*Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde 2019'da kaya mezarının içerisinde Süryanice iki kitabe bulundu. Fotoğraf: AA
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO) 2007 yılında yayınladığı "Tehlike Altındaki Diller Atlası"na göre dünya çapında 2 bin 500 civarında dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. UNESCO'nun söz konusu dil atlasında, binlerce yıllık geçmişe sahip Süryanice dili de "kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan diller" arasında gösterildi.
Bir dili kaybetmek, o dili konuşan toplumun ölümü ve o dildeki tüm repertuvarın yok olması demektir. Crystal'ın ifade ettiği gibi insanlığın tüm birikiminin bir parçası olan diller, aynı zamanda bir tarih deposudur. (1) Üstelik dil, düşünme yetisinin bir aracı ve o dili konuşan bireyin ait olduğu etnik grupla ilişkisini düzenleyen bir köprü işlevi görür. Sartre'nın ifadesi ile "düşünme dilde başlar." Ne var ki, bir dili konuşanlar hayatta olsalar bile o dil kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. Bu durum, "dilsel soykırım" olarak da ifade edilir. (2) Süryanice, bu dillerden biri olarak görülmektedir.
Seyfo travması*
Süryanice dili, 1915 soykırımının korkunç felaketiyle büyük bir yok oluşa sürüklenmiştir. Çünkü yüzbinlerce Süryani kadın, erkek, çocuk, yaşlı ve genç erkek vahşice katledildi; Suriye'ye, Kafkasya'ya, Lübnan'a, İran'a ve Irak'a sürüldüler, tecavüze uğradılar, "İslamlaştırıldılar", mallarına el konuldu, kiliseleri ateşe verildi, yıkıldı. Kilisenin, Süryanice dilindeki iki bin yıllık arşivi ve kayıtları yakılıp yok edildi. (3) Böylece, Süryanilerin 'kolektif hafıza'sında tüyler ürpertici bir tahribat yaratılmış oldu.
Bu travma ayrıca, Süryani kimliğinde ve sosyal yapısında bir kırılmaya neden olmuştur. Soykırımın cinsiyet temelli olması sebebiyle, kadın ve erkekler farklı muamele görmüştür. Bu durumun Süryani kadın ve erkeğin toplumsal rollerinde ve cinsellik alanında ne tür bir köklü değişime yol açtığı bilinmemektedir. Ne var ki, Süryanilerin sosyal ilişkiler ağı, toplumun değer yargıları, kimliklerinin bir parçası olarak gördükleri toplumsal hafızadaki rolleri ve statüleri kırılmıştır. Evler, ibadethaneler, köyler, kasaba ve Süryani yerleşim yerleri viraneye çevrilmiştir. Süryani halkı, yerleşik toplum olmaktan çıkarılmış, korku ve endişenin hakim olduğu güvencesiz ve korumasız bir "göç toplumu" olmaya zorlanmıştır. Yüzyılların edebiyat, kültür, felsefe, tarih ve litürji alanına ilişkin birikimi soykırım sırası ve sonrasında buharlaştırılmış ve çoraklaştırılmıştır. (4) Entelektüel birikim, tuzla buz edilmiştir.
Cumhuriyet Dönemi
Osmanlı istatistiklerine göre 1897 yılında Süryanilere ait olan okul sayısı şu şekildedir: 49 İptidadiye (İlkokul), 5 Rüştiye (Ortaokul) ve 1 İdadiye (lise). (5) 1913-1914 öğretim yılında ise Osmanlı vilayetleri ve livalarında gayrimüslim halklara ait 2500 okul bulunmaktaydı. Bu okullardan 29'u ise Süryani halkına aitti. Soykırım, bütün kütüphaneleri yaktığı gibi mevcut okulların da kapatılmasına neden oldu.
Nasıl ki Osmanlı Millet Sistemi Müslümanların "üstünlüğünün" ön kabulüne dayanıyorduysa, Türkiye Cumhuriyeti de "Türkleştirme" ve "Müslümanlaştırma" ayakları üzerinde duran bir kuruluş felsefesine yaslanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, Süryanilerin Lozan Antlaşmasının gayrimüslim azınlık halklara tanıdığı haklardan faydalanmasına izin vermedi. Esas olarak, "Lozan'da din esasına dayalı bir ayrıma gidilmedi. Sadece gayrimüslim ölçütü getirildi. Eğer böyle bir ayrım kabul edilseydi Alevilerin de azınlık olarak kabul edilmesi gerekirdi." (6) Türk ulus-devleti, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile beraber "azınlıkları görünmez kılma ve Türkleştirme" (7) siyaseti izledi. Azınlık mensubu olarak Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler kabul edilse de Süryaniler, hukuk dışı bir sınırlamaya tabi tutularak Lozan'a dayanan haklardan faydalandırılmadılar. Zira ulus-devlet kurgusundan yola çıkan ve İttihatçıların ardılları olan Mustafa Kemal ve Cumhuriyet kadroları, kendisinden olanı kucaklayıp farklılıkları ötekileştiren, asimile eden ve üzerlerinde baskı rejimi kuran bir zihniyetin temsilcisiydiler.
İsmet İnönü, 1926 yılında Türk Ocakları 2. Kurultayı'nda, "Türk ekseriyetinde diğer unsurların hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz, Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız" şeklinde konuşur.
Yukarı Mezopotamya'da Seyfo sonucu Süryaniler (Nasturiler), zaten dağlara kaçmak zorunda kalmışlardı. Bir yanda İngilizler öte yanda Kemalist Cumhuriyet arasında sıkışıp kalmış Nasturiler (1924), iki gücün de Musul'u elde etmek için ortaya koydukları entrikalara maruz kaldılar.
Nasturiler ise Musul üzerinden kurulan zulüm mekanizması (8) arasında sıkışmış vaziyette kendisine yönelen saldırıları püskürtmek için bedenlerini siper ederek öz savunma yapmak zorunda kaldılar. Türk devleti ise bu duruma planlı olarak "isyan" diyerek, soykırım sonrası dağlardan kendi yerleşim alanlarına dönmeye çalışan Nasturileri yeniden kovmak ve üzerlerine saldırmak için bir "gerekçe" olarak lanse etmiştir. Nitekim, Albay Reşat Hallı kitabında "... Olay bendenize kanlı yaşlar döktürmekle beraber Nasturilerin tedibi ve topraklarından atılmaları için hükümetimize gerçek bir sebep vermiş bulunmaktadır" (9), diye not düşmüştür. Nasturileri yerinden yurdundan eden ve hunharca katleden bu talihsiz olayın neden bir "isyan" olarak anılmasında 'fayda' görüldüğünü Albay Reşat Hallı çok net bir şekilde itiraf etmektedir.
Süryani dilinin öğretildiği okullar kapatıldı
Aynı zihniyetle 1920-1927 yılları arasında İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemelerde Cumhuriyet'e muhalif olduklarından "şüphelenilen" herkes tutuklandı ve yargılandı. Birçoğu sudan sonsuz gerekçelerle sürgüne, cezaevine, çalışma kamplarına ve infazlara gönderildi. Şeyh Sait İsyanı'na katıldığından şüphelenilen (10) ve birçoğunun neden yargılandıklarını dahi bilmedikleri sayısız Süryani İstiklal Mahkemeleri'nde yargılandı. Elazığ Buğday Meydanı'nda idam edilen Süryanilerin bazıları Elazığ Meryem Ana Süryani Kilisesi'nin bahçesine defnedilmiştir.
Bu anlayış çerçevesinde, Süryaniler "öteki", "yabancı", "güvenlik sorunu" ve "tehlikeli" olarak Türk kolektif hafızasına kodlanmıştır ve izlenen bu politikalardan öncelikle Süryani dilinin öğretildiği okullar nasibini almış ve kapatılmıştır.
1799 yılında tedrisata başlayan Mardin Kırklar Kilisesi Süryani Okulu, Osmanlı döneminde yüksek dereceli okullar seviyesinde resmi bir okul niteliğine sahiptir. (11) Halen Kırklar Kilisesi'nde sergilenmekte olan okula ait diplomada şu derslerin kaydı bulunmaktadır: Coğrafya, Hesap, Cebir, Usul defteri, Mühendislik, Eşyaların İlmi, Tabii Hikmet ve Kimya, Sağlığın Korunması, Medeni ve Ahlaki Bilgiler, Resim ve Güzel Yazma, Beden Eğitimi, Yabancı Dil, Tarih, Din Bilgisi, Makamlar, Süryanice Dilbilgisi, Süryanice Okuma ve İmla, Osmanlıca Dilbilgisi, Osmanlıca Okuma ve İmla, Arapça Dilbilgisi, Arapça Okuma ve İmla. (12)
Bu derece nitelikli eğitim veren Mardin Kırklar Kilisesi Süryani Okulu başta olmak üzere bütün Süryani okulları, Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924) gerekçe gösterilerek 1928 yılında kapatılmıştır. (13) Yüksek derecede eğitim veren bu Süryani okulları arasında Diyarbakır Süryani Kadim Mektebi de yer almaktadır. Hâkim dil olan Türkçe dışındaki bütün dilleri bastırmayı ve diğer dillerin (azınlıklar ve Süryani okulları) öğretimini engellemeyi ve yasaklamayı amaçlayan bu yasa halen yürürlüktedir. Lakin Süryanicenin öğretilmesinin yasaklanmasından sonra 90 yıl boyunca bir daha Süryanilere okul açma izni verilmedi.
14 Haziran 1934'te yürürlüğe giren ve sadece nüfus ve göçle ilgili gibi görünen İskan Kanunu, aynı zamanda dilsel olarak tek tip bir toplum yaratmayı amaçlıyordu. İskan Kanunu, genel anlamda Türkiye'de yaşayan halkı 3 kategoriye ayırmaktadır:
"1) Türk etnisinden olan ve Türkçe konuşanlar, 2) Türkçe konuşmamakla beraber Türk kültüründen olanlar (Arnavut, Tatar, Çerkez vs.), 3) Türkçe konuşmayan ve aynı zamanda Türk kültürü içinde yer almayanlar." (14) Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya yasanın Meclis'te görüşüldüğü esnada bu hedefi çok açık bir şekilde dile getirmektedir: "Bu kanun, tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket yapacaktır." (15) 2510 Sayılı İskan Kanunu bu nedenle, yasalarla desteklenen en önemli dil asimilasyon uygulamalarından biridir.
Türk devleti, soykırım sonrası geri kalan "kılıç artık"larını asimile etmek ve şiddet politikalarıyla Türkleştirmek amacıyla kuruluşundan itibaren farklı uygulamaları sürekli sahneye koymaktadır. Örneğin 1934 Soyadı Kanunu, etnik açıdan Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan halkları "Türklük potası" altında asimile etmeyi hedeflemektedir. Soyadı olarak seçilmesi gereken kelimelerin Türkçe olması zorunluluğu getirmektedir. Soyadı Kanunu, daha sonra binlerce yıllık yer, köy, mezra, kasaba isimlerinin de Türkçeleştirmeye dönüşmüştür. Bu temelde, hem Süryanice üzerinde baskılar daha da yoğunlaştırılmış hem de bütün Süryani köy ve kasabaların adları değiştirilmiş ve Türkçeleştirilmiştir. Bu minvalde Süryaniler artık Şabo, Denho gibi Süryani isimleri almaktan men edilmiştir.
Süryanicenin "içeriden" problemi
Yüzyıllardır kilise ve manastırlarda bir eğitim ve öğretim dili olarak okutulan Süryanice, klasik yazı (Kthobonoyo) diye tabir edilen bir kilise dilidir. Ruhban ve diyakon (Şemmas) olanların okuyup anlayabildikleri "Kilise dili", Süryani halkı tarafından okunup yazılamamaktadır. Lakin Süryanice dil eğitimi tarih boyunca "Hristiyan din eğitimi" doğrultusunda uygulanmıştır. Bu nedenle kilise ve manastırlar, Süryaniler için "Madraşto" denilen eğitim merkezleri haline gelmiştir. Kilise ve manastırlardaki dil öğretiminin temel amacı ise Süryani çocuklarının Kilisenin devamlılığı için Süryanice metinlerin yer aldığı kilise litürjisini anlama, konuşma ve yazma becerilerini kazandırmaktır. (16)
Ancak Süryani halkının, örneğin Midyat ve köylerinde ve Suriye'de konuştuğu bir halk dili (Turoyo) vardır. Bu dil, halkın günlük yaşantısında iletişim kurduğu, anlaştığı ve içinde bir tarih yüklü olan bir konuşma dilidir. Zira Süryani halkı, kilise dilini anlamamaktadır ve okuyamamaktadır. Süryani kilisesi de yüzyıllardır Süryaniceyi halka öğretmekte ve eğitmekte atıl kalmıştır. Süryanilik bilincini güçlendirmek, giderek Süryanicenin hem yazı hem de konuşma dili olarak yaygınlaştırılması için kilise kendi önüne böyle bir hedef koymamıştır.
Üstelik kaynaklara göre Cumhuriyet'in Latin alfabesine geçtiği dönemde, Hindistan seyahatinde bulunan Patrik III. İlyas Şakir, "Süryanilerin bütün yazışmalarını yeni harflerle yapmalarını isteyen bir telgraf çekmiştir." (17) Kemalist paradigmayı hiçbir zaman kavrayamayan Patrik, böylelikle Süryanicenin kilise yaşamından da uzaklaştırılmasına imza attığının ve böyle bir kültürü gelenekselleştirdiğinin farkında değildir. Çünkü bunu müteakiben Süryaniler, kilise litürjisine Türkçeyi sokmuşlar, ayinde okunan ilahi ve duaların bir kısmını Türkçeleştirmişlerdir.
Süryaniceye vurulan kelepçe
Türk ulus-devleti, Süryanilerin anayurdu olan Türkiye'de uyguladığı Türkleştirme politikaları nedeniyle, Süryaniler Türkçe konuşmaya zorlanmıştır. Bu nedenle kilise ve manastırlarındaki bütün okullar kapatılmıştır. Uygulanan çeşitli politikalar neticesinde Süryaniler göçe zorlanmıştır. Bu göçler Süryani toplumunun geleneksel konumunda köklü değişikliklere sebebiyet vermiştir. Gidenlerin yerine gelip yerleşen Kürtlerin zamanla çoğunluk oluşturmaları nedeniyle Süryaniler kendi dillerini konuşamaz duruma gelmiş, yerine Kürtçe konuşmaya başlamıştır. Kürtçenin çoğalması ile Süryanicenin azalması bu bağlamda paralel yürümüştür. Süryani okulları kapatıldığı gibi Süryanice kitap ve gazeteler de yasaklanmıştır.
19 Ekim 1983 tarihli, 2982 Sayılı Yasa'da şöyle yazmaktadır: "3. Madde: Türk vatandaşlarının ana dili Türkçedir... (A ve B Bent'lerinde)... Türkçeden başka dillerin ana dili olarak kullanılmasına ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulunmak yasaktır." (18) Ülke yasalarına göre ise 90 yıldır okul açamayan Süryaniler, çocuklarına Süryanice dilini (kilisede bazen gizlice verilen çok kısıtlı kursların dışında) öğretememiştir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti, Süryanice anadilini bilmeyen, konuşamayan kuşakların yaratılmasının başlıca müsebbibidir.
Süryaniler, Cumhuriyet kadroları tarafından her zaman bir "güvenlik sorunu" olarak görülmüştür. 1978 yılında CHP'li Başbakan Bülent Ecevit Hükümeti döneminde, papaz adaylarına Süryanice öğreten Deyrul Zafaran Manastırı "ayrılıkçı" ve "yasadışı'' olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştı. Bu bakış, genelde gayrimüslim toplumlara "milliyetçi" ve "ayrılıkçı" bakış açısı ile örtüşmektedir. Toplum mühendisliğine yaslanan bu siyaset tarzı, ulus-devletin homojen ve türdeş bir Türk toplumu yaratma amacıyla uyguladığı endoktrinasyonun tek dile dayanan bir eğitim politikasının köşe taşıdır.
Süryanice, her dönem bir tehdit altında kalmış, yasaklar ve çıkarılan özel kanunlarla Süryani halkının kendi dilini konuşmasının önüne duvar örülmüştür. Süryaniceye karşı ortaya konan yüzyıllık bu uygulamalar, Süryanicenin "dil kırımı"na tesir eden en önemli etkenlerdir.
***
1 Crystal, D. (2015). Dillerin Katli. (Çev.). Gökhan Cansız. 3. Baskı. İstanbul: Profil Yayıncılık.
2 Skutnabb-Kangas, T. (2000). Genocide in Education – or Worldwide Diversity and Human Rights? (Eğitimde Soykırım- veya Dünya Genelinde Çeşitlilik ve İnsan Hakları?) Mahwah, New Jersey: Lawrence Erlbaum.
3 Örneğin Siirt, Cizre, Urfa, Humus, Adıyaman, Mardin ve Midyat bölgelerinde bulunan yığınlarca kütüphane ve arşiv yakılmıştır.
4 Gaunt, D. (2007). Katliamlar, Direniş, Koruyucular: I. Dünya Savaşında Doğu Anadolu'da Müslüman-Hristiyan İlişkileri, Belge Yayınları, İstanbul.
5 Eryılmaz, B. (1996). Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, Risale Yayınları, İstanbul.
6 Oran, B. (2018). Etnik ve Dinsel Azınlıklar, Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye. Literatür Yayınları, İstanbul.
7 A.g.e.
8 Beth-Şawoce, Jan & Bar Abraham, Abdulmesih. Cumhuriyet Tarihi Boyunca- Doğu ve Batı Asurlara Karşı Baskı, Zulüm, Asimile, Kovulma.
9 Hallı, Albay Reşat. (1972). Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı.
10 Erdoğan, Haşim (2013), 20. Yüzyılın İlk Yarısında Türkiye'deki Süryaniler, yayınlanmamış Doktora Tezi Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı, s. 119-121, 176.
11 Akyüz, Horiepiskopos Gabriel. (2005). Tüm Yönleriyle Süryaniler, Mardin.
12 Atalay, T. (2005). Lozan Antlaşması Öncesi ve Sonrasında Süryani Eğitim Kurumları, Kamu Hukuku Arşivi.
13 Oran, B. (2018). Etnik ve Dinsel Azınlıklar, Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye. Literatür Yayınları, İstanbul.
14 Sadoğlu, H. (2010). Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi.
15 A.g.e. s.287.
16 Atalay, T. (2005). Günümüz Süryani Kilise ve Manastırlarında Din Eğitimi, Dinî Araştırmalar, Cilt: 8, s.23, ss.39-68
17 Sertoğlu, Midhat. (1974). Süryani Türklerinin Siyasi ve İçtimai Tarihi, Baha Matbaası, İstanbul,1974, 81- 82.
18 Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu, Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu, 2004.
*Süryaniler, 1915 Soykırımı'nı Seyfo diye adlandırırlar. Bu, Süryanice'de ''Kılıç'', ''Kılıç Yılı'' anlamında kullanılır.
Bir Yüzyıl, Bir Rejim ve Anadili/ Dosya
(FK/AÖ)