* Orijinal başlığı “Yerelötesi Müşterekler ve Küresel Kalabalık” olan bu makaleyi (Bir bölümünü kullandık) Metis Yayınları’ndan çıkan “Türkiye’de Yeni İktidar Yeni Direniş; Sermaye-Ulus-Devlet Karşısında Yerelötesi Müşterekler” adlı kitaptan aldık.
Yahya Madra tarafından yayına hazırlanan kitapta ayrıca Mine Eder’in “AKP’nin Politik Ekonomisi ve Ötesi”, Mahmut Mutman’ın “Yeni Hükümranlık ve Direniş” ,Ceren Özselçuk’un “AKP’nin Hizmet İdeali ve Popülizm Üzerine”, Ayşe Çavdar’ın “Müslüman Antikapitalistler ve Sokak Dostluğu” ve Şemsa Özar’ın “Kürtlerin köylerine Dönüşü” yazılarını da bulabilirsiniz.
* * *
Dünya son zamanlarda, demokrasi adına kamusal alanı işgal eden ve bu süreç içinde, kamusal alanda farklı bir şekilde yaşama tecrübesinden geçmiş muazzam halk gösterilerine tanıklık etti.
Gösterilerde parkların ve şehir merkezlerindeki meydanların hayati önem arz eden kısımlarım ele geçirmede başarı kazanıldı, ama onlara karşı sergilenen polis şiddeti de protestoların neredeyse hepsinin ayrılmaz bir parçası haline geldi.
Bu protestoların (değişen derecelerde otoriter yönetimleri olmasına rağmen) en azından (halk seçimlerinden, çok-partili yaşama ve sivil idarecilere kadar uzanan) demokratik bir yönetim biçimine sahip olduğunu iddia eden ülkelerde vuku bulmuş olması kayda değer bir olgudur.
Resmen totaliter ülkeler değildir bunlar. Kolektif eylemlerin listesi hayli uzundur ve kapsamı da epey küreseldir: 2011’de Tunus ve Mısır, 2012’de Malezya’daki Bersih (Temiz) hareketi, Kamboçya’daki kalkınma karşıtı gösteriler, yine 201l’de Moskova’da Putin rejimine karşı yapılan eylemler.
Finans krizlerinin sonrasında bu gösteriler (demokrasinin beşiği) Yunanistan’dan İspanya’ya, İngiltere’den ABD’ye kadar Batılı ülkelerin dört bir köşesine yayıldı. 2013’te Türkiye, Brezilya ve Güney Kore, 2014’te Maidan ve Hong Kong bu silsileye katıldı.
Ulusal hükümetler bu özgül yerel eylemleri çok farklı şekillerde ele aldılar ve bu tavırların birbirinden son derece farklı sonuçları oldu; örneğin Mısır’da askeri darbe olurken, 2015’te Yunanistan’da solcu Syriza Partisi iktidara geldi.
Ne var ki her vakanın kendine özgü nitelikleri bunların tümünün, şahsen Yerelötesi Müşterekler adını vermeyi uygun gördüğüm yeni bir siyaset uzamına kapı aralayan küresel bir olay olduğu gerçeğini görmemize engel olmamalıdır.
Her vaka özgül bir yerel mantığın içine yerleşik olsa da -İstanbul’daki Gezi Parkı gösterileri ile New York’taki Occupy Wall Street gösterileri, ya da Güney Avrupa’daki kemer sıkma karşıtı protestolar arasında siyasal biçimleniş bakımından fark vardı- gösterileri tetikleyen meseleler herhangi bir ülkeye özgü değildir: sosyal refah programlarına bağlılığın zayıflaması, şehirde mutenalaştırma uğrana yerleşik toplulukları ikamet ettikleri yerlerden sürme, kamu hizmetlerinin kâr uğrana özelleştirilmesi, öğrencilik masraflarının ve üniversite harçlarının artırılması, şirketlerin kazançları uğrana çevrenin perişan edilmesi, kamu görevlilerinin yolsuzlukları, devletin yurttaşların çoğunluğunun ihtiyaçlarına karşılık vermemesi...
(…)
Türkiye'de Yeni İktidar Yeni Direniş; Sermaye-Ulus-Devlet Karşısında Yerelötesi Müşterekler, Haz: Yahya M. Madra, Metis yayınları |
Etnik kimlik ya da sınıf kimliği değilse eğer, dayanışmanın yeni temeli nedir? 201l’de patlak veren Arap Bahan zirve noktasına çıktığı sırada Kahire’de kendiliğinden gelişen şu örneği ele alalım: Eski rejimi devirmek üzere birleşik bir kuvvet olarak Tahrir Meydanı’nda toplanan insanlar, siyasi bir güç olarak irtibatta kalmak için birbirlerine telefon numaralarını vermişti.
İsimlerini söylüyorlardı, ama hepsinin soyadı Tahrir’di - Leyla Tahrir, Abdullah Tahrir, Muhammed Tahrir, Mina Abdud Tahrir, Susanna Tahrir, vb.
Mülk sahipliğini, aile himayesini, sınıfsal/etnik/dinsel hiyerarşileri destekleyen kadir-i mutlak soyadının yerini, yeni bir yurttaş birliğini simgeleyen ve bunu küresel seyirciler önünde sahneleyen (yeni olan budur), yani dünyanın muhtelif yerlerindeki insanları kendi bulundukları yerlerde bu birliğin bir benzerini yaratmaya davet edip teşvik ederek hayal edilen cemaatin ulusal bölünmeleri aşmasını sağlayan bir kamusal alanın adı almıştı. Bu eylemler, küresel demokrasi pratiğinin o henüz gerçekleşmemiş imkânının ne anlama gelebileceğini sezdirir bize.
Demokrasi sırf seçimleri kazanma değil, halkın, tüm halkın yararı için yönetme meselesidir. Kalabalığın kamusal müştereklerdeki yaşamı bu anlayışı herkesin görebileceği şekilde gözler önüne serer. Üstlendiği kamusal rol bakımından, işgal hareketlerinin yeni anarşizmi kendini avangardın geleneksel anarşizminden kesin biçimde ayırır.
Küresel kalabalığın eylem halindeki yatay demokrasisi, demokratik hedefin habercisidir. İnternet yalnızca enformasyonu yayma aracı değil, aynı zamanda kalabalığın içinde bir örgütlenme yöntemi ve taktiksel doğaçlama silahıdır (1)
Küresel kalabalığın kesintili tarihinin ve dağınık olaylar zincirinin dijital biçimde gayet iyi belgelenmiş olduğunu ve bu belgelere rahat rahat erişilebildiğini belirtmek gerekir. Özellikle de Wikipedia herkesin bu yakın tarihe ücretsiz erişmesini sağlamak bakımından bir hayli etkilidir. (2)
Küresel kalabalık organsız bir beden veya daha özgül olarak, insan organlarının en genişinden, yani deriden yoksun bir beden şeklinde zuhur eder. Bu teknolojik devin ucu bucağı, yaşam ortamının herhangi bir sınırı, yaşayamayacağı herhangi bir yer yoktur. İhanet edemez. Neoliberal sözleşme fikriyle bağlanamaz. Deri değiştirme olanaklarının haddi hesabı yoktur. Küresel kalabalık dünyayı dolanır ve bunu canlı varlıkların iliğine kazınmış bir imge üretim gücü olarak yapar: “İmgeler, bedenler ve mücadeleler aynı dinamiğin birer parçasını oluşturur” (Hito Steyerl, aktaran: Pablo Martinez 2013: 89). “Kitlesel iletişiminden iletişim kuran kitlelere doğru” (a.g.y 90-92) yaşanan bu dönüşüm kitle kültüründeki iktidar ilişkilerini devin kamının içinden altüst eder.
Küresel kalabalığın eylemleri “ortak deneyime açık”tır; kimlik farklılıklarını aşan müşterek bir hayattır bu (a.g.y.). Görsel sanatçı Rabih Mroue devrimleri televizyonda yayımlamayan resmi haber kanallarına meydan okuyan, cep telefonuyla kaydedilip karşı-imgeler şeklinde virüs gibi yayılan “pikselleşmiş devrim”den bahseder (Mroue 2013: 392).
Suriye’deki iç savaşta bile direnişin seküler bir alanda ortaya konduğunu; rejimin şiddetinin cep telefonunun prostetik gözüyle kaydedilip Tanrı’nın huzurundaki bir performans olarak değil, insan yargısına yapılan bir çağrı olarak dünyaya yayımlandığını ileri sürer (a.g.y.).
Peki dünya nasıl görebilir? Bu soru yanlış bir sorudur, zira esas mesele göstericilerin kendi siyasi eylemlerini, ulusal liderler veya devlet tarafından değil, dünya tarafından görülsün diye kuruyor olmalarıdır; devlet gözetimini bertaraf eden, kamusal görünürlüğü protestocular açısından dezavantaj olmaktan çıkarıp silah haline getiren bir tasavvurdur bu.
Devlet televizyonunda halkına pederşahi bir dille konuşan Başkan Mübarek, El-Cezire’nin ikiye ayrılmış ekranında yer aldığında, ekranın diğer yarısındaki, Tahrir Meydanı’nda ayakkabılarını çıkarıp sallayan, koltuğundan inmesi için haykıran, ona istifa çağrısında bulunarak herhangi bir kişi gibi seslenen protestocuların yanında ahmak gibi görünür. Burada, ulusal iktidarın bakışı, artık hitap edebileceği “kitlesi” olmaktan çıkan halkın siyasi eylemlerinin anlamını belirleme yeteneğini yitirmiştir.
Hiç kuşku yok ki küresel kalabalığın gücü aynı zamanda da zayıflığıdır. Başarıyı getiren kendiliğindenlik dolayımsızdır, ama bir anda ortaya çıkıp kaybolur. Kalabalık, sosyal medya kullanımını azami seviyeye çektiğinden ötürü, bir parti tabanına ihtiyaç duymaz ve dolayısıyla bir parti tabanına sahip değildir.
Bu kırılganlığın Mısır örneğinde nasıl trajik şekilde ortaya çıktığını görebiliriz, çünkü orada ulus-devletlerin siyasetine karşı etkili bir demokratik alternatif henüz yoktur. Müslüman Kardeşler’in sıradan insanların hayatına derinden nüfuz etmiş köklü ve sağlam bir parti tabanı vardı ve bu sayede ilk ulusal seçimleri kazanmada stratejik açıdan elleri güçlüydü.
Fakat Mursi yönetiminin otoriter tonundan duyulan hoşnutsuzluk kalabalığın bir yıl sonra sahiden muazzam bir sayısal büyüklükle yeniden sokaklara dökülmesine yol açtı. (3) Belki de burada, bu hayati uğrakta, bu kalabalık, Mısır ordusunun destek teklifine olumlu yanıt vererek, hem de ihtiyaçları olmadığı bir zamanda olumlu yanıt vererek stratejik bir hataya düştü. Ordunun göstericilere karşı şiddete başvurması beklenmiyordu, dolayısıyla Mursi’nin kalabalığa olağanüstü hal uygulama tehdidi aslında koftu.
Egemen iktidar meşru şiddet kullanımı üzerindeki tekelini sağlama almak için ordunun sadakatine ihtiyaç duyar; Mursi ise bundan yoksundu. Mursi’nin kalan birkaç yıllık görev süresi içinde ortak bir kanaat oluşturulabilir, bu sayede muhalefet bir yandan pekişirken diğer yandan küresel destek artabilirdi.
Yeni bir çoğunluk koalisyonu bir sonraki seçimi kazanabilir ve dünyaya ilham vermeye devam ederek Suriye devrimindeki uluslararası kuvvet dengesini de değiştirebilirdi. Fakat böyle olmadı ve askeri darbe Mursi’nin silahsız destekçilerine karşı hızla şiddete başvurdu (1000’den fazla insan öldü); Mursi’nin uygulamayı deneyip başaramadığı eski anlamdaki olağanüstü hal sürdürülmüş oldu.
Ordu halkın gücünü önceden harekete geçerek hükümsüz kıldı ve kontrolü yeniden, demokrasinin laneti olan devlet içindeki devletin eline verme tehdidinde bulundu. Gizlilik ve gözetim teknikleri her yerde gittikçe güçlenen ve küresel olarak bağlantılı hale gelen bu yapıyı Türkiye’deki eleştirmenler “derin devlet” olarak adlandırıyor.
Mısır’daki olaylar yeni bir demokratik gücün küresel sahneye çıkmasının ne kadar zor olduğunu gösteriyor bize. 2011’de Tahrir Meydanı’nda toplanan Mısırlılar tüm dünyaya coşku aşılamış olsa da, 2013’teki olaylar Mısır ordusu tarafından dar bir ulusal çerçeveyle sınırlandı.
Başkan Obama da eski tarz bir hareketle, hem liberal hem ulusal tavırla bunun “Mısır halkı”nın bizatihi karar vereceği bir şey olduğunu beyan etti (ama ulusal ve küresel siyasi ve iktisadi elitleri bu kimlik kısıtlamasının dışında tuttu). Böyle bir belagat kulağa hoşgörülü gelebilir. Ama yaptığı küresel kalabalığı devlet denetiminin sağlanabileceği, idare edilebilir parçalara bölmektir; oysa bu hareketlerin ulusal sınırlan aşabilecek olmaları radikal potansiyellerini oluşturur.
Peki Mısır halkı kendini nasıl tanımlıyor? Bunun basit bir cevabı yok. Kesin kimlik-değişkenini bulmayı hedefleyen kamuoyu anketlerinde ortaya çoklu kimlik özdeşleşmeleri çıkıyor: Müslüman, Arap, Mısırlı, vb.; bunların siyasal anlamları ise sabit değil, değişen, bağlamlara göre değişiklik gösteriyor. (4) Bu kaymalar Soğuk Savaş döneminin Manihaizmine özgü “biz ve onlar” tarzı düşünceye imkân tanımıyor. Küresel kalabalıklar, siyasetlerini kendi kimliklerinden türetmek yerine, bu tanımlamaların içeriğini eylemlerinin nedeni değil, sonucu olarak müzakere ediyor. Dünyaya “devlet bizi temsil etmiyor” diye seslenirken, ABD, Mısır, Suriye veya Yunanistan gibi kelimelerin anlamına karar verecek ve dünyaya iletecek olanın devlet yetkilileri değil kendileri olduğunu gösteriyorlar.
Demeye çalıştığım şey şu: Küresel kalabalığın nezdinde belirmekte olan şey, siyasetin kimlikle belirlenmediği fikridir. Canalıcı nokta sizin kim olduğunuz değil, genel -ulus-ötesi insanlığa işaret eden türeyimsel anlamda genel— iradenin tecessümü olarak kamusal alanda başkalarıyla yan yana durmaya istekli olmanızdır. Gelgelelim küresel demokrasi siyaseti ortak siyasal zaman kuşağımızda yalnızca bir olanaktır, kural değil. Başka kültürlerin/dinlerin/etnik grupların ulus dahilinde azınlık olarak tanımlandıklarında şanslı addedildikleri etnik-ulusal bir proje şeklindeki demokrasi tanımı, hâlâ baskın biçimdir. Elbette Türkiye’de Ermeniler ve Kürtlerin durumu da istisna değildir.
(…)
Küresel kalabalık bir iktidar bloğudur. Diğer iktidar blokları arasında yer alır (Batı hegemonyasına karşı BRICS alternatifi, Çin devletinin süper-devlet olma yolunda ilerleyişi ve ulusal siyasi partiler, sendikalar ve dinsel kurumlar dahil). Bu iktidar bloğuna girmenin önünde herhangi bir engel yoktur.
Performansı dünyanın dört bir yanındaki kamuya hitap eder. Siyasi açıdan etkili olması ortak siyasal zaman kuşağımızdaki eylemlerin eşzamanlılığına bağlıdır. Gerek ulusal güvenlik devletinin gerekse küresel kapitalizmin pratiklerine kafa tutabilecek gücü vardır.
Küresel uzamın içindeki bir oyuncu olması -tek oyuncu o değildir elbette, ama dünyanın alabildiğine çeşitli kesimlerine (çeşitli dinlere, cinsiyetlere, dillere ve geleneklere) en açık olanı odur- geçişken sınırlan ve farklılaşan adaylıkları olan, değişken bir dünya düzeninin habercisidir.
Üstelik uluslararası diplomasiye, bu diplomasinin en aydınlanmış Batılı biçimlerinde hiç kullanır gibi bile yapmadığı bir şeyi getirir: demokrasiyi. Küresel iletişim teknolojisi değil, küresel uzamı bu teknoloji aracılığıyla demokratikleştirme iddiası - mevcut durumda yeni olana damgasını vuran şey işte budur.
Küresel kalabalık hakkında, küresel kalabalığa hitaben ve küresel kalabalıkla birlikte konuşmak onun ortaya çıkmasına yardımcı olmak demektir: Ne demiştik, kelebek kozadan!
-----------------------------------
1) Sosyal medyanın Arap Baharı’nı ve küresel olarak onu takip eden gösterileri mümkün kılmaktaki rolü üzerine çok şey söylendi. Ancak bu dönüşüm bazılarının iddia ettiği kadar kökten olmayabilir. Bahar 201l’de Tahrir Meydanı’ndaki kalabalıklara eylemlerini prototipik olarak ele alacaksak, olayların sırasına dikkat etmeliyiz: Therese Tiemey, gösterilerden önceki ocak ayında Mısır hükümetinin dört gün boyunca internete erişimi engellediğini, internet ve mobil telefon erişimi olmazsa harekete geçme planı yapılamayacağını sandığını anlatıyor. Bunun üzerine “katılımcılar dijital kamu alanını terk edip Kahire’nin sokaklarını yeniden ele geçirdiler ve Tahrir Meydanında toplanmazdan önce şehrin muhtelif noktalarını yeniden birbirine bağladılar”. Seeta Pena Gangadharan’ın raporundan alıntı yapan Tiemey, “medya yasaklamalarının ayaklanmayı büsbütün alevlendirdiği, insanların mahallelerinde kapıları çalıp komşularına yüz yüze çağrı yapmaya başladıkları” gözlemini aktarıyor: “Devrimi mümkün kılan sokak taktiğiyle internet taktiğini birlikte kullanmaktı.” Gangadharan’ın yorumlan Sabancı Üniversitesi’ndeki bir panelde yapılmıştır (ISEA, 16 Eylül 2011). “Akşamüstü [27 Ocak 2011] Mısır’daki sosyal ağlardan yaklaşık %93’üne ulaşılamaz durumdaydı. Ağlara kapanması bir anda değil, onar yirmişer dakika arayla oldu; buradan da anlıyoruz ki otomatik bir sistem tüm ağ sunucularına aynı anda talimat göndermiyor, internet şirketleri tek tek aranıp kapatma talimatı iletiliyordu. BGPMon’un analizine göre kapatma ilk fark edildikten sonra Mısır ağlarına tanınan 2903 hattan sadece 26 BGP hattı aktif kalmış, yani tüm Mısır ağının %88’i bağlantı dışı kalmıştı” (Tiemey 2013: 86).
2) Wikipedia’da yıllara göre bir “küresel protesto” araması yaparsanız, 2011’de aniden başlayan çarpıcı sonuçlara ulaşırsınız.
3) Reuters, 30 haziran 2013’te 84 milyonluk Mısır’da 14 milyon kişinin protestolara katıldığını belirtmişti.
4) “Mayıs 2012’deki araştırmamda, görüşmecilerin üçte ikisi Mısır anayasasının şeriata dayanması gerektiğini söylemişti. Ama daha ayrıntılı sorulara geçince durum biraz karışıyordu: Şeriat temelli yasa savunanların sadece yüzde 17’si bire bir uygulanmasından yana olduğunu söylüyor, yüzde 83’ü şeriatın manevi olarak korunmasını ama modem zamanlara göre uyarlanmasını istiyordu. Tevekkeli Mısırlı yorumcu Muhammad Hassanein Heikal Mısır’ı ‘dini seven sivil-seküler bir ülke’ olarak tanımlıyor!” Bkz. Shibley Telhami,
* İngilizceden çeviren: Erkal Ünal
ARAP AYAKLANMALARI'NIN 5. YILI YAZI DİZİSİ
25 Ocak Pazartesi - Arap Ayaklanmaları Yazı Dizisine Başlarken
25 Ocak Pazartesi - Arap Ayaklanmaları'nın 5. Yılı: Kronoloji
25 Ocak Pazartesi - Yedi Ülkede Arap Ayaklanmaları'nın Dünü Bugünü
26 Ocak Salı - Mete Çubukçu Ayaklanmaların 5 Yılını Anlattı
27 Ocak Çarşamba - Mısır'da Her Şey Mümkündü; Buraya Nasıl Geldik?
28 Ocak Perşembe - Tahrir ve Küresel Kalabalık Üzerine
29 Ocak Cuma - Mısır Devrimi'nin Sesi Essam'ın Hikayesi: "Çalınan Bahar"
1 Şubat Pazartesi - "Ulusal Mutabakat Sağlanmadan Mısır Halkı Güvende Olmayacaktır"
2 Şubat Salı - Can Ertuna'nın Gözünden Arap İsyanları
3 Şubat Çarşamba - Amerikalı Bir Gazetecinin Ortadoğu Güncesi
4 Şubat Perşembe - "Mısır, İran Devrimi Gibi Kendi Değerlerinden Döndü"
5 Şubat Cuma - "Görmüyor musun Ben Vatanımı Kaybettim?"
7 Şubat Pazartesi - Arap Devrimleri ve Suriye: Beş Yıl Sonra