bianet’te son yazdığım yazılarda ülkemizden ihraç edilen gıda ürünlerinde saptanan ancak insan ve çevre sağlığı için ciddi sorunlar oluşturduğu için kullanılması uzun zaman önce yasaklanmış bazı pestisitler ile ilgili sorunlara yer vermiştim.
“Kamuoyundan Gizlenen Halk Sağlığı Sorunları” başlığını taşıyan yazı dizisinin linkleri bu yazının sonunda yer alıyor.
Rusya ve Suudi Arabistan’a ihraç edilen gıda ürünlerinde pestisit kalıntıları çıkması üzerine Tarım ve Orman Bakanlığı’nın valiliklere gönderdiği resmi yazılar üzerinden meselenin ne kadar geniş çerçeveye sahip olduğunu, bakanlıkların kamu sağlığından ziyade ihracatı önemsediğini, eğer bakanlığın resmi yazılarını görmesek bu tip konuların nasıl da halktan gizlenebileceğini anlatmaya çalışmıştım.
Yazdığım yazılar hakkında okurlardan çeşitli mesajlar aldım. Mesajların büyük bir çoğunluğu kanser sorunu hakkındaydı.
Yazdığım yazılarla medyanın kanser meselesine yaklaşımındaki çok sorunlu, hatta berbat bulduğum bakış açısını güçlendirmek istemiyorum.
Medyanın kanser meselesine dair sorunlu bakış açısından özenle kaçınmaya çalışıyorum ve bunu daha önce yazdığım pek çok yazıda dile getirmiştim. Ancak bianet’teki yazı dizisinin tetiklediği sorulara yanıt vermek için bu meseleye nasıl baktığımı ayrıntılı bir şekilde dile getirmeliyim.
Öncelikle toksik kimyasal maddeler ve kansere yol açan faktörler hakkında kısa bir hatırlatma yapacağım.
Bazı kritik faktörler
Pestisitler tarımda kullanılan toksik kimyasal maddeler.
Çok sayıda pestisit insanlarda kısırlık, üreme sağlığı bozukluları, hormonal sistemde ve sinir sisteminde bozulmalar, kanser vb. gibi sağlık sorunlarına yol açıyor.
Yine çok sayıda pestisit toprakta ve sularda kimyasal kirliliğe ve doğal hayattaki canlı türleri özellikle kuşlar, uçucu böcekler ve eklembacaklılar için de yıkıcı sağlık sorunlarına yol açıyor.
Ancak bu sağlık zararlarının insanlarda açığa çıkması bazı faktörlere bağlı.
Yaş önemli bir faktör. Yaş küçüldükçe sağlık zararı oluşma riski büyüyor.
Toksik maddelerin vücuda hangi yoldan girdiği ve ne miktarda maruz kalındığı da önemli. Genellikle maruz kalınan doz arttıkça zararlı etki artış gösteriyor. Ancak bu her durumda geçerli bir kural değil. Örneğin hormonal sistemin çalışmasını bozan ve sinir sisteminin gelişimini olumsuz etkileyen pestisitler bu konuda bir istisna oluşturuyor. Bu kimyasallar çok düşük dozlarda da olumsuz etki gösterebiliyorlar. Ve bu nedenle de en büyük zararı bebek ve çocuklar görüyor.
Toksik kimyasal maddelere ne kadar süre ile maruz kalındığı da önemli. Maruz kalma süresi arttıkça sağlık zararı oluşma riski büyüyor; örneğin pestisitler söz konusu olduğunda tarım işçileri ile çiftçiler ve onların çocukları bu kimyasallara daha sık veya daha uzun süreler boyunca maruz kaldıkları için daha büyük risk altındalar.
Bazı toksik kimyasal maddeler cinsiyete bağlı olarak sağlık zararlarına yol açabiliyor.
Yoksulluk, yetersiz beslenme ve aşırı hareketsizlik de dikkate alınması gereken faktörlerdir.
Genetik yapı da dikkate alınan bir faktördür. Ama yaygın olarak inanılanın aksine önemli bir faktör olarak görülmez; çevre çok daha önemlidir ve neden önemli olduğuna biraz sonra değineceğim.
En önemli faktörler bunlardır. Ve sigara dışarıda bırakılırsa bu faktörlerin neredeyse tamamı bireysel tercih ve alışkanlıklarımızdan ziyade içinde yaşadığımız çevre ile ilgilidir.
Peki çevre meselesi medyada nasıl ele alınır ya da alınır mı?
Medyanın sorularımız üzerine düşen gölgesi
Okurlardan bana yöneltilen soruların başında gıdalardaki pestisit sorunundan kurtulmak için ne yapacağız sorusu geliyor.
Organik gıda mı alalım (paranız yetiyorsa işe yarar; peki alamayanları ne yapacağız?), gıdaları yıkayalım mı ya da kabuğunu soyalım mı (gıdanın yüzeyindeki pestisitleri biraz uzaklaştırır ama içindekiler kalır) vb. gibi sorular geliyor genellikle.
Bu sorulara bir soru ile yanıt vermek istiyorum: Neden sıklıkla bu soruları soruyoruz ya da neden böyle düşünüyoruz?
Bu düşünme tarzında medyanın büyük bir rolü var.
Medya sağlıklı beslenme ya da gıdaların yol açtığı-açabileceği sağlık zararları ile ilgili sorunların çözümünü bireysel tercih ve alışkanlıkların değiştirilmesi veya düzenlenmesi noktasından ele alıyor genellikle.
O gıdayı değil de şu gıdayı yememizin sağlığımız için daha iyi olacağı, gıda maddelerini şu şekilde değil de bu şekilde hazırladığımızda hastalıklardan korunacağımız, hangi öğünde hangi bitki yenirse ya da özütü içilirse hangi hastalığa deva olacağı vb. gibi konularla ilgili sayfa sayısı sürekli genişleyen bir listeyi sürekli ezberlemek zorundayız. Uzmanların da bu konuda epeyce sorumluluğu var ama bu başka bir yazının konusu.
Bu çok kabarık ve arada sırada da değişen listeyi akılda tutamamak zamanla bir tür suçluluk psikolojisine bile neden oluyor. Dahası aklımızın bir köşesinde yaptığımız, yapmadığımız ya da yapamadığımız şeylere dair bir başka liste de sürekli büyüyor.
Kafa karışıklığına neden olmamak için burada medyadaki yaygın söylemi ya da yaklaşımı eleştirdiğimi belirtmeliyim. Bir sağlık sorunu nedeniyle hekimler tarafından önerilen beslenme tavsiyelerine uymak gerekir elbette. Bireysel bilgimizin ve bir şeyleri yapma becerimizin gelişmesinin iyi bir şey olduğuna da şüphe yok. Ama medyada sıklıkla yapıldığı gibi meseleyi sadece bireysel noktadan kavramak, sağlığımızın nasıl da bozulduğundan söz ederken sağlığımızı bozan faillere hiç değinmemek aşırı kısmi ve nihayetinde de işe yaramaz bir çözüm önerisidir.
Kritik bir hatırlatma
Çok önemli bir bilgiyi hatırlatarak meramımı daha iyi anlatabileceğimi düşünüyorum: Tüm kanser vakalarının sadece %5-10'u genetik kusurlara bağlanabilirken, geri kalan %90-95'inin nedeni çevresel koşullardır.
Ülkeden ülkeye değişiklik olsa da kanser vakalarının %25-30’u sigara içme alışkanlığından, %30-35’i beslenme veya diyetten, %15-20’si enfeksiyon hastalıklarından ve geriye kalan %15-30 ise toksik kirlilik, hareketsizlik, alkol gibi etkenlerden kaynaklanır.
Bir başka akademik çalışmada ise tüm insan kanserlerinin sadece %7’sinin kalıtımsal olduğu, geriye kalan %93'ünün çevresel faktörlerin genlerle etkileşime girmesinden kaynaklandığı belirtilmiştir.
Dolayısıyla kanser içinde yaşadığımız çevre ile çok yakından ilişkili bir hastalıktır.
Halk sağlığı açısından bakıldığında çevre bedenimizi çepeçevre saran her şeydir.
Üzerine bastığımız toprak, soluduğumuz hava, yediğimiz gıdalar, içtiğimiz su ve bedenimizi dış dünyadan yalıtarak bir ben duygusunun oluşmasında büyük rolü olan derimizin temas ettiği her şey çevreyi oluşturur.
Hava kirliliği çoğu durumda etkilediği nüfusun fazlalığı bağlamında sigaradan daha büyük bir tehdittir. Yediğimiz gıdalar da çevre kirliliğinden etkilenir. Kirletilmiş bir çevrede yetiştirilen gıda maddelerinin bünyesinde toksik kimyasalların bulunması kaçınılmazdır. Su varlıklarının kimyasal maddelerle kirletilmesi de bu tabloya eklenebilir.
Gıda üretim tüketim süreçlerinin obezite üzerindeki etkisi de dikkate alındığında kanser hastalığının üçte ikisinin içinde yaşamak ya da yaşamak zorunda kaldığımız çevreden kaynaklandığı öne sürülebilir.
Uzak coğrafyalar ne kadar uzak
Kimyasal maddelerle kirletilmiş bir çevrede yaşamak bireysel tercih ve alışkanlıklarımızı değiştirerek üstesinden gelemeyeceğimiz bir sorundur.
Bu bağlamda bakıldığında kanserden korunmak için yapılacak en önemli şeylerden biri çevre kirliliğini önlemek için yapılan çalışmalara, eylemlere veya mücadelelere destek olmaktır.
Örneğin Kaz Dağları'nın bir avuç altın için talan edilmesini, bitki örtüsünün yok edilmesini, toprağın ve su varlıklarının toksik kimyasallarla kirletilmesini önlemek hangi gıda maddelerini yemekten kaçınır ve hangilerini yersek kanserden korunacağımıza ya da tabağımızdaki yiyecekte kanseri engelleyen hangi kimyasal maddenin olduğuna kafa yormaktan çok ama çok daha fazla hayati.
Doğal çevrenin tahribini engellemek kanserle mücadelede olumlu rol oynayacak anahtar stratejidir.
Giderek yaygınlaşan, kuralsızlaşan ve bir yağmaya dönüşen bu yıkım süreci bizden ne kadar uzak coğrafyalarda gerçekleşse de yol açtığı sorunlar masada, önümüzdeki tabağın içinde duruyor.
Kaz Dağları’nın ya da Artvin’in maden arama faaliyetleri ile daha da zenginleşecek bir avuç şirket tarafından yağmalanması ile tabağımızdaki yiyecekteki pestisitler, arsenik, kurşun ya da kadmiyum gibi kanserojen kalıntıların bolluğu arasında bire bir bağ var. Dolayısıyla o coğrafyalarda olan bitenden gözümüzü kaçıramayız.
Yiyecek ve içeceklerin toksik kimyasallarla kirletilmesi bu yıkım sürecinin en iyi göstergesi olmasına rağmen medya eliyle büyük bir ‘başarıyla’ görünmez kılınmıştır.
Sadece bireysel beslenme tercih ve alışkanlıklarımıza değer biçen, “onu yeme bunu ye” tarzı önerilerden öteye gitmeyen söylemler ne kadar akademik olsalar da birer medya gevezeliği ya da boş laf olmaktan öteye gitmeyeceklerdir.
Yazıda pestisitleri odağa koyarak bir çerçeve oluşturmuştuk. Öyleyse onlarla bitirelim: Pestisitler çevre kirliliğine yol açan binlerce toksik kimyasal maddenin bir kısmını oluşturur.
Çözüm ne diye ısrarla soranlara ise bir başlangıç noktası olarak şunu önerebilirim: Gıdalardaki pestisit (toksik kimyasal) kalıntıları sorununu çözmek için beslenme alışkanlıklarımızı olumlu etkileyecek bilgi ve becerilere erişmek, gıda üretim-tüketim sürecinde aktif rol oynayan örgüt ve inisiyatifler oluşturmak ya da böyle yapılara dâhil olmak, tarımsal üretimde agroekolojik yöntemlere ağırlık veren, çevre kirliliğini engellemek için çaba gösteren ve iklim krizi konusunda duyarlılık yaratmaya çalışan yapılara destek vermek kritik önem taşıyor. Böylece, o uzak coğrafyalar sadece kokusuyla, tadıyla ya da lezzetiyle yer alır tabağımızda belki bir gün. (BŞ/DB)
"Kamuoyundan Gizlenen Halk Sağlığı Sorunları" yazı dizini okumak için:
https://bianet.org/kadin/saglik/211406-kamuoyundan-gizlenen-halk-sagligi-sorunlari-i
https://bianet.org/kadin/bianet/211518-kullanilmasi-yasak-pestisitler-tarimda-hala-kullaniliyor