasına göre özetle tutsaklık koşullarında tedavisi mümkün olmayan hasta tutsakların tedavileri yapılıncaya kadar “cezaları” ertelenebilir.
Adli Tıp’ın söz konusu hastalık konusunda Şimşek için “ceza ertelemesi” raporu var. Ama Şimşek buna rağmen bu yasadan yararlandırılmamaktadır.
"Süngerli oda"
En son, gazetelerden okuduğum kadarıyla Silivri 2 No’luya getirilen dokuz özgür tutsak (yeni tutuklanmışlar) hücrelere girer girmez kameraları kırmışlar. Bu yüzden de işkence edilerek süngerli odaya götürülmüşler.
Sizin anlayacağınız dokuz arkadaş bizim yarım bıraktığımız kamera işini tamamlamış. (TS/BA)
Yarın: Mikdat Algül
* Tahsin Sağaltıcı, Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda kaldı. Mektubu elimize geçtikten kısa bir süre sonra Ocak 2016'da tahliye oldu.
HAPİS GAZETECİLERDEN MEKTUPLAR
* Seyithan Akyüz: Kürtçe "İyi Hali" Engelledi
* Mikail Barut: 2011'den Beri Cezaevindeyim
* Erol Zavar: Not Defterini Vermediler