Racondur; mektup karşılıksız bırakılmaz! Ancak, bir sırası vardır her mektubun. Önce kimin başlattığı önemli değil, ancak sırayla yazılır birbirine. İki kişilik çok güzel bir muhabbettir aslında bu. Bazen kaldığı yerden devam eder, bazen her an’ı ayrı zamanlar, duygular taşır. Her mevsimde bir kere mektuplaşanları da gördüm, bir kelimeyle başlayıp sayfalara akanlarını da… Cevabı çok bekletmemek usul gereğidir. Yine de mektup arkadaşı sabırlı biriyse, uygun ruh hali veya efkarın geçmesi beklenebilir. Bir dayanışma mektubuysa, hiç bekletmeden cevap verilmeli. Hiç olmazsa bir kart yazılmalı.
Tanışıklık olarak, yakından olmasa da, bir sırasını bekledim ben de cevap yazmak için. “Herkes herşeyi hatırlamalı!” mektubuna karşılık, Utku’ya, Utku Kalı’ya...
Uygun ruh hali ve efkarın geçmesinin yanı sıra; tahliyesi imiş içimdeki Utku’nun sırası…
Beş ay’a yakın bir tutukluluğa işkence ve kötü muamele de eklenince, kaliteli yaşam hak’kından eser kalmamış bu genç çocukta. Kendi ve yakınlarının ifadelerinden çıkardığımız bu… Ancak bilinir ki, bu “sağlıklı” gidişatı bozan temel etkenlerden biri hiç kuşku yok ki “adaletsizlik”tir!
Şöyle ki; Reyhanlı’da yaşananları, onlarca insanın ölümüne yol açan, komşu bir ülkedeki savaş kapıdayken, -en iyimser ihtimalle- oraya dair önlem almayan, Kalı’nın davasına da konu olan şekliyle istihbarat ve niyet zafiyeti olarak okuduğumuzu farzedelim. Ve bu kadar şüpheler gün yüzündeyken, o olayı aydınlatmaya yarayabilecek kimi belgelerin kullanış biçimidir buradaki adaletsizlik. Olayın aydınlatılmasına ve faillerin yakalanmasına dair değil, arada bir “kurban” seçilip bir er’in tutuklanması…
Toplum nezdinde, bu dava, çok farklı açılardan hissedilebilir. Ancak o tutuklu nezdinde yaşanan şey; adaletsizlik, sorgulamalar, ikilemeler, gel-gitler… ile doludur. Onun için Utku’yu “tutan” ve “bırakan” da daha çok buradaki adaletsizliktir.
Bu toplum, çokça adalet bekleyen kesimlerini, bireylerini gördü! O adaleti, hapishanede, evinde televizyon karşısında, yaralı olarak komada, hastanede, mezar başında, dağda, işkencede, camide, kilisede, cemevinde, okul sıralarında, üniversite kampüslerinde bekleyen yüzbinlerce insan var!
Umutla!
Umutsuzca!
Uğur Kaymaz, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Ceylan Önkol, Hrant Dink, Berkin Elvan, tecavüze uğramış kadınlar, tecavüze uğramış çocuklar, erkekler tarafından öldürülmüş kadınlar, başörtülü kadınlar, Sivas, Maraş, 6-7 Eylül, 12 Eylül, işten atılan işçiler, işten henüz atılmamış köleler… Çeşitli meslek gruplarından, çeşitli kimliklerden, çeşitli yaşlardan, bölgelerden, renklerden binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce insanın beklediği bir adalet!
Kaybedilmiş bir beden eşlik ediyor o adalete bazen… Bazen de 20 yıllık dört duvar… Dağın başında yakılmış bir sigara ve karşı dağın başında yakılmış bir sigara daha… Yitirilmiş babalar, anneler, çocuklar, kardeşler, arkadaşlar, yoldaşların fotoğrafları… Cismi değil de ismi kalmış insanlar, diller, kültürler…
Artık o simgeler eşlik ediyor…
Bilemiyorum, hapisten önce neresindeydi bu bekleyişin, ancak beş aya yakın bir süre Utku için de bu bekleyiş, beyin patlatan sorgulamasıyla sürdü.
Ve Utku artık hapiste değil! Tahliye edildi!
Tahliye’nin bir diğer anlamı neydi; bir yerden bir yere nakletmek. Sanki, Utku’nun davasında ve diğer tüm adalet bekleyen davalarda, tahliyenin diğer anlamını kullanmıyor muyuz? Özgürlüğün birincil koşullardan kısıtlanmasının haksızlığı tartışmasız çok büyük ve bunun sona erdirilmiş olması mutluluk verici. Ancak bu bile, ne Utku’nun içindeki adaletsizlik duygusunu giderir, ne Reyhanlı’daki ailelerin acısını, ne de ülkenin bu konuda içine düştüğü durumu…
Bazen tahliye, kelimenin ilk anlamıyla, sadece bu sorunu bir yerden bir yere nakletmek ile sınırlı kalıyor. Yukarıda saydığımız bütün olayların, hak yerini bulmadan, sağa sola çekilmesi gibi. Halbuki tam tersi daha kolayken…
Utku, mektubunda çok güzel anlatmış, unutmak ve unutmamak meselesini… “Herkesin her şeyi hatırlamasını istemiş” ve “Unutmak istememiş”. Beyni bir oyun –veya savunma mekanizması- hazırlasa da şimdilerde, yanındakiler ve Reyhanlı’da yakınlarını kaybedenler unutmayacak onu! Unutmamalı da!
Yine de yıllara mı havale etmeli? Dava hakimlerinin son sözünü mü beklemeli? Yoksa vicdanlara mı bakmalı? Adaleti, vicdanlardan, yüreklerden, unutmak istemeyenlerin zihinlerinden mi sormalı? Katilin, “cellâdın”, işkencecinin, gaspçının, yüzsüzün yıllarla veya en kahpece paralarla kesilen cezasının yarattığı gülümseme mi, yoksa koca bir insanlığın, onların elinden kurtulanların yüzüne gülümsemesi mi?
Nasıl bir adalet beklemeli şimdi?
Madem ki soğuk duvarlar kısıtlayamaz özgürlüğü; soğuk duvarlardan çıkacak yanıtların, hakim tokmağının tok sesinin ardındaki cümleler mi beklenmeli?
Adalet gerçekten nerede?
Bir’ler, bin’ler, onbinler neyi beklemeli? Veya neyi değiştirmeli?
Utku!
Güzel mektubun için teşekkürler! Ellerine, yüreğine, vicdanına sağlık, çok güzel yazmışsın.
Güzel sözlerin, fikirlerin ve yüreğin için teşekkürler. Hatırlattıkların ve unutturmadıkların için teşekkürler!
Hapishane kapısının bu tarafında olman güzel. Kapının bu tarafı; arkanda hiç kimseyi bırakmayarak ve arkanda bir değer bırakarak güzelleşiyor ve güzelleşecek…
Evet. Başka bir dünya mümkün! (MT/HK)