*Görsel: Süryani Derneği
Mevlana Celaleddin-i Rumî bundan yediyüz elli yıl önce bir gazelinde Süryaniceyi “kulmaşit” kelimesi üzerinden anlaşılmaz bir dil olarak betimlemişti. Ama Mevlana’dan altı asır sonra anadili Süryanice olan birisi dünyaya gelmiş ve onun dilini, düşüncesini, sanatını da çok iyi anlamıştı.
Öyle iyi anlamıştı ki onun altı defterlik Mesnevi’sindeki hikayeleri şerh etmişti, hem de onun o çok hoşlandığı kalender bir bakış ve kişilikle. Bu kişi modern dönemin ilk doğu bilimci ve Mevlana uzmanlarından Edward Browne gibi bir İngiliz ya da bir Fransız oryantalist yahut kendisinin ‘Latin Medeniyeti’ adını verdiği manifestosunda eleştirdiği Anglesakson bir Erward değildi tabiî. O bu coğrafyanın kadim halklarından, yerli sahiplerinden ve bu toprakların özbeöz evlatlarından olan bir Edward’tı, Edward Joseph.
Edward Joseph 1903 yılında Kirmanşah’ta Hıristiyan/Protestan bir ailede dünyaya gelmişti. Kirmanşah Eyalet Sarayında mütercimlik yaptığı için Mütercimü’l-Sultan lakabını almış babası Berahim Joseph bir Ermeni annesi ise bir Süryani kadınıydı. Kirmanşah’taki Alyans İsrailit Yahudi Okulu’nda başlamıştı ilk eğitimine.
Bu okulların, Kerend, Kasr-ı Şirin ve Kengaver gibi Yahudi nüfusa sahip diğer Kürt şehirlerinde de şubeleri vardı ve eğitim dilleri de Fransızcaydı. Joseph’in Fransızcayla macerası bu okullarda başlayacaktı. Ama o babasının dili Ermeniceyi, annesinin dili Süryaniceyi de gayet akıcı konuşabiliyordu.
Okuduğu okuldaki zorunlu dillerden olan İbraniceyi, şehrin dili olan Kürtçeyi, ülkenin dili olan Farsçayı, coğrafyanın dili olan Arapçayı, dünya dili olan İngilizceyi ve dahi batı dillerinden Almanca ve İtalyancayı da zamanla öğrenecekti. Kirmanşah’taki bu okul ülkedeki diğer şubeleri gibi, 1931 yılında Rıza Han’ın modernleşme hareketi kapsamında ‘Milli Birlik Mekteplerine’ dönüştürüldüğünde Joseph çoktan mezun olmuş ve İngiliz sermayesiyle kurulmuş Osmanlı Bankası’nın Kirmanşah şubesinde genç bir memur olarak işe başlamıştı.
Bu arada Kermanşahlı keman virtüözü Rükneddin Muhtari’den aldığı keman dersleriyle de müzik kariyerine ilk adımlarını atıyordu. Kısa bir sürede iyi bir müzisyene dönüşen genç Joseph, aynı zamanda profosyonel bir bankacı olarak buluvermişti kendisini. 1928 yılında Tahran’a davet edilecekti. Çünkü İran Milli Bankası’nın kuruluşunda aktif rol oynaması istenmişti ondan. Tahran’a nakl-i mekan ettiğinde İran müziğinin duayenlerinden Abul-Hasan Saba ile tanışmış, kemanla birlikte piyano eğitimine de başlamıştı.
O dönemde Tahran'da yaşayan Avrupalı müzisyenlerle iletişim kurma fırsatı bulmuştu Joseph ve bankacılıkta olduğu kadar müzikte de kendini geliştirmeye devam etmişti. Öyle ki kısa bir süre sonra klasik batı müziğini tanıtmak amacıyla Tahran Filarmoni Derneğini kuracaktı. Bu arada bankacılık kariyeri de hız kesmeden devam ediyordu.
Maliye Bakanlığı’nda muhasebe müdürü olarak çalışırken Keşaverzi Bankası’nın üst düzey müffettişliğini yapıyordu. 1952 yılında kurulan Bank-ı Saderat’ın Yönetim Kurulu Başkanı ve ilk CEO’su olarak bankacılık kariyerinin zirvesine oturduğu gün, antikacılar çarşısından aldığı yüzüğün üzerindeki asalet, hız ve istikametin sembolü olan şaha kalkmış iki kanatlı at resmini bu bankanın logosu olarak önermişti İranlı meslektaşlarına.
İranlı elitler önerilen bu logoyu çok beğenmiş ve yüzükteki bu kabartmayı Erdeşir-i Papekan’ın mührüne benzetecek kadar eskiye götürmeyi tercih etmiştiler. Lakin İranlı bu elitler o kabartmanın Asur kralı II. Sargon’un sarayındaki kanatlı boğa rölyefinden esinlenerek çizildiğine ihtimal verememiştiler o gün. Joseph’te üstelememişti onların ne düşündüğünü zaten. Uzun yıllar bu bankanın yönetiminde bulunmuştu. Emekliliğe ayrılmadan önce İran Ulusal Sigortası’nın başına geçmişti. Bankacılık kariyerini bu görevle sonlandıracaktı.
İslam Devrimi’nden sonra soluğu Amerika’da alsa da toprağından, doğup büyüdüğü yerlerden bir türlü kopamamıştı. Ocak 1993’te Kaliforniya’nın Los Angeles şehrinde son bulan hayatına bu toprakların ihtiyacı olan daha pek çok şey sığdıracaktı. Tecrübeli bir bankacı olmanın yanı sıra, iyi bir müzisyen, usta bir hattat, deneyimli bir antikacı ve koleksiyoner olmuştu o güne kadar. Bankacılıkta olduğu gibi sanat, kültür ve edebiyat alanında pek çok başarılı işe atmıştı.
İran’ın en köklü neşriyatlarından ‘Büngah-ı Tercüme ve Neşr-i Kitap’ yayınevini kuran kişiydi Joseph. Bu yayınevinin bastırdığı ilk kitap da Joseph’in Balzac’tan çevirdiği ‘Goriot Baba’ romanıydı ve bu tercüme eseri, Joseph’in Balzac’tan yaptığı diğer tercümesi, ‘Otuzundaki Kadın’ kitabı izlemişti. Lakin Joseph’in kendinden geriye bıraktığı en önemli kültürel miras gençliğinden itibaren ilgi duyduğu Mevlana’nın Mesnevilerinde geçen hikâyelere yaptığı şerhlerdi.
Onun Mesihi öğretiden beslenen mistik dünyasında, Mevlana’nın ayrı bir yeri vardı. O bu mistik vadiye teorik olarak aileden gelen, “insanın kendini tanıma” disipliniyle ayak basmış ve ölene kadar da Mevlana’nın pratik dünyasında şekillenmiş olan bu vadide kalmayı tercih etmişti. Onun Mevlana ile kurduğu bu ayrılmaz bağ, Mevlana araştırmalarında çok faydalı eserler bırakmasına vesile olacaktı. Bu vadideki ilk eseri Tutiyan (Papağanlar) adlı kitabıydı.
Mesnevi’deki sembolik ve alegorik hikâyelerin en güzel örneklerinden olan ‘Papağan ile Hindistan’a mal satmaya giden tüccar’ın serüvenini tasavvufi bakış açısıyla şerh eden Joseph, hikâyenin tasvirinden bağımsız tasavvufi düşüncenin derinliklerine inmiş, analizleriyle birlikte kendi tasavvufi yaklaşımlarını da genişçe açıklamıştı. Bu kitabı Nehçirân (Avcılar) adını verdiği Mesnevi’nin diğer hikâyeleri takip edecekti.
Tasavvuf düşüncesinde avcı metaforu, genellikle ‘nefs, ruh, akıl, arif, âşık’ gibi manaları ifade etmek üzere kullanılmıştı. Joseph’de bu ifadelere sadık kalarak Mesnevi şerh geleneğini hikâyeler üzerinden devam ettirmişti. Onun hikâyeler üzerinden şerhe yönelmesi, tasavvufi imgelerin halk tarafından daha rahat kullanılabilir hale gelmesine yardımcı oluyordu. Bu kitabında Mesnevi’de şiirsel anlatılan ‘Aslan ile Tavşan’ ‘Aslan İle Kuyudaki düşman’ hikâyeleri üzerine odaklanmış Joseph, beytilerdeki sözcük ve terimlerin anlamlarıyla birlikte hikâyede geçen ayet ve hadisleri de bir bir açıklamıştı.
Son derece akıcı ve beliğ bir dille şerh ettiği bu hikâyeler ve yayınlandığı dönemde bayağı ses getiren toplam üç yüz yetmiş yedi sayfalık bu çalışmasına İran’ın en önemli Mevlana uzmanlarından Bediüzzaman Füruzanfer’de geniş bir önsözle katkıda bulunmuştu. Bu alandaki üçüncü eseri iki ciltlik Haft Bend-i Nay (Neyin Yedi Boğumu) adını taşıyordu. Nay kelimesiyle Mevlana’nın Neynâmesi’ne göndermede bulunan Joseph, bu kitapta Mesnevi’deki ‘Hüthüt, Ham Âşık, Aldatan Musikî ve Sağır Adam’ gibi didaktik hikâyelere odaklanacaktı. Olay örgüsünde Süleyman ile Hüthüt’ün olduğu hikâyenin asıl konusu kaza ve kaderle ilgiliydi ama Joseph bu hususta da zengin bir literatür okuması yaparak hikâyenin başka yönlerini de ortaya koyacaktı.
Yol ehli ile dostluğun mükemmelliğini anlatan, dostuna ‘sen bendensin ben senden’ diyen hikâyelerden olan Ham Âşık’ta enaniyet/bencillik felsefesini irdelemişti Joseph. Kendisiyle yolculuğa çıktığı eşeğini bir gecelik ziyafet uğruna satmayı düşünen gezgin bir sufinin hikayesinin anlatıldığı Aldatan Musiki’de Joseph, tıpkı Mevlana gibi sahte sufilerin, riyakar kişiliklerin maskesini düşürecekti. Mevlana’nın kendisine ait ender hikâyelerden olup Mesnevi’de rivayet edilmiş Sağır Adam hikâyesinde ise komşusunu ziyarete giden temiz yürekli sağır adamın durumunu, güman ve kıyas metoduna sarılan toplum ya da bireylerin karakteristik normlarıyla açıklamayı tercih etmişti.
Joseph’in ikiyüz on altı sayfalık diğer şerh kitabı ise Pil u Engür (Fil ile Üzüm) adını taşıyordu. Los Angeles’ta kaleme aldığı bu eserinde Mesnevi’de yer alan körler ve fil hikâyesine Süryanice’deki “ܦܪܘܿܫܘܼܬܐ / farkındalık” temelli yaklaşan Joseph, bu hikâyeyi şerh ederken “ruhun da bir ruhunun olduğu” düşüncesini Mevlana’dan ödünç alarak kullanmıştı. Fars’ın engür Arab’ın ineb, Türk’ün üzüm Rum’un istafil diyerek üzerinde kavga ettikleri hikâyeyi ise kendi çok kimlikli kişiliğiyle şerh ederken, tarifsiz bir hazza ulaştığını okuyucusuna hissettirmiş, anlamsızmış gibi görünen bu kavganın ne kadar da derin anlamlar taşıdığını ‘gönüldaşlık dildaşlıktan iyidir’ metaforuyla fark etmişti.
Joseph Mesnevi şerhleri dışında Kral Midas ya da Asur kaynaklarındaki adıyla Muşkili Mita ile Nizami Gencevi ve son olarak da İranlı kadın şair Pervin İtisami’nin hayatı ve düşünceleri üzerine araştırma kitapları da kaleme almıştı. Araya bu çalışmalar girmezse belki Mesnevi’nin altıncı defterine eşit olsun diye altıncı bir şerh çalışması daha yapacaktı Joseph. Çünkü o altı defterlik Mesnevi şerhlerinde bir defter eksik kalmıştı. Ama o defter de Joseph’in, şair Nedim’in bir beytinde geçen, ‘Defter-keş-i maâyib-i nâs olmayan’ (insanların ayıplarını deftere çekmeyen)özelliği ve Mevlana’nın “ey kardeşim sen büsbütün düşünceden ibaretsin, geri kalan ne varsa etsin, köksün, kemiksin!” sözleriyle aslında kendi hikâyesi şeklinde çoktan yazılmıştı. (VB/RT)