Barış ve demokrasi festivalleri ile tanınan İzmir, Dikili’de; şehir içi ulaşım hizmetini ücretsiz veren, belediye fırınında 40 kuruşa ekmek satan, sağlık kontrollerinin 1 YTL’ye yapılmasını sağlayan Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven ve on üç Belediye Meclisi üyesi hakkında; on tona kadar olan su tüketiminden para almadıkları için “görevlerini kötüye kullandıkları” gerekçesiyle açılan dava sürerken Belediye Başkanı Özgüven’le bir söyleşi yaptık.
Bize kendinizi tanıtır mısınız?
1944 yılında doğdum. Ege Üniversitesi'nden inşaat mühendisi olarak mezun oldum. 70’li yıllarda Dikili’de Kefalet Kooperatifi başkanlığı yaptıktan sonra, 1984 yılında, 12 Eylül sonrası yapılan ilk yerel seçimlerde SODEP’ten aday oldum ve belediye başkanı seçildim.
Dikili festivalleri ilk ne zaman başladı? Festivallerin amacı ve içeriğinden söz eder misiniz?
Barış ve demokrasi festivallerini düzenlemeye 1984 yılında başladık ve Dikili, 12 Eylül karanlığının o en zor dönemlerinde insanlarımızın soluk aldığı bir kent oldu.
Dört gün Dikili’de dört gün Midilli’de süren ortak festivaller düzenledik. Midilli belediyeleri Dikili’ye geldi. Dikili ve ayrıca bu yöredeki Bakırçay belediyeleri Midilli’deki belediyelerle tanıştı ve ciddi bir dostluk köprüsü oluşturduk.
Yazarlar, çizerler, karikatüristler, ülkesini seven herkes Dikili’ye demokrasi soluğu almaya geliyordu. O yıllarda festivallerin yapılmaması için uğraş gösterenler, rahatsız olanlar da oldukça fazlaydı.
Ama biz bu festivalleri yılmadan sürdürdük. Fikir festivalleri ülkemizde de dünyada da hiç unutulmayan festivaller arasında yer aldığı için bunu söyleme gereği duydum.
Çünkü bizim festivallerimiz "baldır bacak" festivalleri değildi, "güzellik" festivalleri değildi, "karpuz" festivalleri değildi, "tanıtım" festivalleri de değildi.
Yurdunu seven herkes geldi, karınca kararınca katkı koymaya çalıştı. Dünyanın çeşitli ülkelerinden de buraya insanlar geldi, Türkiye’de birçok sorunu tartıştılar, bu bakımdan da önemli, 84-94 yılları arasında devam eden festivaller...
1994 yılındaki seçimlerde tekrar belediye başkanı seçilemediniz…
On yıl sonra, 2004 yılında SHP’den aday oldum ve seçimleri kazandım. Ve kaldığımız yerden devam ettik.
Bizim kültürel ve sanatsal olarak yarattıklarımız adeta yok edilmişti. Kreş kapatılmış, belediye fırını kapatılmış, kültür evimiz kapatılmış, sağlık merkezimiz yok edilmiş, özürlüler evimiz kapatılmıştı. Bütün bunları birer birer yeniden açtık.
Size göre belediye hizmetleri nelerdir?
Belediyecilik dediğimiz zaman insanların aklına hemen; yolların temizliği, su, kanalizasyon, elektrik hizmetleri... Oysa belediyecilik bu değil.
Belediyeler; insanların doğumundan ölümüne kadar o kentteki her türlü yaşamsal sorunuyla ilgilenmek durumundadır.
Doğumundan ölümüne kadar derken, insanların sağlığı, eğitimi, işi, işsizliği ,aşı o belediyeden sorulmalı diye düşünüyorum. Bu bağlamda biz sosyal belediyeciliği ilke edindik.
Halk tarafından seçilmiş bir belediye bir yerel hükümettir, böyle algılamalıyız. O yerel hükümetin parlamentosu da belediye meclisidir. .
"Özürlüler evi"nin kapatıldığından söz ettiniz, biraz anlatır mısınız?
Biz bu küçücük belediyede onları ortak bir mekanda bir araya getirdik, dört duvar arasından kurtarıp birlikte yaşama koşulları sunduk öncelikle.
Denize götürdük, pikniğe götürdük, arkadaşlıklar kurdular, birbirlerinin isimlerini öğrendiler, konuşma bilmeyen çocuklar konuşma öğrendiler.
Bizden sonra gelen belediye başkanı, "elalemin özürlü çocuklarına ben bakamam" deyip kapattı orasını. Seçimleri kaybettiğimiz günlerde, yaptığımız başarılı çalışmalara Ankara’dan bakanlık tarafından bir ödül verilmişti. Ve yeni belediye başkanı, belediye özürlüler evini kapatma kararı aldığı gün o ödülü almaya gitmişti.
Aldı mı?
Evet aldı ve odasına koydu. Biz seçimi kazanıp tekrar geldiğimizde burada bir "özürlüler derneği" kurduk. Dernekle adeta belediyenin bir kurumu gibi birlikte çalışıyoruz ve çok mesafe katettik. Bedensel ve zihinsel özürlü çocuklarımızdan, engelli çocuklarımızdan tiyatrolar kurduk, müzik grupları kurduk. Toplum içerisinde soyutlanmadan diğer insanlarla bir arada yaşamasını biliyorlar ve bu çalışmalar devam ediyor.
Peki, kültür evinin işlevi nedir?
Orada günün bütün gazeteleri var ve insanlar gazete okumaya geliyor, oradaki kitapları ödünç alıp, okuduktan sonra geri getiriyorlar. Ayrıca okullar tiyatro yapıyorlar. Her yıl 23 Nisan’ da çocuklarımıza kendi seviyelerine uygun kitaplar dağıtıyoruz.
Bu kitapları okuyup da özetini bize getirenlere birer kitap daha veriyoruz. Bunu şunun için söylüyorum; bize özet çıkarıp da getiren çok sayıda çocuğumuz var. Yani onlara kitap okuma alışkanlığı kazandırmada önemli bir adım atmış olduğumuzu görüyorum.
Çocuklar için düzenlenen kursların tanıtım afişleri asılı caddelerde. Ne tür kurslar bunlar?
Satranç, bale, spor, yabancı dil gibi çeşitli konularda düzenlediğimiz kurslar. Yaklaşık 600 çocuğumuz var bizden kurs alan.
Belediyenizin ekmek fırını açmaktaki amacı nedir?
Piyasada ekmek 75 kuruş iken bizde 40 kuruş ve biz zarar etmiyoruz. Amacımız asla fırıncılara zarar ettirmek veya onlarla rekabet etmek değil. Bu para halkın parası ve bir hizmet kurumu olan belediyemiz zarar da etse, halka ekmek vermeye devam edecek. Bizim halkımız zaten ekmekle suyla yaşıyor. Bugün asgari yaşam standardına baktığımızda ne kadar aç olduğumuzu, aldığımız parayla ne kadar geçinemediğimizi görürüz.
Bu bakımdan ekmek fırınımızı çok önemsiyorum ve gelecek günlerde ekmek kapasitemizi arttırarak herkese yetecek sayıda ekmek çıkaracağız. Son dönemlerde bizden ekmeği ucuza alıp da 75 kuruşa satanlar belirdi, bu konuda da gerekli önlemi alacağız.
Ve siz 10 tonu aşmayan suyu bedava dağıtıyorsunuz?
Evet. Su her şeyden önce bir haktır, insan hakkıdır, bunu ben böyle kabul ediyorum. Hele hele küresel ısınmanın dünyamızı tehdit ettiği bir dönemde suyun önemi daha da artıyor.
Şimdi suyun 10 tonluk kullanımından ücret almıyoruz. Para verecek durumu olmadığını tespit ettiğimiz insanlardan da hiç ücret almıyoruz.
Bu uygulamanızdan sonra su tasarrufu sağladığınıza dair bir tespitiniz var mı?
Var tabi. İlk tespitlerimize göre, sadece 10 tona para vermeyen insanlardan 50 ton su tasarrufu yapmışız. Türkiye’de 3 bin 500 tane belediye var ve hepsi, "kullanılan 10 ton suyun parası almayacağız, 11 ton kullanılan suyun parasını alacağız " dese inanın ki, yapılacak su tasarrufuyla susuzluk çekmeyiz.
Bu nedenle hakkınızda açılan bir dava var?
Sayıştay denetçisi bizi bu konuda denetledi ve "siz su parası almamışsınız, belediye personeline yüzde 50 indirimli su vermişsiniz, su parası ödenmediği için doğan faizleri almamışsınız" diye, "görevi kötüye kullanmaktan" dava açtı.
Yasalara saygılıyız ve "her şeye rağmen biz yaparız" diye bir iddiamız yok. Yasalar diyor ki; belediyeler ürettikleri mal ve hizmetten ücret almak zorundadırlar.
Bizi halka verdiğimiz su parasıyla yargılamak yerine bu yasaların bir daha gözden geçirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu arada Melih Gökçek diyor ki; "Dikili Belediye Başkanı hukuku bilmiyor". Hukuku çok güzel biliyor ama hukuka karşı hile yapmayı bilmiyoruz.
Ben suyu bir kuruşa vermekle bedava vermek arasında bir fark göremiyorum. Bu da kanuna karşı hile yapmak demektir.
Üstelik, Dikili belediye başkanı kötü bir şey mi yapmış? Beni eğer halk seçmişse, bu suyun ücretini de belediye meclisi belirliyorsa, biz bu suyu bedava vermeye devam edeceğiz.
Buradan gelecek olan cezaya da razıyız. Mahkemeden çıkacak olan her türlü karara saygımız var. Ceza alırsam, o cezayı boynuma madalya yaparım.
Çünkü "halkına suyu bedava verdi" diye tutuklanan bir belediye başkanı tarihe geçer, biz de tarihe geçeriz. Tabi burası işin latifesi ama, Türkiye’deki gerçekler ne yazık ki çok acı.
Dikili’de şehir içi ulaşım da ücretsiz?
Evet, biz şehir içi ulaşımı da bedava yaptık, öğrencilerimizi götürüp getiriyoruz. Şehir zaten bir uçtan diğer uca 2 km, büyük paralar değil bunlar, her belediyenin rahatça yapabileceği işler. Bizim 10 trilyon liralık bütçemiz var ama, biz 20 trilyonluk jeotermal enerjiyi Dikili’ye getirdik.
Bu çok önemli, seracılık yapmak üzere yeni yatırımcılar geliyor. Bunların alt yapısını hazırladık. Sosyal belediyecilik alanında ciddi adımlar attık ve onbeş yıldan beri yaptıklarımız şimdi gündeme geldi.
Sağlık hizmetlerinizden de söz eder misiniz?
12 bin nüfuslu bir belediye olarak sağlık kuruluşumuzda her türlü tıbbi tahlili yapabiliyoruz, röntgen çekebiliyoruz, ultrason aletimiz var.
Para veremeyenlerden para almıyoruz, verenlerden de çok cüzi bir ücret alıyoruz; tıbbı tahliller 1 lira, röntgen 5 lira. İnsanlar iyileşmek için doktora para ödememeli. Bunu çok ciddi ve samimi söylüyorum.
"Ne kadar paran varsa o kadar sağlıklısın" değil, herkese eşit sağlık hizmeti sunmalıyız. Şimdi yeni hayata geçirmeye başladığımız bin 200 yataklı bir hastane projemiz var.
Bunun için yurtdışından kredi kullanacağız. 700 bin euro civarında bir yatırım olacak ve 30 yıl süreyle çalıştırdıktan sonra ülkemize kalacak. Bu sadece Dikili’nin değil, ülkenin malı olacak.
Burada çarşı yerleri, otoparklar, spor alanları, konferans salonları vb olacak. Eylül veya ekim ayında inşaata başlanacak ve bir kaç yıl içerisinde açılacak. Ama o birkaç yıl içerisinde burada bin kişinin istihdam edileceği bir alan yaratılacak.
Bunu önemsiyorum, işsizliğe de bir çözüm olarak görüyorum kendi kentimde.
Bu seneki festivalin konukları kimler olacak?
Bu yıl Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanını, Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanını ve belediye başkanlarını davet ettik. Yerel yönetimlerin barışa ve demokrasiye katkılarını tartışacağız.
Ayrıca 1 Eylül Dünya Barış gününü de burada birlikte kutlayacağız, eğer başarabilirsek. Yani Dikili bir barış kenti olmaya devam edecek.
Barış dedik; Alevi, sünni, Türk, Kürt, Laz, Ermeni bizi ilgilendirmiyor. Bizim merkezimiz insan odaklı. Yani kabesi insan olanlardanız, para olanlardan değil. O bakımdan kim gelirse gelsin başımızın üstünde yeri var.
Yaklaşan seçimlere ilişkin düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Yerel seçimlerde solun mutlak surette ortak aday çıkarması gerekir diye düşünüyorum. Bu nedenle çok iyi düşünmek zorundayız. Ortak akılda birleşmeli, parti ayrımı yapmadan ortak adayları desteklemeliyiz diye düşünüyorum. Bunlar benim bireysel düşüncelerim.(Gİ/EZÖ)