Önce, geçen yılın Nisan ayına, Tekirdağ’a gidelim. Rastlantı sonucu takip ettiğim akademide “cinsel saldırı” davasını hatırlayalım.
Tadınızın kaçtığını biliyorum fakat bugün, size akademideki cinsiyetçiliğin yargı eliyle nasıl güçlendirildiğini, üniversite yönetimlerince nasıl "örtbas" edildiğini ancak bu dava ile açık ve net anlatabilirim.
Başlayalım.
Namık Kemal Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. M. N. M. aynı bölümden kadın akademisyen Dr. öğretim üyesi T. Ö.’ye “cinsel saldırı"da bulunuyor.
T.Ö. önce üniversite yönetimine başvuruyor, yönetim konuyu geçiştiriyor, hatta o kadar geçiştiriyor ki konu gündeme dahi gelmiyor.
Kadın akademisyen durumu kabullenmiyor, mücadele başlıyor.
Tüm görmemezliğe karşın öyle çabalıyor ki YÖK’ten yetkililer araştırma yapmak üzere üniversiteye gelmek zorunda kalıyor.
Araştırma sonucunda neyle karşılaştılarsa okuldan ayrılırken üniversite yönetimine “Bu adamı korumayın, yoksa siz de yanarsınız” diyorlar.
Yönetim bu ihtarı neyse ki ciddiye alıyor ve erkek akademisyen M.N.M hakkında disiplin soruşturması başlatılıyor, sonrasında M.N.M'nin ihraç edilmesine karar veriliyor.
Ancak nasıl ve neden oluyorsa ihraç kararı bir türlü uygulanmıyor; kimse de bunun nasıl olduğunu açıklayamıyor.
Tanık profesör mahkemede “tacizi” anlatıyor
Kadın akademisyen T.Ö. yılmıyor. “Tacizi” Tekirdağ 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne taşıyor. Hatta “cinsel taciz”den açılan dava Danıştay’ın kararıyla “cinsel saldırıya” dönüştürülüyor.
Mahkeme süreci devam ederken üniversite yönetimi, sanki hiçbir şey olmamış gibi sanık erkek akademisyene ödül gibi bir görevlendirme yapıyor. Sanık Malkara Yüksek Okulu’na müdür olarak atanıyor.
Yönetimin bu körlüğüne karşılık, Malkara’daki yurttaşlar ve belirli çevrelerden itiraz yükseliyor, tacizci akademisyen müdürlük koltuğundan hızlıca kaldırılıyor.
Davanın Nisan 2019’daki ikinci duruşmasında T.Ö.’nün tanıklarından biri olan Prof. Dr. G.V. konuşuyor ve sanık akademisyenden üniversitede başka kişilerin de rahatsız olduğunu, hatta ve hatta durumu BİMER’e ve CİMER’e bildirdiğini ancak herhangi bir sonuç alamadığını anlatıyor.
Aynı duruşmada G.V, M.N.M.’nin kendisini de taciz ettiğini söylüyor.
Klasik savunma: “Arkadaştık”
“Cinsel saldırı”dan yargılanan akademisyen M.N.M. de kendisine iftira atıldığını iddia ediyor ve "zaten şikayetçiyle arkadaş" olmakla kendini savunuyor.
Şöyle diyor:
“Ben kendisine cinsel tacizde bulunmadım. Benim eşimle aramda bir sorun yoktur. Biz bu kadınla arkadaştık. Sonra da bana böyle bir iftira attı. Suçlamaları kabul etmiyorum. Beraatımı istiyorum.”
Sanığa indirim uygulanıyor
Mahkeme, sanık akademisyen M. N. M.’ye “cinsel saldırıdan” iki yıl hapis cezası veriyor.
Sanığın, suçu, “kamu hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle ve hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle” gerçekleştirdiğinden 1/2 oranında arttırarak üç yıl hapis cezasına yükseltiliyor.
Ancak mahkeme, sanığın, “yargılama sürecindeki tutum ve davranışları” ve “cezanın geleceği üzerindeki olası etkileri lehine takdiri indirimi” uygulayarak cezayı, 2 yıl 6 ay hapis cezasına çeviriyor.
Yargının klasik "kravat indirimi" burada da karşımıza çıkıyor. Çünkü kravat takan erkek kimseyi taciz etmez, tabii canım aklına bile gelmez, değil mi?
Buna da şükür dememizi bekliyorlarsa, daha çok beklerler.
Ancak "hiç yoktan iyi" olan bir kararla akademideki erkekliği, cinsiyetçiliği pekiştiren ilk karar böylece daha da görünür oluyor.
Erkek akademisyenin “geleceği”ni düşünen mahkeme cezayı indiriyor ancak nedense “kadın akademisyenin geleceği”ni korumak konusunda kendisini hiç ama hiç sorumlu hissetmiyor.
Cinsiyetçiliği destekleyen ikinci karar
Süreç işliyor tabii.
Karar, üniversite yönetimine gönderiliyor gönderilmesine ama erkek akademisyen görevine devam ediyor, üniversiteden el çektirilmiyor.
Kadın akademisyen üniversite yönetimine “M.N.M. neden hala akademide” diye sorduğunda kendisine “erkek akademisyen üst mahkeme başvurduğu” gerekçesi ile işine devam edeceği yanıtı veriliyor.
Bunun üzerine kadın akademisyenin avukatı tekrar başvuru yapıyor ve erkek akademisyen üç ay üniversiteden uzaklaştırılıyor.
Üst mahkeme: Sesi tekrar inceleyin
Gelelim bugüne.
Yargının “cinsiyetçi” pratiği pekiştirdiği ikinci kararına. Geçen hafta üst mahkeme yerel mahkemenin verdiği hapis cezasını bozdu, M.N.M.’nin yeniden yargılanmasını istedi.
Gerekçesi de mahkemede dinlenilen M.N.M.’nin kadın akademisyen taciz ettiğini kanıtlayan ses kayıtlarının yeniden incelenmesi gerektiği.
Can güvenliğini kim koruyacak?
Şimdi üst mahkemenin bozma kararının ardından M.N.M.’nin yeniden üniversiteye döneceği bilgisi öğrenciler arasında dolaşıyor.
Üniversiteden bana ulaşan öğrenciler ve bazı akademisyenler çok endişeli olduklarını, can güvenliklerinin olmadığını söylüyor.
Haksızlar mı?
Bu erkek akademisyenin yeniden aynı suçu işlemeyeceğinin garantisi var mı?
Kadın akademisyene bir zarar verirse sorumlusu kim olacak?
Yani bir kadın akademisyen, üstelik tacize uğramış bir kadın akademisyen “Kampüste başıma ne gelecek?”, kadın öğrenciler ise “Acaba bizi de taciz eder mi?” soruları ile yeni bir öğretim yılının açılışını bekliyor. Hepsi de haklı olarak tedirgin.
Benim de merak ettiğim şu: Hadi telefon ses kayıtlarının “montaj” olduğunu düşündünüz peki mahkeme salonunda tüm tanıkların beyanları ile M.N.M’nin tacizini doğruladığını da duymadınız mı?
Telefondaki sesin de M.N.M.’ye ait olduğunu doğruladıklarını mahkeme tutanaklarında okumadınız mı?
Aynı öğretim üyesi hakkında BİMER ve CİMER’e yapılan suç duyurularını neden görmezden geliyorsunuz?
Üst mahkeme ve üniversite yönetimine sorum net:
Siz kendi çocuğunuzun “cinsel saldırı”dan yargılanan bir akademisyenden eğitim almasını ister miydiniz?
"Yargı süreci devam ediyor" diye sanık akademisyenin üniversitede olmasını ister misiniz?
O zaman imza kampanyasına…
Geçen hafta içinde, “Akademide erkek şiddetine ve eril şiddete karşı feminist, queer ve LGBTİ+ araştırmacılar ve aktivistler" imzası ile akademide cinsiyetçiliğe karşı imza kampanyası başlatıldı.
İmza kampanyasına katılanların sayısı ilk gün 122 iken yazının yazıldığı saatlerde 300’ü aştı.
Türkiye’nin birçok kurumuna göre görece daha “eşitlikçi”, “ileri”, “çağdaş”, “bilimsel”, "özgür" olması gereken ve “aydınlanmanı”n yayılacağı yerler olan kampüsler, akademi son dönemlerde şiddet ve taciz vakaları ile anılıyor.
Akademi etiğini ise hiç hatırlatmayayım.
Dünya üniversitelerinde durum
İngiltere Ulusal Öğrenci Birliği’nin 2018’in Nisan ayında yayımladığı araştırmada İngiltere’de her on öğrenciden en az dördü üniversite kadrosu tarafından tacize ya da tecavüze uğradığını beyan etti. Vakaların yüzde 60’ından fazlasında saldırgan erkekti.
İsveç Araştırma Konseyi’nin 15 Ekim 2018 tarihli raporuna göre İsveç’te tüm araştırma alanlarından lisans ve lisansüstü programlardaki öğrenciler ve üniversite çalışanları cinsel tacizle karşılaştığını beyan etti.
Avustralya’da üniversite öğrencilerinin yüzde 51’i 2016’da cinsel tacize, yüzde 6.9’u 2015 ya da 2016’da cinsel saldırıya uğradı.
Şiddetsiz ve sağlıklı yeni bir hafta dileği ile...(EMK)
Fotoğraf: Karşı Mahalle