Öykülerini keyifle okuduğum Hıdır Murat Doğan’ın, 28 kısa öyküden oluşan öykü kitabı “Daniska” Klaros Yayınları’ndan çıktı. Kitabı temin eder etmez okumaya başladım.
Yazarın daha önceki eserlerinde yer alan mizahi unsurlara ulaşmak için acele etmeye başladım. Yazar, eserin hemen girişinde “Bağırmayacaktın Anton! Artık ağzının yerini biliyorum.” repliğiyle karşılayıp birazdan gelecek trajikomik bir hikâyeye bizi hazırlıyor. Öyle de oluyor.
İlk öyküyle birlikte sitemvârî bir girişle esere dalıyorum. “Siz sustunuz. Hem de hepiniz.” sözlerini melankolik bulsam da eserin sonuna geldiğimde yazara katılmaya başlıyorum.
Yazar, öncelikle topraklarından göçü betimleyip bir süre sonra kendinden kopuşla birlikte bir susma ve kimliksiz kalma üzerinden bir karakter çiziyor. Kitap boyunca devam eden birinci tekil anlatımlı monologlar, bütün öyküyü tek bir karaktere indirgiyor. Karakterlerin isimleri ve mekânlar değişse de değişmeyen iç döküm cümleleri bir yerden sonra sizi kitaba bağlamaya başlıyor. Eserin sonlarına doğru ise karakteri unutup kendinizi düşünmeye başlıyorsunuz. Anlatılanların sadece karakterin başına gelmediğini anladığınızda sürüklendiğiniz bu derin yalnızlığı fark edip uyanmaya başlıyorsunuz. Anlatılanların yavaş yavaş sizin yalnızlığınız olduğunu anlıyorsunuz.
Hıdır Murat Doğan’ın diğer eserlerinde de ustalıkla işlediği bu tarz, esasında hepimizin hikâyesini kendi üzerinde anlatarak günah keçisi olarak kendini kurban ettiğini gösteriyor. Yer yer kendini suçladığı cümlelerde, aslında vicdanı olan her okur gibi koca bir toplumun resmini çektiğini ve en önde sırıtanın bizzat biz olduğumuzu gizlice anlatıyor.
“Ben piçim.” dediği öyküde, piçin kimler olduğunu artık hepimiz biliyoruz.
Bana beğendiğim yazarları neden beğendiğim sorulduğunda, mutlaka ikna edici cevaplar verip onların özgün yanlarını fark ettiğimi söylerim. Bu soru Hıdır Murat için sorulduğunda aklıma ilk gelen, “Kendisiyle dalga geçebilecek kadar kendine güvenen bir yazarın monologlarını okuma keyfidir.” diyebilirim.
Büyük usta Vedat Türkali’ye, Orhan Pamuk’un Nobel’i alması üzerine sorulan bir soruda, esasında Pamuk’un bu ödülü hak etmediği imasıyla Orhan Pamuk hakkında olumsuz birkaç cümleyi manşetlere taşıma hevesiyle cevap bekleyenlere Vedat Türkali şöyle yanıt verir: “Orhan Pamuk, okunurken keyif veren bir yazar.” Kaynak sormayın burada; kaynak, bizzat dinlediğim bir büyüğümdür.
Bunun Hıdır Murat Doğan ile ne alakası var derseniz, şunu açmakta fayda görürüm: Edebiyat, bir yerde keyif de verebilmelidir. Yazarımız burada tam da bunu yapıyor.
Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok ve Biraz Ormanda Saklanacağım adlı eserlerinde de çokça gördüğümüz bu “keyif verebilme” yeteneği, Doğan’ın bu eserinde azalsa da devam etmektedir. Sadece bu özellik bile tek başına yazarı yetenekli kılmaktadır. Diğer eserlerinde çokça şey anlatma isteğini, eserin adından da anlaşılacağı üzere uzun tutarken; bu eserde tek bir sözcükle yetinerek anlatma isteğinin azaldığını görebiliyoruz.
Burayı da açıklayan yazar bakın bize ne diyor: “İnsanlar ya konuşuyor ya da unutuyor.”
Daniska’yı birkaç tema üzerinden değerlendirirsek, ilk başlayacağımız durak “susma” olacaktır. Yazar burada susmuş ve susturulmuştur. Defalarca bıçaklanan bir mağdur gibi susturulmuştur. Konuşup yazması, bağırıp feryat etmesi, sesine yankı araması esasında hâlâ cevapsızdır.
Bu yazı, bu anlamda bir yankı olma umuduyla sesi duyanların vicdanını kurtarmak amacıyla yazılmaktadır. Çünkü yazara borcu olanlar borcunu ödememiştir; çünkü kargosu kapının önüne atılıp gidilmiştir; çünkü yayınevleri yazdıklarını okumayıp otomatik mesajlarla olumsuz dönmektedir; çünkü, çünkü, çünkü...
Eser boyunca devam eden bu “çünküler” ile yazar neden sustuğunu ve susturulduğunu farklı şekillerde anlatmaktadır.
Edebiyatımızın temel taşları olan eserleri yazan Oğuz Atay, Yusuf Atılgan vb. birçok yazarla aynı kaderi yaşayacağını bilerek yazmaktadır. Birisi “Beni anlamak zorundasınız.” derken diğeri alıp başını köyüne gitmekte ve orada çiftçilikle uğraşmaktadır.
Sözün özü, edebiyat dünyasına katkıları çok olan bu isimlerin bir yerden sonra susmaya başlamaları, örgütlü kötülüğün ve cehaletin başardığının da kanıtıdır. İşte bu yüzden bizler, en azından değerli ve yetenekli olanları susmaya değil, daha çok konuşmaya davet etmeliyiz. Davetim, Hıdır Murat Doğan özelinde susmak zorunda bırakılanlaradır.
“Roman puanla kazanır, öykü ise nakavt etmek zorundadır.” diyen Julio Cortázar’a selam göndererek şunu da eklemek isterim: Hıdır Murat Doğan’ın öyküleri nakavt etmiyor ama iyi dövüyor ve kalıcı hasar bırakıyor. Okuru sarsan bu aforizmavari kroşeleri, ana fikri deşifre etmesi açısından olumsuz bir yön taşısa da bu sözlerin gücü karşısında onları tek tek aşağıya alarak hatırlatmak istiyorum.
“Korku, Doğu’da kullanılan ortak para birimi” koca bir coğrafyayı bir cümleyle özetliyor.
“Bazen bir kelime daha söylemek, bir litre daha kan kaybetmek gibi geliyor” neden sustuğunu son bir benzetmeyle dile getiriyor.
“Yanlış formülden doğru sonuç beklemek” diyerek örgütlü ahmaklara selam gönderiyor.
“Bazı ihanetler unutmamakla değil, yok saymakla örtülür” diyerek iyi görünenleri ve iyi gün dostlarının taktığı maskeleri deşifre ediyor.
“Kırıldığınızı anlatamıyorsanız, kırmakla cezalandırılmışsınızdır” diyerek kendini anlatmanın bile soykırıma uğradığını anlatıyor.
“Hep haklıysanız, kimsenin gerçeğine dokunmuyorsunuz” herkesle iyi olanların tiksindiren ruhlarından uzak durmak istediğini beyan ediyor.
“Buralarda cinayet soğuk değil, sıcaktır. Sıcaktır çünkü herkes bir şeyler pişirir. Herkesin katkısı vardır” topyekûn bir toplumun nasıl örgütlü hareket eden bir kötülük güruhuna dönüştüğünü bağırıyor.
“Her şey yolundaymış gibi yapmaktan yorgunum” diyerek bu çağın insanı olmaktan utandığını tekrarlıyor.
“Bazı şeyler camide değil, sokağın tam ortasında hallolur” devrimci bir karşı koyuşun adresini gösteriyor.
Bir karakterin getirildiği son noktayı anlattığı “Sessizlik Yemini” adlı öyküdeki karakter, derin bir çukura bakmaktadır. Bu çukur bir süre sonra karakterin iç dünyasıyla bağlantı kurmaya başlar. Burada da Nietzsche’nin
“Bir kuyunun içine uzun süre bakarsanız, o da sizin içinize bakar” sözüne selam gönderiyor.
İyi eserlerin, diğer büyük eserlerden izler taşıdığını söylemek gerekiyor. Bunun doğru anlaşılması gerekiyor. İyi bir eser, onu oluşturan yazarın geniş bir dünyadan beslendiğini gösteren izler taşıması ve bunları başka bir formla yeniden kurgulaması demektir. Çünkü iyi eser okumayan insanların nitelikli yapıtlar üretemeyeceğine dair farklı bir düşüncem var.
Yazarımız Hıdır Murat Doğan, geniş bir yelpazeden okumalar yaptığını gösteren entelektüel heybesi, bu anlamda öykülerdeki metaforların dökümü açısından da açıktır.
Örnek vermek gerekirse “Sayfanın Arkası” adlı öyküde Emrah Serbes’in “Üst Kattaki Terörist” adlı öyküsünü okumuş birisi olarak kaleme aldığını ve buradan temayı genişlettiğini söyleyebiliriz. Kötü yazarlar başkalarını taklit ederken, iyi yazarlar yazılmış olanların kıyısından geçerek tuzağa düşmeden kalemini başka bir yöne çevirebilir.
Bütün bunların ötesinde, yazar için bu eser bir kendini tamamlama ihtiyacından doğan bir zorunluluk olarak kaleme alınmış hissi veriyor. Eser boyunca her öyküye sirayet eden kimlik, göç, sessizlik, kadın, yalnızlık ve öteki kavramları adeta yazarı kendisiyle bir hesaplaşmaya götürmektedir. Yazar en çok kendini suçlamaktadır ve
“Zeki Müren’i Ben Öldürdüm.” diyecek kadar cinayeti üstlenmektedir. Okura düşen sorumluluk, bu yükü paylaşma cesaretidir. Yazar son paragrafta yazdığını ama kimsenin okumadığını, esasında yazdıklarının bir intihar girişimi olduğunu dile getiriyor.
Ölmenin bile cesaret gerektirdiği bu coğrafyada Hıdır Murat Doğan, defalarca cesaretinin kırıldığını anlatıyor. Zarar görenlerin hep iyiler olduğunu görüyor. Cesareti en çok buradan kırılıyor. Kimliğinden defalarca bıçaklanıyor. Olduğu yer beğenilmemiş ve başka bir sıfatla kimliği yeniden inşa edilmiştir.
Her otorite ona yeni bir kimlik hazırlamaktadır. Bu yeni kimliğe de hızlı uyum sağlayıp itaati istenmiştir. Vurulmalar o kadar fazla ki artık karakterimiz politik bir tercih olarak “Oblomov”a dönüşmeye başlıyor.
Bu bilinçli bir tercih değil, siyasi otoritenin bireyi sürüklediği bir dehlizdir. Hıdır Murat Doğan, bu dehlizden bağırıyor ve ekliyor:
“Ben bir piçim. Cesur biri değilim.”




