Swing müziği ve dansları, ortaya çıktığı günlerden beri Caz müzik içerisinde önemli bir yer kaplıyor.
Özellikle New York’un Harlem bölgesinde ortaya çıkan Lindy Hop’un ve genel olarak Swing danslarının tarihi; Afrikalı-Amerikalıların özgürlük mücadelesinden toplumsal cinsiyet normlarının aşılmasına, Pamuk tarlalarındaki şarkılardan küreselleşmeye kadar pek çok farklı noktaya dokunuyor.
Fransa’nın Bordeaux kentinde bulunan ve Swing kültürünü yaşatmak amacıyla 2006 yılında kurulan Swingtime Derneği’nin kurucusu Maxim ve eğitmenlerinden Vanessa, Océane ve Alice ile geçmişten günümüze Swing tarihi ve kültürü üzerine konuştuk.

Soldan sağa: Alice, Océane, Maxim ve Vanessa
“Swing; bir yol, dalları olan ve gelişmeye devam eden bir ağaç”
Lindy Hop’un ve genel olarak Swing dans türlerinin ve müziğinin doğuşu ve gelişimi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Maxim: Swing danslarının, 20’li yıllarda doğduğunu söyleyebiliriz. Swing, Cazın sadece bir bölümünü oluşturur. Bu çok önemlidir çünkü caz, çok çeşitli bir müziktir. Bu müzik, en başından beri vardı. Sonrasında danslar, müziğe eşlik etmeye başlamıştır. Bu bağlantıyı kurabilen en popüler danslar, “Jazz Roots”, “Charleston” ve biraz daha sonra “Lindy Hop” adını verdiğimiz çiftli dans oldu. Bu da 30’lu ve 40’lı yıllarda gelişti. 80’lerde biraz gözden düştü ama sonrasında tekrar canlandı ve son yıllarda yeniden popüler hale geldi. Dünyanın pek çok yerinde gelişmeye devam ediyor.
Vanessa: Genellikle Swing dansından bahsedildiğinde, modern danslarla ilişkilendirilmediğini görürüz. Ancak ben; onu bir yol gibi, dalları olan ve gelişmeye devam eden bir ağaç gibi görüyorum. Bugün mesela “House”, “Hip Hop” gibi danslardan bahsediyoruz. Bence bu modern dansların ortaya çıkmasını sağlayan temel danslar, Swing gibi köklü danslardır. İnsanların büyük bir kısmı şunu pek bilmez ama Hip hop, Cazdan gelir. Caz ise Blues’dan gelir. Blues da Afrika’dan ve Latin Amerika’dan zorla götürülen kölelerin oluşturduğu bir müziktir ve Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) doğmuştur.
Maxim: Ama onlar, yanlarında bir kültürü de götürdüler. Bu kültür, Afrika danslarıydı. Kendilerini ifade etme imkânlarının olmadığı ülkelere vardıklarında, sahip oldukları bu kültürü yaşadıklarını ifade etmek için kullandılar. İşte bu nedenle Jazz Roots ortaya çıktı. Bu, çok şey ifade eden bir dans biçimidir çünkü o dönemde yaşadıklarını aktardıkları bir dil görevi görüyordu. Bu da kültürün bir parçasını oluşturuyordu. Ama ilginç olan şu ki, bu bir süreçti. Bu danslar, modern dansların tamamının evrimiyle çok sıkı bir bağa sahip ve insanlar bunun farkında değil. Örneğin çoğu insan, bir Hip-Hop parçası çaldığında “Ama bu Caz değil, Swing değil, bununla nasıl dans edeceğim?” diyor.
Oysa aslında ritmik yapılar, varyasyonlar aynı. İçinde biraz “Groove” (Ritim duygusu) olan biri şunu anlayabilir. Swing yapan kişiyle, Hip hop yapan kişi neredeyse aynı şeyi yapıyor.
"Dans ederken karşımızdakinin ‘iyi veya kötü’ olması önemli değil"
Swing danslarını bir özgürlük arayışı çerçevesinde ele alırsak, siz bu konuda ne söyleyebilirsiniz? Sizce bu dans aracılığıyla insanlar kendini nasıl ifade ediyor ve duygularını nasıl aktarıyor?
Maxim: Bu dansların kökeninde özgürlük vardır, yani bunlar özgürlük danslarıdır. Bu dansların sosyal bir değeri vardır. Ortaya çıktıklarında, tıpkı bu müziğin ortaya çıkışı gibi, entelektüel bir amaçla yapılmıyordu. Örneğin Ray Charles müziğini icra ederken, konser salonlarında sadece beyazlar vardı. Oysa o başta beyazlar için çalmıyordu, özgür olduğu için çalıyordu. Ama bir şekilde kendini sadece beyazların bulunduğu salonlarda buluyordu çünkü yaşamını kazanması gerekiyordu. Dolayısıyla şarkılarında sık sık şunu dile getiriyordu: “Ben burada sadece özgürlük için varım.”
İşte bu özgürlük, bizim bu müzik eşliğinde yaptığımız danslarda da doğrudan kendini gösteriyor. Mesela dans ederken karşımızdakinin “iyi olup olmadığı” hiç umurumuzda olmaz. Önemli olan, ona bir mesaj iletebilmektir. Ben kendi tarzımla dans ediyorum ama diğerinden de kendini ifade etmesini bekliyorum. Yani bu bağ tamamen özgür bir bağdır. Karşımızdakinden bir performans beklemeyiz. Karşımızdakinden ne yapması gerektiğini tamamen anlamasını da beklemeyiz. Ne zaman ki diğer kişi ruh halimizi, yaklaşımımızı anlar, o zaman karşılıklı bir iletişim doğar. İşte bu dansın zenginliği buradadır. İki kişi arasında, sadece dinledikleri müzik aracılığıyla gerçekleşen çok sade bir hayatın yansımasıdır.
Vanessa: Herkes Swing aracılığıyla kendi özgürlüğünü ifade eder, zaten Swing dansı da tam olarak özgürlüğü ifade etmek için yaratılmış bir danstır. Bence bu dans, gerçekten de toplumun aynası olan bir dans. Örneğin tarihte insanlar arasında ayrımcılığın olduğu dönemler vardı ve insanlar bu ayrımı içselleştirme biçiminde de farklıydı. Bazı dansçılar için bu yaşama biçimi, hayatta kalmak için para kazanma yoluna dönüşmüştü. Bu tür bir özgürlük, bugün, en azından Fransa’da, sahip olduğumuz özgürlükten bence tamamen farklı. Aynı şartlar altında değiliz, ama hepimiz bir özgürlük ifade ediyoruz. Swing’in bence güzel olan yanı da bu. Belki bilmiyoruz ama diyelim ki Maxim işinde çok yorulmuş olduğu için dans ediyor, ben de hayattan bıktığım için dans ediyorum. Ama her birimiz bir şey ifade ediyoruz ve işte bu, kendimi “yaşıyor” gibi hissetmemi sağlıyor.

“Kendini kaşır gibi yapılan bu hareket, aynı zamanda içinde bulundukları bu durumu da gözler önüne seriyor”
Swing dansının ilk ortaya çıktığı dönemlerde, Afrikalı-Amerikalı toplumu içindeki insanlar kendilerini nasıl ifade ediyorlardı? Irkçılığa karşı direniş, bu dans yoluyla nasıl ortaya konuyordu?
Maxim: Onlar, Afrika kıtasından zorla götürülmeye başladıkları andan itibaren, pek çok şey yaşadılar. Bunlar arasında en çok bilinen, “Les Chants de Coton”dur (Pamuk tarlalarındaki şarkılar). Zorla tarımsal üretim yaptırıldıkları sırada, “efendilerine” karşı kendilerini ifade etmenin bir yolunu buldular. Şarkılar uyduruyor, bu tür yollarla iletişim kuruyorlardı.
Etraflarında bir şeyler örgütlemeyi başardılar. Bunlar çeşitli kodlardı. Ve bu kodlar, dans aracılığıyla ifade ediliyordu. Yani, “efendileri” fark etmeden onlarla alay ediyorlardı çünkü kendi dillerinde konuşuyorlardı. Bu kodlar bazen yaptıkları bir harekette gizliydi. Bu şekilde, bu kültürü çok uzun zaman boyunca taşıdılar.
Vanessa: Onlar için özgürlük, baskıya karşı bir direniş biçimiydi. Örneğin hiç tanımadığınız bir ülkeye geldiniz, hiç bilmediğiniz bir dünyaya düştünüz, size zarar veren insanları tanımıyorsunuz. Bu tanımadığınız ülkede, tanımadığınız ortamda yine de geleneklerinizi yaşatmaya devam ediyorsunuz. Sizinle birlikte zorla buraya getirilen kardeşlerinizle iletişim kurmaya devam ediyorsunuz. Size baskı yapanlara karşı aranızda iletişim kuruyorsunuz. Bu durum, bu şekildeydi.
Mesela “Big Apple” rutininde de gözlemleyebileceğimiz Itches (Kaşınma hareketleri) aklıma geliyor. Dansta, kendini kaşır gibi yapılan bu hareket, aynı zamanda içinde bulundukları bu durumu da gözler önüne seriyor. Küçücük kulübelerde, yere uzanarak uyumak zorunda kalıyorlardı. Bu nedenle, yaşadıkları bu durumları yansıtan hareketler yarattılar. Itches tam olarak bu: “Kaşınıyorum, canım acıyor.”
Océane: Zorla yerlerinden edilen köleler, efendilerini eğlendirmek için dans etmeye zorlanıyorlardı. Hayatlarının sonuna gelmişçesine yorgun olsalar bile efendilerini eğlendirmek için dans ediyorlardı. Öte yandan, müzik aletlerine el konulmuştu. Müzik yapmak ya da dans etmek yasaktı. Ancak bu, beyazları eğlendirmek amacıyla yapılıyorsa istisna sayılıyordu. Sonrasında Savoy Ballroom’da (Savoy Balo Salonu) dans etmeye başlamaları; bedenlerinin tekrardan sahibi olmaları ve kültürlerini geri kazanmaları anlamına geliyordu.
“Bu kültürü yaymak için çaba göstermemiz gerekiyor”
Günümüzde, Swing dansların daha evrensel hale geldiğini görüyoruz. Bu küreselleşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Afrikalı-Amerikalıların özgürlük mücadelesinden doğan bu dans, günümüzde ne yöne doğru evriliyor?
Océane: Burada birçok konu iç içe geçmiş durumda çünkü Swing, farklı kültürlere yayıldı. Bugün, çok iyi dans eden Koreliler var mesela ve onların Afrikalı-Amerikalı tarihiyle doğrudan hiçbir bağları yok. Hiçbir ortak noktası olmayan kültürlerde bile Swing dansını görebiliyor olmak oldukça ilginç. Swing'den sonra ortaya çıkan danslar da onu etkiledi. Yani tarihin akışı içinde Swing’den sonra gelen bazı danslar, Swing’i etkiledi, dönüştürdü ve yenilikler kattı. Swing’in dünyaya nasıl yayıldığı ve aynı zamanda bir yandan Swing’in insanları nasıl etkilediği, diğer yandan da dış etkenlerin Swing’i nasıl dönüştürdüğü üzerine düşünmek gerekiyor. Her canlı sanat dalı gibi dans da sürekli olarak evrim geçiriyor. İşte bu da onu güzel kılan şey. Ama bence şu çok önemli. Eğer bir Swing eğitmeniyseniz, Swing’in kökenini ve tarihini bozmamaya çalışmanız gerekir. Kültürel temellere saygı göstermeli, kültürel öznelliği gasp etmekten kaçınmalı ve Swing’in tarihindeki her şeyin toz pembe olmadığını, masalsı olmadığını da kabul etmeliyiz. Bence önemli olan hem küreselleşmenin getirdiği evrimi saygıyla karşılamak hem de kökleri unutmamak. Her şeyin nereden geldiğini, bu kültürün ardındaki acıları da unutmamak gerekiyor.
Vanessa: Bir yandan Swing dansının tüm dünyaya yayılmış olmasına, bugün herkesin bu özgürleştirici dansı yapabiliyor olmasına gerçekten çok seviniyorum. Fakat, aynı zamanda buzdağının görünmeyen yüzünü de düşünüyorum. Yani çoğu zaman unutulan, yok sayılan o kültürel arka planı. Bu yüzden, bir tür “öncü” konumundaysak; bu kültürü yaymak, olan biteni anlatmak, bu dansın neden var olduğunu aktarmak için çaba göstermemiz gerekiyor. Çünkü bu çok ama çok kolay unutulabiliyor.
Maxim: Bilmek gerekir ki Swing sahnesi var oldu, gelişti ve en azından Fransa’da yaklaşık 25-30 yıl önceye dayanıyor. Bu kültürü burada ilk sahiplenen kişiler, kültürel anlamda hiçbir şey yapmadılar. Burada küçük bir eleştiri de getirmek istiyorum. Belki sadece iş yapmak, para kazanmak istiyorlardı. Her halükârda, bu yaklaşım bir süre daha devam etti. Ama artık bugünün anlayışı onları da biraz yakaladı. İnsanlar artık, önce kültürü tanımak gerektiğinin farkında. Özellikle George Floyd’un öldürülmesinin ardından bu farkındalık arttı. “Black Lives Matter” hareketiyle birlikte öyle bir farkındalık oluştu ki, artık etkinlik düzenleyenler, en azından bir nebze de olsa, Afrikalı-Amerikalı kültüründen bahsetme sorumluluğu taşıyor ve bu sayede bazıları kendilerini telafi etmeye çalışıyor.

"Roller daha çok Batı’daki salon danslarından geliyor"
Swing danslarındaki rol dağılımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Günümüzde “Follower-Leader” (Takip eden-Yönlendiren) rol ayrımı, cinsiyet temelli şekilde ilerlemiyor. Bu durum hep böyle miydi? Bu durumu dansın özgürlük felsefesi bağlamında nasıl yorumlarsınız?
Océane: Dans rollerinin cinsiyete göre atanmadığı durum aslında hiç de yeni bir şey değil. En başta da durum buydu çünkü insanlar genellikle aile içinde dans ediyordu. Erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla dans etmesi normal bir şeydi. Bu durum, özellikle Swing’in batılı ülkelerde salon dansı gibi görülmeye başlamasına kadar devam ediyordu. Yani Batı’da Swing, bir tür salon dansı olarak sunulmaya başlandı. Bu bağlamda leader rolü erkeklere, follower rolü ise kadınlara atandı. Şu anda ise iki şey birden oluyor. Bir yandan toplumsal cinsiyet kavramı yeniden sorgulanıyor, diğer yandan da Swing’in özüne, daha otantik haline dönme çabası var. Bu da doğal olarak rol dağılımının yeniden sorgulanmasına yol açıyor.
Bu konuyla ilgili son bir noktaya daha değinmek istiyorum:
Dans rolleri, aslında yüzde yüz sabit roller değildir. Leader, dansın mutlak hâkimi değildir. Follower ise sadece Leader’ın istediğini uygulayan biri değildir. Follower’ın da bir sesi, yaratıcılık hakkı ve dans üzerinde etkisi vardır.
Maxim: Ben dans etmeyi ailemde öğrendim. Evde 8 kişiydik ve buluşmalar yapıp, akşam eğlenceleri düzenlerdik. Herkes birbiriyle dans ederdi. Leader ya da follower diye bir ayrım yoktu. Ailem bana dansı bu şekilde aktardı. Zamanla bu dansların evriminde insanlar belli kalıplara girmeye başladı. “Şu kişi leader olmalı”, “Bu kişi follower olmalı” gibi kalıplara koydular insanları. Ancak aslında böyle bir zorunluluk yok. Bugün bu durum yavaş yavaş düzeliyor ve bence zaman geçtikçe bu düzelme devam edecek ve daha da yaygınlaşacak. Çünkü o özgünlük, o “kökten gelen hâl”, göz ardı edilemez. Bir noktada, daha iyi yapabilmek için köklere dönmek gerekiyor.
Bu kökler anlam açısından o kadar zengin ki, özgün olanı bırakıp rastgele işler yapmak için hiçbir neden yok.
Vanessa: Océan’ın da dediği gibi, leader ve follower rolleri aslında daha çok Batı’daki salon danslarından geliyor. Bence bu da toplumsal cinsiyet rollerine dair Batı’daki algılarla ilgili. Yani insanlar, erkeklerle kadınların birlikte dans etmesine alışkındı. Bu yüzden Swing için de aynı modeli yeniden ürettiler. Çünkü iki erkeğin birlikte dans edebileceğini anlayamıyorlardı. Sistematik olarak hep aynı kalıp ortaya çıkıyor: Kadınlar genellikle follower olmak istiyor, erkekler ise leader olmak istiyor.
Ayrıca ben dansı, bir yönüyle sohbet etmeye benzetiyorum. Sohbet ederken biri konuşur, biri dinler. Öteki cevap verir, sonra diğeri tekrar cevap verir. Bazen susarsın çünkü söyleyecek bir şeyin yoktur. Dansta da aynı şey geçerlidir. Yani sen bana bir hareket yaparsın, eğer söyleyecek bir şeyim yoksa seni dinlemeye devam ederim, senin hareketini sürdürürüz. Ama söyleyecek bir şeyim varsa, bu sefer senin beni dinlemen gerekir ve kendimi ifade eden ben olurum. Bir bakıma, “Sen bunu yaptın, ben de bunu yapıyorum; sen şimdi bunu mu yapacaksın? O zaman ben şöyle yapacağım, bakalım sen ne yapacaksın?” tarzında bir iletişim içerisinde olunuyor.
Alice: Bence insanlara mümkün olduğunca şunu göstermeliyiz:
Herhangi bir kural yok, herhangi bir norm yok. Herkes dilediği gibi dans eder,
istediği kişiyle dans eder. Yaş, köken, cinsiyet, ten rengi fark etmez.
“Tarihte 150 binden fazla insanın zorla sürgün edilip köleleştirildiği bir kentte yaşıyoruz”
Sizce günümüzde bu kültür dünyada ne kadar yaşatılıyor ve siz bu bağlamda nasıl çalışmalar yapıyorsunuz?
Maxim: Kendi adıma verebileceğim en büyük örnek, Swingtime’dır. Derneği kurduğumuzda, bu zaten çıkış noktamızdı. Bu girişimin Bordeaux kültürüne kök salması, göz ardı edilemez. Biz, tarihte 150 binden fazla insanın zorla sürgün edilip köleleştirildiği bir kentte yaşıyoruz. Bu şehirde yaşarken, bu hikâyenin kökeniyle doğrudan bağım da var çünkü ben Benin kökenliyim. Bilinmesi gerekir ki Benin, köle ticaretinde bir geçiş noktasıydı. Benin’de, “La Porte des Esclaves” (Köle Kapısı) adı verilen bir yer var. Geçmişte köleler tam da oradan yola çıkarlardı ve Avrupa’ya, ABD’ye ve özellikle Bordeaux Limanına doğru giderlerdi. Swingtime’ın anlamı da burada yatıyor. Bu bir anlam taşıyor çünkü ben, Bordeaux’nun tarihine doğrudan bağlı bir şeyin içindeyim. O bağlantı tam da burada. Bu, Swingtime ile Bordeaux arasındaki bağın anlaşılması açısından temel bir noktadır.
Bir başka anlaşılması gereken şey de şu ki Swing’in gelişimi ve dünya çapında yayılması sürecinde, Afrikalılar ve Afrikalı-Amerikalılar ile Dünya’nın geri kalanı arasında hâlâ bir eşitsizlik var. Afrika’da Swing neredeyse hiç yok. Hiç kimse bunu anlamıyor. Oysa bu bizim tarihimiz. Bence bunun arkasında bilgi eksikliği ve maliyetler var. Çünkü Swing, pahalı bir şeye dönüştü. Adeta bir salon dansına dönüştü. Özellikle de insanlar cazı entelektüalizmle özdeşleştiriyor. Oysa gerçekte böyle değil. Caz, bir halk müziğidir, cazda entelektüel hiçbir şey yoktur. Evet, bazı caz türleri karmaşıktır ama gerçekte cazın özü kesinlikle entelektüel değildir. Bu, bir sokak müziğidir. Onu entelektüel bir sanat haline getiren insanlar oldu, ama kökeni öyle değil. Bu da demek oluyor ki, caz herkesin erişebileceği bir şeydir. Eğer herkes bu işin içinde yer alabiliyorsa, neden kendimizi bu kadar zorluyoruz ki?
Bu bağlamda şunu unutmamalıyız ki herkesin bir geliri yok, herkesin bu etkinliklere katılabilecek maddi gücü yok. O yüzden örneğin daha ucuz fiyatlar belirlemek, maddi zorluk çeken toplulukların bu etkinliklere katılımını kolaylaştırmak için adımlar atılmalıdır.
Océane: Fransa ölçeğinde şunu görüyorum. Bugün, pek çok dernek ve yapı var. Organizatörler ve eğitmenler arasında, “Swing’i nasıl aktaralım ki bu, asıl kültürüyle daha bağlantılı olsun?” gibi bir fikir birliği oluşmaya başladı ve son 20-30 yılda yapılmış hataları bir kenara bırakmaya çalışıyorlar. Ben bir dans eğitmeni olarak, geçmişte Swing’in nasıl olduğunu anlatan tanıklıkları dinlemeye çalışıyorum, Swing kültürü üzerine bilgi edinmeye çalışıyorum çünkü ben de bu kültürü doğrudan öğrenmedim. Savoy’da değildim, o dönemde doğmadım. Afrikalı-Amerikalılardan öğrenmedim. Benim olmayan bir kültürü sahiplenip onunla ne istersem yapmak istemiyorum. O yüzden bilgi edinmeye, kendimi eğitmeye çalışıyorum ve derslerimde de bu kültürün tarihini yansıtan ögeler sunmaya çalışıyorum. Ayrıca bu yaklaşımıma uygun bir pedagojik yöntem geliştirmeye çalışıyorum ve yeni bir şey öğrendikçe kendi pedagojimi sürekli sorguluyorum. Amacım bu değerlere uygun ilerleyebilmek.
Vanessa: Ben kültürle tarihi birbirinden ayırmaya çalışıyorum çünkü tarih, olayların kendisidir.
Kölelik, zorla göç ettirilme, ayrımcılık, ırkçılık, kötü muamele, işkence, bunlar birer tarihi gerçek. Ama kültür, yaşayan bir şeydir. Nasıl dans ettiğimizdir, neden dans ettiğimizdir, kimlerin dans ettiği, nasıl öğrendiğimizdir.
Bence de bu dans, daha erişilebilir kılınmalı. Bazen Jardin Public’te (Halk Bahçesi) dans etkinlikleri yapıyoruz. İşte bu tür etkinlikler, insanların dansa yaklaşmasını sağlıyor. Belki hiçbir ücret ödemeden sadece bakarak başlıyorlar, ama sonrasında merak edip öğrenmeye, bu kültürün içine girmeye çalışıyorlar.
*Beni Swing kültürü ile tanıştıran ve söyleşinin her aşamasında desteğini esirgemeyen kıymetli İlnur Deren Güneş’e; söyleşi için oldukça ilgili olan ve tüm sorularımı yanıtlayan Maxim, Vanessa, Océane ve Alice’e teşekkür ederim.
(ET/HA)






