Suruç artık genç enternasyonallerin gözleriyle anılacak. Oyuncaklarla, kahkahalarla ve umuda yürüyüşlerle.
Suruç’ta şiddetin sınırsızlığını gördük. Acımazsızca patlatılan bombanın yaktığı-yıktığı, insanlıktı.
Fakat daha genel boyutlarda bakalım. Ortadoğu’da hemen her gün benzer türden patlamalar oluyor ve insanlar ölüyor. Yıllardır Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da olan budur. Pakistan, Afganistan benzer türden eylemlere tanık olduğumuz ülkeler.
Demek ki, genel olarak şiddet ve özel olarak da şiddetin sınır/kural tanımazlığı ile karşı karşıyayız.
IŞİD’in uyguladığı bıçakla boğaz keserek cezalandırma/infaz görüntüleri hafızalardadır. Tarihi eserlerin, heykellerin bombalanması da…
Nasıl bir düşünce ve ruh halidir bu?
Barbarlık desen, evet barbarlık; vahşet desen, evet vahşet.
Kelimeler bu ve benzeri şiddet türlerinin vahametini anlatmaya yetmiyor. O yüzden olmalı; insanlık, şiddetin bir türü olan savaş yasa ve gelenekleri üzerinde çok durmuş. İnsan hakları hukukundan önce insancıl hukuk oluşmuş.
Savaşlarda, biliyoruz milyonlarca insan ölüyor. Ama yasaklanmış hareketler, silahlar da var. Söz gelimi 12 Ağustos 1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi’nin dördünün de 3. maddesi yasak hareketleri sayar. İşkence yapamazsınız esir aldıklarınıza; keyfi bir biçimde öldüremezsiniz, rehin alamazsınız gibi…
Savaş yasa ve geleneklerine uygun hareket eden, üniforma giyen, silahlarını açıkta taşıyan, başlarında komutan ya da sorumluları olan ve belirli bir alanda otorite tesis etmiş silahlı gruplar, “savaşan taraf” sayılırlar Cenevre Sözleşmelerine göre…
Savaş yasa ve gelenekleri arasında Suruç’ta olduğu gibi, sivil insanların katledilmesi yoktur. Siviller ister tek tek isterse bu olayda olduğu gibi kitlesel olarak silahlı grupların hedefi yapılamaz.
Biz ne gördük Suruç’ta? Elbette katliam. Ama umuda yoğunlaştıralım ilgimizi. Üniversiteli gençler, anneler, babalar, arkadaş ve kardeşler, bize “yapma” eylemini tanıttılar. Arkadaşları, yoldaşları ya da sempati ile baktıkları çeşitli milliyetlerden arkadaşlarının, dostlarının savundukları sokaklarda, meydanlarda, evlerde “inşa(yapma)” eyleminde bulunmak için Suruç’taydılar. Kobane’yi, Kobaneli çocukları kucaklamak için oraya gittiler. Savaşmak için değil bu defa, onarmak için.
Bence gençlerin gülen gözlerine bakalım. Aklımızda bu umut kalmalı. Onların gülen gözleri gelsin aklımıza. Gazetelerin sahifelerinde, sosyal medyada gülen gözlerini gördüğümüz fotoğraflar dolaşsın.
Gençler, Rojava’nın, Kobane’nin, Suruç’un gözleri oldular.
Tehlikeyi görmüşlerdi. Savuşturdular Kobane direnişiyle. İnşa için yola çıktılar. Sanıyorum, çok şey anlattılar.
Devlet, yükümlülüklerini yerine getirmedi Suruç’ta.
Nedir devlet yükümlülükleri? İlki ihlal etmeme yükümlülüğüdür. AİHM “negatif yükümlülük” diyor buna. Kamu görevlileri ya da onlarla birlikte hareket edenler ihlal etmeyecekler; öldürmeyecekler, katliam yapmayacaklar. İkinci tür yükümlülük de, önlem alma yükümlülüğüdür. AİHM buna da ” pozitif yükümlülük” diyor. Önlem alma yükümlülüğü, sonuç yükümlülüğü değil kuşkusuz. Ama bu konuda etkin, yeterli çaba gösterilmesi gerekiyor. Suruç katliamı henüz sıcak ve devletin çeşitli birimlerinin sorumlulukları araştırılması gereken bir konu.
“Nasıl olur, devlet nasıl böyle bir katliamda yer alır?” demeyin. Devlet bütün zorla kaybetmelerde, faili meçhul siyasal cinayetlerde ve yargısız infazlarda ve kitlesel katliamlarda vardır. Kontrgerilla, başka bir ifade ile gladyo bütün tarihlerde vardı. Bakmayın siz şeklen gladyo çağrıştırmalarını, Ergenekon büyük aklanma ile bitmiştir. Devlet kendi kendisini aklamıştır. Güneydoğu’dan, Kürdistan’dan Ankara ve civarına nakledilen bütün toplu kıyımların failleri general ve subayların davaları da her biri 6-7, 10-15 hatta 20’ye varan katliamların, kaybetmelerin sorumluları birer birer beraat ettirilmektedir.
Daha dün Hrant’ın katli ile ilgili olarak bir polis “kaçmayacaktı, ama bu kaçtı” dememiş miydi? Cinayet işleneceğinden ve cinayet sırasındaki ve sonrasındaki hareket tarzlarından haberdardırlar ve planlamanın içinde olduklarına işaret ediyor bu anlatımlar.
Bitmedi. Daha dün MİT mensupları, “Hrant öldürülürken orada olduklarını ama kendilerinin görevinin istihbarat olduğunu, önleme görevlerinin olmadığını” söylememiş miydi? Görüyor musunuz zihniyeti ve hukuk ve usul anlayışlarını?
Suruç katliamında da devletin kim bilir hangi biriminin gözü, kulağı ve de belki de tetikte parmağı var?
Fakat her durumda negatif ya da pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği açık.
Son söz: Suruç’un gözleri sorumluları da işaret ediyor. (HÖ/EKN)