Bildiğimiz doğruları tekrarlamakta sakınca olmadığı kanısındayım. Halkın gündemini sürekli başka yerlere çeken bir kısım güç ve odaklı medyaya rağmen bu bilgilerin neden olduğu çeteci anlayışı sorgulamak gerek.
Bugün bazılarımız, Ergenekon davasıyla Türkiye’de birçok şeyin değişeceğini varsayıyor.
Nicelik anlamında evet, ancak nitelikte hiçbir şeyin değişmeyeceği görüşünü savunanlardanım. Ergenekon’da hiçbir resmi görevlinin olmaması içerdekilerin korunduğu izlenimini veriyor.
Bu koruma ve kollamaya Susurluk’ta da tanık olduk. Mehmet Ağar bunun en güzel kanıtıdır.
Topal Cinayeti ve Çete
Susurluk kazası olduğunda Ağar İzmir civarındaydı. Muhtemelen de Kuşadası’ndaydı. Çünkü Sedat Bucak, Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ ve Gonca Us İstanbul’a hareket etmeden önce bulundukları yer Kuşadası’ydı.
Ağar ve ekibi ise son anda İstanbul’a gelmekten vazgeçmişti. Ergenekon iddianamesinde geçen, Susurluk kazası sonrası Giresun’da kurmay başkanı, bir albay ve Veli Küçük'ün olduğu toplulukta Küçük'ün “Mehmet Ağar da ölecekti biliyorsun, o gün onlar oteldeydiler, aslında hep beraber gitmeleri, o kazada olmaları gerekiyordu” sözleri bu bilgiyi doğruluyor.
Ağar ile birlikte bu ekibin Kuşadası’nda olma gerekçesi ise Kuşadası’ndaki değerli ve büyük bir araziydi. Yeri konusunda farklı bilgiler olan bu araziyle Susurluk’ta kaza yapan çete üyelerinin ilgisinde vurgulanması gereken mevzu, Kumarhaneciler Kralı Ömer Lütfü Topal cinayetidir.
Bilindiği gibi Topal, 12 yıl önce 28 Temmuz 1996 gecesi Yeniköy'deki evine giderken otomobilinde kalaşnikoflarla çapraz ateşe alınarak öldürüldü.
Silahların hiçbir parmak izi olmaksızın olay yerinde bırakılması, cinayetin profesyonel kişilerce işlendiği izlenimini vermişti.
Cinayetten hemen sonra 90 trilyon liralık kumar sektörünün kendi içindeki hesaplaşma olduğu iddiaları ortaya atılmıştı.
Cinayette kullanılan silahların İstanbul ve Ankara'daki laboratuarlarda yapılan balistik incelemesinde daha önce hiçbir eylemde kullanılmadıkları ortaya çıkmıştı.
Soruşturma iç hesaplaşma yönünde devam ederken “Topal cinayetinde üç özel timcinin yer aldığı” ihbarı üzerine harekete geçen İstanbul polisi, 4 Ekim 1996 günü Özel Harekat’ta görevli polisler Ercan Ersoy, Ayhan Çarkın ve Oğuz Yorulmaz’ı gözaltına aldı.
İfadelerinde cinayetle ilgili her şeyi ayrıntılarıyla anlattıkları, bunları Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller ile dönemin İçişleri Bakanı Ağar’ın bilgisi dahilinde yaptıklarını itiraf ettikleri ileri sürüldü.
Soruşturma ve cinayetle ilgili gelişmeler bu yönde devam ederken Ağar’ın talimatıyla Emniyet Genel Müdürlüğü, üç polisin Ankara’ya gönderilmesini istedi.
Polislerin, İstanbul’a gelen Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin tarafından 6 Ekim’de Ankara’ya götürüldükleri belirtildi.
Topal cinayetinin soruşturma seyrini değiştiren bu gelişmeden sonra ortadan kaybolan üç polis, Susurluk’taki kazadan sonra Milletvekili Sedat Bucak’ın korumaları olarak ortaya çıktı.
Çiller Ailesi’ne 1 Trilyon
Cinayetten sonra soruşturma kapsamında, Topal’a ait Emperyal Şirketler Grubu'nun eski Genel Müdürü Ahmet Kara’nın polise verdiği ifadesinde rüşvet listesinde yer alan polis şeflerinden siyasi parti temsilcilerine kadar ünlü isimleri açıkladığı ortaya çıktı.
İfadesini arkasında mahkemelerde de duran Kara, düzenli rüşvet verilen kişilerin arasında Susurluk kazasında ölen Polis Şefi Hüseyin Kocadağ’ın da bulunduğunu söyledi.
Yine Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın, Sarıyer Cumhuriyet Savcılığı’na o dönem gönderdiği sürpriz tanık Hülya Ağaç’ın, Topal ile Çiller ailesine ilişkin açıklamaların olduğu ses kasedi ortaya çıkmıştı.
Ağaç’ın ANAP’lı Tevfik Diker’le yaptığı konuşmanın ses bandında Çiller ailesinin Topal’dan 1 trilyon liraya yakın para aldıkları iddia edilmişti.
Bilindiği gibi, Susurluk çetesinde yargılanan birçok isim aynı zamanda Topal cinayetinin davasında da yargılanıyordu.
Arnavut lakaplı Sami Hoştan, Aliço lakaplı Topal’ın eski Ortağı Ali Fevzi Bir, Haluk Kırcı, Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve Yaşar Öz bu isimlerden sadece bir kaçıydı.
Anlaşıldığı gibi bu isimlerin Topal’ı öldürme nedeni kumarhane gelirleriydi.
Kuşadası’nda araziye, ortadan kaldırılmış Topal ve o dönem Türkiye’de tartışılmaya başlanan kumarhanelerin yeniden yapılandırılması temelinde bakılmıştı.
Kısaca, devlet güvencesinde, sırtını yasalara dayayan çete üyelerinin asıl amacı Kuşadası’nda bir "Kuşvegas" yaratmaktı.
Kuşadası’nda inşa edecekleri otel ve kumarhanelerle kirli ilişkilerinden nemalanmaya devam edeceklerdi.
Çete üyeleri Susurluk’ta zayiat verince bu plan suya düştü.
Ergenekon, Ağar ve kuşku
Türkiye Cumhuriyet’inin son çeyrek yüzyılına damgasını vuran isim hiç kuşkusuz itiraf ettiği bin karanlık operasyonuyla Ağar’dır.
Devletin Adalet ve İçişleri Bakanlığı dahil önemli birçok kademesinde görev yapan Ağar’ın bugün Ergenekon kapsamında soruşturma dışında bırakılması, korunduğu izlenimini yaratıyor.
Bugün Ergenekon kapsamında tutuklanan ve ifadeleri alınıp serbest bırakılan bazı isimlerle, başta Küçük olmak üzere birçok devlet görevlisiyle geçmişte aynı amaç ve çıkar doğrultusunda aynı fotoğrafta yer almalarına rağmen Mehmet Ağar’ın dava dışında tutulması ister istemez bu kuşkuyu güçlendiriyor.
Zira Susurluk davasında, Topal cinayetinde de aynı koruma ve kollama devam etti.
Bugüne kadar devlet içindeki çetelerle mücadelede yargı, hiçbir zaman vicdanları rahatlatan bir soruşturma gerçekleştirmedi.
Eğer aydınlık bir Türkiye özlemini hala dipdiri taşıyorsak, bunun yolu Ağar ve benzeri kişilerin ilişkileri, işlevleri ve yaptıkları vicdanlara yakışır bir şekilde aydınlatılması gerekmektedir.
Bunca suça ve işlenmiş cinayete rağmen hala bu isimlerin kollanması ve korunması, devlet içinde Ergenekon ve Susurluk anlayışının devam ettiği izlenimini veriyor.
Deşifre olmuş, bilgi ve ilişkilerini çıkarları doğrultusunda kullandıkları iddiasıyla emekli kontrgerilla üyelerini ve bunlara bağlı ulusalcı-darbeci-faşist kişileri yargılamak ve cezalandırmak, ne devletin masumiyetini ne de yargının bağımsızlığını ispatlayacaktır.
Kirli ilişkilere bulaşmış, mafyalaşmış devlet görevlilerinin halka hesap verdiği, bu hesaplaşmada hakemlik görevini yürütecek yargı da cesur, bağımsız ve vicdani olduğu zaman ancak demokrasiden, adaletten, güvenden ve huzurdan söz edebileceğiz.
Aksi takdirde derinlerde aranan yüzeydeki buz dağının varlığı her zaman yerini koruyacaktır. (FA/EZÖ)
* Faruk Arhan, Gazeteci