13 Temmuz Cuma günü saat 16:30 da Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'nün ana kapısı önünde birikmiş az evvel tahliye olan 15 tutuklunun kapıdan çıkmalarını bekliyoruz. Aralarında Prof. Büşra Ersanlı da var.
Kendi adıma tutukevi tahliyeleri yaşamış birisi olarak bayağı bir heyecanlıyım. İlk kez bir Kampüs'ten tahliye yaşayacağım. Amerikan Koleji'nde okumuş olduğum için kampüs kelimesine aşinayım. Üniversiteler ve ilgili kurumların yer aldığı yerleşkeye verilen addır: Kampüs.
Vikipedia'ya bakıyorum hemen.
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü 744 bin 768 metrekare üzerinde kurulu, bunun 437 bin metrekaresi mahkumlar için. Sekiz adet L Tipi Kapalı Cezaevi ile bir açık cezaevinden oluşan Kampüs 11 bin mahpusu barındırabiliyor.
2000 çalışanı ve 500 daireli lojmanları var. 2592 kamera ve x ray cihazı ile korunuyor. İki duruşma salonu var, yenileri de yapılıyor. Salonlar Ergenekon, Balyoz, KCK davaları için ayrılmış. Vikipedia'da öğrencilere ve hocalara "mahkumlar", eğitim binalarına "L Tipi Cezaevi" demiş olmaları biraz garip gelse de, çok da üzerinde durmuyorum. Yeni zamanlarda yaşıyoruz ne de olsa!
Kampüs kapısında bekleşenler, yani bizler, öbekler halinde ana kapının önünde, "Burada bekleyin" komutuna uygun bir nizamda, arka tarafta inşaatı yapılan yeni Kampüs binasının işçileriyle birlikte bekleşiyoruz.
Arabalı olanlar arabaların klimalarını açarak sıcaktan korunuyor. Prof. Ersanlı'nın üniverisiteden gelen meslektaşları ve öğrencileri bir minibüsün içindeler.
Ana Kapının hemen sol tarafındaki otoparkımsı boşlukta ise çanak antenli medya arabaları ve ellerinde kameralarıyla haberciler kümelenmiş.
Çeşitli rivayetler dolaşıyor. "Saat 19'dan önce çıkamazlar" diyenler, "bu iş en az dört saat sürer" diyen kıdemli tahliyeciler, hakimlerin kararı yazdırmak için Çağlayan'a gitmeleri gerektiğini ileri sürenler.
Saat 19:30'da içeriden gelen bir habere göre tahliyenin en erken 20:30'da olacağı söyleniyor.
Bu durum üzerine minibüs ve arabası olanların bazıları Silivri'ye yemek yemeye ve ihtiyaç gidermeye gidiyorlar.
Kampüsün ilginç bir yanı da "ihtiyaç gidermek" sorunu üzerine hiç düşünülmemiş olması. Oysa Arapça'dan dilimize gelen "tahliye" sözcüğünün anlamı "boşaltma"dır ve "hela" ile aynı köktendir. Kampüste, lojmanların yanında bulunan cami bu konuda herkesin imdadına yetişiyor.
Aileler, yani bizler ve medya ise kapının önünde nöbete devam ediyoruz. Haberciler ana kapının iç tarafında kameralarıyle tam bir barikat oluşturmuş, her çıkan araba veya insanın üzerine doğru hamle yapıyorlar.
Bu sırada KCK davasıyla hiçbir ilişkisi bulunmayan bir grup tahliye oluyor. Ellerinde naylon poşetleri, şaşkın şaşkın önlerindeki kamera barikatını aşmaya çalışan bu grubun içinde uzun boylu bir genç adam, kapının dışına çıktığında bizleri görüyor ve soruyor: "Burası neresi, ben nerdeyim, nereye gideceğim?"
Genç adamı karşılamaya gelen kimse yok. Belli ki yeni düzenlemelerden yararlanarak tahliye olmuş ve belki de bir gece vakti geldiği kampüsün nerede olduğuna dair fazla bir fikri yok.
Kampüs bir boşluğun ortasında, ayçiceği tarlalarından başka görünen bir şey yok. İçimizden biri genç, adama eliye Silivri tarafını işaret ediyor. Bir diğeri Silivriye giden dolmuşları anlatıyor.
Genç adamın beklemeye niyeti yok, yürüyerek yola koyuluyor. Çok mutlu ve heyecanlı.
Daha sonra arabayla Silivri'ye giden arkadaşlar hikayenin devamını anlatıyorlar. Yolda tek başına yürüyen genç adamı görüp "nereye gidiyorsun" diye soruyorlar. "Silivri" deyince de arabaya alıyorlar.
Genç adam trafik suçundan yatan bir futbolcu. Ailesi tahliye olduğunu bilmiyor, onlara süpriz yapacak.
Bizim arkadaşları görünce hemen soruyor: "Büşra Hoca'ya mı geldiniz?"
Bizimkiler "evet" deyince tahliyelere ne kadar çok sevindiğini anlatıyor. Konuşa konuşa Silivri'ye geliyorlar, genç adam parası olduğunu, hemen bir otobüse bineceğini heyecanla anlatıp, arkadaşlarla sarılıp onları öperek ayrılıyor.
Saat 21.00'de hava kararmaya başlıyor. Kürtler ufaktan türkülerle halaya duruyorlar. Türküler çok hüzünlü ve çok güzel. Kadınların başladığı halaya az sonra erkekler de katılıyor.
Serinlikle birlikte herkes diriliyor, daha on saat bekleyecek olsak, bekleriz. Bir Kürt ana endişeli bir yüzle yanıma yaklaşıyor, tahliye olacak oğlunu bekliyor. "Sakın vazgeçmeye kalkmasınlar" diyor. "Olmaz öyle şey" diyorum ama gözlerindeki endişe yok olmuyor.
Bekleyenler, tahliye olanlar için seviniyor, ama herkesinki buruk bir sevinç.
İçeride kalanlar ne olacak? Bundan sonraki duruşma 9 Ekim'de. İki buçuk ay!
Kadınlar daha önce kaldıkları Bakırköy Tutukevi'ne geri dönecekler. Orası kampüs değil, cezaevi. Bu sırada Bakırköy'de tutuklu bir BDP'linin (Barış ve Demokrasi Partisi) ablası arıyor beni Mersin'den. "Gözünüz aydın" diyor, ama onun kardeşi halen tutuklu. Hemen oracıkta karar veriyorum, bundan sonra kardeşinin ziyaretçisi ben olacağım.
Karanlık iyice bastırıyor. Kapıya yaklaşan her otomobilin farları uzaktan göründüğünde kalabalık dalgalanıyor. İki tane ambülans siren çalarak içeriye giriyor. Havada yine bir endişe. Saat 22:15'te medyacıların bütün ışıkları yanıyor ve "geldiler" çığlığı ile birlikte zılgıt ve alkış sesleri arasında minibüsten inmeye başlıyorlar.
Medyacılar Prof. Ersanlı'nın görüntüsünü alabilmek için birbirilerini ve herkesi ezerek saldırıya geçiyor. Simge isim olduğu için bütün ilgi ona.
Büşra Ersanlı, izdihamdan hafif şaşkın, gülümsemeye çalışıyor.
Eski arkadaşları onu medyanın saldırısından korumaya çalışarak, arabaya bindiriyorlar.
Yanıma oturuyor ve kafasını omuzuma dayıyor, ağzından çıkan ilk sözcükler "zor, çok zor, demir kapılar kapandı, onlar orada kaldılar" oluyor. Arkadaşlarını geride bırakmış olmanın ezikliği içinde.
Geride kalanlar olduğu sürece bizler hepimiz, hep ezik olacağız, yıllardır olduğu gibi. (MUT/BA)