İzlenme rekoru kıran Survivor programında ünlüler ve gönüllülerden oluşan takımlar yarışıyor.
Ankara’da yaşanan patlamanın acısı hala yüreklerde. Sırada İstanbul’un olduğunu söylemişlerdi, dün de İstiklal Caddesi’nde masum insanları katlettiler. Daha öncekilerde olduğu gibi kaybedilen canların hikâyesi medya kanalıyla bir bir dökülüyor önümüze. Aynı daha öncekilerde olduğu gibi. İnsanlar ekran karşısında sergilenen vahşeti, gözyaşları içinde ekrana mıhlanmışçasına izliyor.
Ankara’da gerçekleşen patlamanın ardından Atv, Kanal D, Fox, Show Tv gibi kanallarda her hafta merakla takip edilen diziler yayınlanıyordu. Ankara’daki olaya ilişkin herhangi bir alt yazı dahi yoktu. Acun Ilıcalı’nın sahibi olduğu Tv8 kanalında ise izlenme rekorları kıran[1] Survivor isimli yarışma programı vardı.
Dünya gündemini değiştiren bir patlama Ankara’nın göbeğinde gerçekleşirken Türkiye’de televizyon izleyicisi Survivor’la hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Adeta ıssız bir adada Türkiye kendi gerçekliğini yaşıyordu. Bir grup insanın yaşam mücadelelerini, ilişkilerini, dedikodularını, özel hayatlarını ekran karşısında koltuğumuza kurulmuş, büyük bir iştahla izliyorduk. Oysa aynı sıralarda Ankara’da evlerine ulaşmaya çalışan, otobüs bekleyen, çocuğuyla gezen, çalışan insanlar büyük bir dram yaşıyordu.
Yenişafak Yazarı Abdülkadir Selvi, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit teröre alışmamız gerektiğini söylüyor. Yani her an her yerde patlama olabilir, ‘teröre alışın’ diyor. Olayın gerçekleştiği 13 Mart Pazar günü rayting birincisi olarak günü kapatan Survivor’la mı acaba teröre karşı savaşacak, direnç gösterecektik? Bir yanda teröre alışmak diğer yanda her birimizin birer ‘Survivor’ olup hayatta kalmaya çalışması. Hangisi gerçek? Hangisi sanal? Fransız düşünür Jean Baudrillard çağımızın temel hastalığını; gerçeğin üretimi ve yeniden üretimi olarak tanımlar.[2] Baudrillard’ın izinden giderek Survivor programını gerçeğin bir simülarkı olarak değerlendirmek mümkün. Hırs, başarı, kazanma isteği, hayatta kalma mücadelesi, ekip ruhu, ıssız bir adada sevdiklerinden uzakta yaşam mücadelesi. Hepsi birbirini tamamlayan ve gerçek hayattan izler taşıyan, ancak gerçek olmayan seyirlik sanal ortamlar. Günümüzde gerçek artık minyatür hücreler, matrisler, bellekler ve komut modelleri tarafından üretilmektedir, bu sayede gerçeğin sonsuz sayıda yeniden üretimi mümkün olmaktadır. [3]
Kimse Daniel Defoe'nun romanındaki Robinson Crusoe değil ya da eskiden çocukların birbirlerine sıklıkla sorduğu ‘ıssız adada kalsan yanına ne alırdın?’ sorusu belki artık akla bile gelmiyor. Ancak içinde tanınmış simaların da olduğu bir grup insanın ıssız adada neler yaptığı büyük merakla izleniyor. Ankara’da onlarca insanın yaşamını yitirdiği bir olayda televizyon izleyicisi umarsızca Survivor programıyla kendini avutmaya devam ediyor.
Patlamaları Baudrillard’ın aynı Körfez Savaşı’nda söz ettiği gibi ekran karşısında izleyip, televizyonu rahatlıkla kapatabiliriz. Yani hiç olmamış gibi düşünebiliriz. Baudrillard, Körfez Savaşı’nda hepimizin televizyonların karşısında sanal bir savaş izlediğini, savaşın bize, televizyonlar üstünden, bütün anlamından soyutlanmış olarak taşındığını belirtir. ‘’Acısı, tozu, dumanı yoktu. İzlenen, eğlencelik bir şeydi Körfez Savaşı." [4] Televizyonu açtığımızda oradaydı kapattığımızda ise yoktu. Ankara’daki patlamaları da bu kapsamda değerlendirebiliriz.
Teröre alışmayacağız!
Son söz olarak Abdülkadir Selvi gibi hükümetin kanaat önderleri Gramsci’nin tanımıyla ‘organik aydınları’[5] ise durumu normalleştirmeye çalışıyor, teröre alışmamız gerektiğini öğütlüyorlar. Gramsci egemen sınıfın fikir ve görüşlerinin topluma yayılmasında organik aydınların önemli bir yeri olduğunu savunur. Organik aydınlar; din görevlileri, öğretmenler, kitle iletişim alanında çalışanlardan oluşur. Egemen sınıfın fikirlerini gündelik dil aracılığıyla topluma yayarlar. Bu nedenle egemen sınıfın görüşleri toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenip sağduyu gibi algılanmaya başlar.[6] Peş peşe yaşanan terör olayları ve ardından Yargıtay Başkanı’nın, Yenişafak Yazarı Abdülkadir Selvi’nin ve televizyon ekranlarına konuk olan terör uzmanlarının ‘teröre alışmakla’ ilgili sözleri Gramsci’yi anımsatıyor. Terör iktidar politikaları sebebiyle olağanlaştırılmaya çalışılıyor.
Türkiye’nin ilk kadın savaş muhabiri Şerif Turgut’un sözleri ise çok çarpıcı. “Tepki verin, hesap sorun. Aman ha kanıksamayın. Ölürsünüz, sevdiklerinizi öldürürler.” (EK/HK)