İnsan doğaya doğru düş(e) görsün... Düşe görse bu düş(üş)ü...
Orada;
Hiçbir şey yok.
Orada;
Zaman ve mekân kentteki gibi kesintili olmayıp "dünya çok büyük, zaman çok geniş"tir.
Orası;
Hiçbir şeyin olmadığı yerdir.
Orası;
Suçluluk duygusu içindeki erkeğin sığındığı yerdir.
Orası;
Suçluluk duyması gerekenlerin suçluluk duymamasından dolayı kadının sığındığı tek yerdir.
Orada;
Kadın ve erkek bir başlangıcı ve bir sonu yokmuşçasına herkesten ve her şeyden kaçıp birbirlerini gözetleyerek, anlamlandırarak, görünür kılarak var etmeye çalışır yeniden.
"Koleksiyoncu" ve "Oyun" gibi belgesellere imza attıktan sonra Mithat Esmer'in öyküsünden yola çıkarak çektiği ilk uzun metrajlı film olan "11' e 10 Kala" ile Türkiye sinemasında adı anılmaya başlanan ve doludizgin yol alan Pelin Esmer son filmi "Gözetleme Kulesi" ile en diptekilerden olan iki insanın, kesintili bir zaman ve mekândan alıp doğanın içinde ruhlarını ve bedenlerini gözetleyerek iyileştirmek isteyen bir erkek ve bir kadının öyküsünü anlatır. Bu kadının adı Seher'dir. Bu erkeğin adı Nihat'tır.
Pelin Esmer'in yazıp yönettiği filmde Nilay Erdönmez (Seher), Olgun Şimşek (Nihat), Menderes Samancılar (Patron), Laçin Ceylan (Anne), Rıza Akın (Baba) gibi oyuncular oynar.
Mekân Kastamonu Tosya'dır.
Her şey Nihat'ın şehirlerarası otobüs hattıyla Tosya'ya orman bekçiliği yapmak için gelmesiyle başlar. Nihat, Seher'in hosteslik yaptığı otobüs ile Tosya'ya gelir. Bu Seher ile Nihat'ın yollarının ilk kesişme anıdır. Nihat ormandaki iki katlı eski bir gözetleme kulesine yerleşir. En dipteyken en yükseğe gelir. Orada, aşağıda, en dipsizde bulunan halleri gözetler.
Nihat yalnızdır. Yalnızlığını tek başına yaşamaya çalışsa da telsizden gelen seslerle, o seslerin sorularıyla paylaşmak zorunda kalır.
Kimselerin ve hiçbir şeyin olmadığı bu ormanda, bu dağın başında, bu gözetleme kulesinde Nihat suskundur... Nihat dertlidir... Nihat içlidir... Nihat'ın o suskun dili ölülerin dilidir. Bir şeyler yaralamıştır onu. Kabuk bağlamasını beklediği yarasını bilemeyiz. Çünkü o "dipsizgöl"dür de ondan.
Seher ise Bolu'da üniversitede edebiyat okur. "Emniyetli yer"dir diye dayısının evinde kalmıştır. Bir yandan da otobüslerde hosteslik yapar. O da suskundur... O da dertlidir... O da içlidir Nihat gibi...
Nihat unutmak ister yaşadıklarını/suçunu. Unutmak ister ama unutamaz. Unuttukça başa döner. Başa dönmeler oluverir unuttukları. Belki de bundan sonra kalan yaşamı böyle yuvarlanıp gidecektir doğanın bağrında, gözetleme kulesinin orasında.
Ya Seher?.. O da unutmak ister. O da unutmak ister bir gece ansızın "emniyet içinde kaldığı yer"de yaşadıklarını, o yaşadıklarını kimselerin duymayışını. Ama o hem unutmak hem de kaybolmak ister.
Bir insan neden hem unutmak hem de kaybolmak ister ki? Yeniden bulmak için mi? Hem kendi hayatından kaybettiklerini hem de sahip olmadıklarını yeniden bulmak için mi?
Bu iki suskun, bu iki dertli, bu iki içli ve içi sır dolu insanın yolları bir gün kesişir ve saklamaya çalıştıkları sırları yavaş yavaş ortaya çıkar. Bu kesişen ve birleşen yollarda birçok şey daha da bir büyümüştür.
Film, Nihat ile Seher'in yaşadıkları ve sonrasında yaşayacakları üzerinden ilerler noktalanmadan.
Karadeniz'in puslu ve sisli dağları, binbir sesi içinde barındıran ormanları, gri gökyüzü sinematografik olarak görsel zenginlikler sunar.
Pelin Esmer bir başı ve bir sonu olmayan üç noktalı filminde doğanın orta yerindeki gözetleme kulesinin orasında bize insanın temel meselelerinden olan suç, suçluluk, vicdan, utanç, emniyet gibi meseleleri sorgulatır.
Gözetlemek kadar gözetlenmek de mi korkutur insanı? İnsanın gözetlenmeden önceki suçluluk duygusuyla, gözetlenmeye başlandığı andaki suçluluk duygusu arasında fark var mıdır?
Birilerinin duymadığı, kabullenmediği, kabullenmek istemediği suçluluk duygusunu bir başkası suçu yokken neden duyar ve kabullenir ki? Seher neden saklanması imkânsız olan "suç"u Nihat ile saklamaya çalışır? Peki, Nihat Seher'in "suç"una sahip çıkarak kendi "suç"unu mu unutmak ister? Seher için çekip gitmek, kaçmak kaybolmak, bir daha olmamak varken neden Nihat ile gözetleme kulesinde kalır? Yoksa her ikisi de kendi hayatından kaybettiklerini yeniden bulmak ve tamamlamak için mi birbirlerini gözetleyip birbirlerine sahip çıkar?
Beklenilmeyen anlar vardır bir de... O beklenilmeyen anlarda bir "güç" gelip üç noktayı koymak ister devamı gelecekmişçesine...
Filmin en önemli sahnesidir... Seher ve Nihat'ın birbirlerinin hikâyeleriyle yüzleşecekleri andır... Seher yolunu değiştirip gitmek ister. Kamera gözümüz ve ayağımız olup Nihat'ı ve Seher'i takip eder ormanın içinde peşi sıra. Seher burada, ormanın en derinliklerinde "bir şeyler" söyler. Hiçbir şey değil, sadece "bir şeyler" söyler. Bir şeyler söyler ve yolunu değiştireceği an gök çığlık atarcasına gürler ve yıldırım düşer. İşte beklenmeyen an bu andır. Bu an bir durma ve dinlenme anıdır. Bu gök gürlemesi ve yıldırım bu yolun bir son olmadığını, yolun ne olursa olsun her koşulda bulunabileceğini gösterir. Yeter ki insan gitmek istesin.
Gözetleme kulesinin içinde üç kişi... Biri kadın, biri erkek, biri de bebek... Suç kimin? Kadının mı? Erkeğin mi? Bebeğin mi? Yoksa bir dördüncünün mü? Cevap vermek zorundan olan biziz. (KT/YY)