Son zamanlarda en fazla ilgi çeken, tartışma çeşitliliğinin yaşandığı ama kafaların da pek net olmadığı konuların başında SYRIZA geliyor. Bu konuda “başardı-başarmadı”, “ihanet etti-etmedi” diye bir çeşit kutuplaşma da söz konusu.
Çipras’ın kendisinin, yaptıkları anlaşmanın bir geri adım olduğunu, başarı olmadığını söylediği koşullarda “Hayır bu başarıdır, iyi bir şeydir” diyecek değilim. SYRIZA’nın attığı her adımı savunmak gibi bir derdim de yok. Öncelikli amacım, konunun doğru anlaşılıp doğru tartışılmasıdır.Yani ben, SYRIZA’yı savunmaya veya her yaptığının doğruluğunu kanıtlamaya çalışmıyorum. Önemli olan bu konuyu anlamak ve doğru tartışıp doğru yere oturtmaktır.
Süreci doğru dürüst analiz etmeden hatta anlamaya çalışmadan kestirip atmak ve “En devrimci duruş budur” demek mümkün. “Madem anlaşma yapacaktın referanduma neden gittin” diye mantık yürütmek de. Ancak süreç bütünlüklü değerlendirilecekse; tartışma, kayıp-kazanç ikilemi iktisadi hesaplarla sınırlı olmamalı; siyasal kazanımlar, halkın bilinci, AB’nin teşhiri vb. de dikkate alınmalıdır.
Bu tartışma doğru yürütülebilirse, potansiyel olarak devrim programına gerçekçi bakmaktan uygulamada gerçekçilik ve yaratıcılık meselesine kadar çeşitli açısından yararlı olacaktır. Bazen daha büyük kazanımlar için uzlaşıldığını veya kamulaştırma gibi uygulamalara ha deyince geçilemeyeceğini bilmek, tartışmanın doğru yürütülmesinin asgari koşuludur.
Devrimcilerin kapitalizme, mevcut meta ilişkilerine karşı duruşunu, “İktidara gelirim ve o günün sabahında mülkiyete el koyar her şeyi toplumsallaştırırım” sınırlılığında ele alırsak, bunun nasıl ve ne türden sonuçlar doğurduğunu Sovyet devriminde gördük. Gelişen tepkiler sonucu yeniden mülkiyet ilişkilerine yani kapitalizme dönmek zorunda kalındı. O ilk deneyim sayılır. Biz onunla elbette yetinemeyiz, onun gibi de davranamayız. Bugün, aradan geçen yaklaşık 100 yıllık sürecin ürettiği deneyimleri dikkate alan daha yaratıcı bir duruşla gelişmelere müdahale etmek mümkün.
Hangi uzlaşma, nasıl?
Mücadele, bazen zorunlu uzlaşmalar gerektirir. Bu, daha büyük kayıpları önlemek için de olabilir, soluklanıp zaman kazanıp daha büyük adımlar atmak için de. SYRİZA öyle mi yapacak göreceğiz. Ancak bir Haziran deneyimi de yaşamış olan Türkiye solu, mücadeleyi tek raunttan, tek çarpışmadan ibaret gören yaklaşımların kısırlığına düşmemelidir. Devrim yolu zorlu, inişli çıkışlı bir yolsa, pek çok aracın uyumlu biçimde kullanılmasını gerektiriyorsa; olup biteni daha kapsamlı biçimde ele almak durumundayız. Değerlendirme yaparken biçimleri değil, özleri, işlevleri kıyaslamalıyız.
Evet, halk referandumda Troyka’nın sömürü programına hayır dedi. Ama aynı halk, AB’den de Euro bölgesinden de çıkmaya hayır diyor. Hatta bu koşulla SYRIZA’yı iktidara taşıdı, alınan oy oranında bunun da rolü oldu. Belki, bu şekilde başarmak mümkün değil, bu koşullarda iktidara gelmeyi hiç denemeseydi daha iyi olurdu denebilir. Gerçekten bu şekilde başarı sağlayan hiç yok mu? Veya bu tür gelişlerin hiç mi yararı yok? Mesele burada düğümleniyor.
SYRIZA, halkın sisteme tepkisini iyi değerlendirdi
SYRIZA, beş altı ay içerisinde AB’yi sadece solda değil tüm dünya önünde, geniş yelpazede tartışılır hale getirdi. Herkes birliği sorgulamaya ve Almanya’nın sömürgeciliğini dillendirmeye başladı. Liberal, muhafazakar yazarlar dahi isyan ediyor. Hatta IMF bile Yunanistan’ın borç ödeme koşullarında kapsamlı bir rahatlama sağlanmazsa anlaşmadan çekilebileceğini açıkladı. Küreselleşmeyle beraber daha az duyar olduğumuz emperyalizm, sömürgecilik kavramları tekrar öne çıktı. Bu teşhir, büyük önem taşıyor. Bundan sonra SYRIZA’nın ne yapacağı da önemli; zaman kazanmaya çalışıp, kendisine seçimde ve referandumda oy veren kitlelerle bağını güçlendirip daha ileri amaçlar için hazırlık mı yapacak yoksa giderek sistemle bütünleşecek mi? Onu hep beraber göreceğiz. Ama sürecin başından salt seçimle iktidara geldi diye nasıl Brezilya’da Lula’yı mahkum etmeyip icraatlarına göre tavır belirlediysek, burada da öyle olmalı.
SYRIZA, seçimle elde ettiği desteği arkasına alıp daha ileri taktik hamlelerle besleyebilir, teşhiri bilinçlendirmeye çevirip ardındaki gücü daha ileri adımlar için bir basamak olarak tasarlayabilirse; parlamentodaki gücü sahadaki güçle bütünleştirebilirse, Troyka pazarlıklarına sığmayan çok şey kazanabilir.
AB tartışılmadan SYRIZA tartışılamaz
AB nedir; bir birlik midir? Birilerinin sömürgeci, diğerlerinin sömürge olduğu bir birlik olur mu? AB’ye girince ne oluyor? AB’ye giren bir ülkenin başına ilkin ne geliyor? Sanıldığının veya tanımda ifade edildiğinin aksine AB, bir birlik değildir; başat rolü Almanya’nın oynadığı, beş altı ülkeden oluşan bir merkezin diğer üye ülkeleri kendi hinterlandı gibi gördüğü bir sömürü zeminidir. Tam da bu bağlamda AB, bir ülkenin kendi başına var olabilme olanağının elinden alınması, merkez ülkeler olmadan ekonomisinin ayakta kalabilme şansının ortadan kaldırılmasıdır; hatta bu oligarşik tahakkümün altına girildikten sonra ayrılma imkanlarının da büyük oranda yitirilmesidir.
Troyka ile SYRIZA arasındaki mücadele, bir sınıflar mücadelesidir; tek boyutlu düşünülmemelidir. Halkın tepkisi doğru yönlendirilebilirse, ekonomik programın iyileştirilmesinden çok daha ileri kazanımlar mümkün olabilir. Mücadele, daha büyük kazanımları beraberinde getirebilir. Bu, erken seçimle daha güçlü halk desteği almak biçiminde olabileceği gibi alınan yoğun destekle beraber (istifa ederek veya başka biçimlerde) mücadeleyi bütünüyle sokağa taşımak biçiminde de olabilir. Nitekim İçişleri Bakanı sonbaharda erken seçime gidebileceklerini söyledi. Bu bağlamda elbette kaygılı olmak gerekiyor; ancak “boyun eğdi”, “kaybetti” biçiminde ifadeler kullanmak için acele etmemekte yarar vardır.
Değerlendirme yapmaya, SYRIZA’nın devrimci dönüşümü hedeflemediğini bu anlamda reformist bir parti olduğunu söyleyerek başladığımızda, SYRIZA’nın özgünlüğünü, dolayısıyla da süreci şu veya bu şekilde yöneterek artılar oluşturma olasılığını peşinen reddetmiş oluruz. Birincisi, SYRIZA anladığımız anlamda bir parti değil, bir cephedir; programı güncel ve sınırlıdır. İkincisi devrimci dönüşümü hedefleme ölçüsü nedir? Örneğin teşhir iyi işlenip dışarıdaki mücadele ile birleştirilebilirse, devrimci dönüşüm yolunda da ciddi mesafeler alma olasılığı yok mu? Sahip olunan halk desteği korunarak sistemi parça parça geriletmek, teşhirle beraber giderek AB’nin sonunu hazırlayacak sürecin öncüsü olmak, yabana atılır bir olasılık mıdır?
SYRIZA nedir, nasıl bir araçtır?
SYRIZA, adı parti de olsa gerçekte bir cephedir. Parti+cephe’nin cepheyi ifade eden boyutudur. Partinin alternatifi değil, tamamlayanıdır. İkisi bir arada düşünüldüğünde sistemin içine girip çıkan boyutları vardır. Benzer şekilde, reformist olmakla, reformlar için mücadele etmek aynı şey değildir. Reformist, reformları temel alandır. Bu bağlamda tartışmayı sistem içi-sistem dışı diye kutuplaştırıp yürütmek de yanılgıyı beraberinde getirebiliyor. Bu anlayışa göre Chavez ne kadar sistem dışına çıktı? Küba, yeni yönelimiyle sistem içine mi giriyor? Tekel direnişi sistem içi miydi ve yenilgiyle mi sonuçlandı? Kazanç-kayıp grafiği çizilirken daha geniş bir ölçek kullanılmalıdır.
Deneyim ve birikim zinciri donmuş, tamamlanmış bir süreç değildir. Ancak yaşanan deneyimleri, öğretici/geliştirici pratikleri özümleyip birikim hanesine katabilmek için, temel teorik tezlerin doğru kavranmış olması gerekiyor. Örneğin devrimin objektif koşullarının hazır olduğu günümüz koşullarında SYRIZA’nın çabasının sübjektif koşulları hazırlamaya hizmet ettiği söylenmez mi? Bu uzak bir olasılık mıdır?
Uluslararası deneyim aktarımının, dayanışma ve enternasyonal adımların giderek daha büyük önemler kazandığı günümüz koşullarında SYRIZA, yer yer kendilerinin de ifade ettiği gibi sadece Yunanistan için değil, tüm Avrupa için bir şanstır. Bu şansın kaybedilmemesi için azami çaba sarf edilmeli, kaybedildiğini ilan etmek içinse acele edilmemelidir. (MY/EKN)