7 Ocak günü Sürmene’nin Çamburnu mevkiinde çıkan orman yangınında, 50 hektarlık sarıçam ormanının yaklaşık 20 hektarı büyük oranda yandı. Bu çok özel alanda çıkan yangın doğal olarak kamuoyunda büyük infial yarattı. Sosyal medyada yangının çıkış nedenine ilişkin birçok iddia ortaya atıldı. Yetkililer bunların asılsız olduğunu iddia ettiler vs. Bunların ayrıntısına döneceğiz.
Öncelikli olarak söylemek istediğim; buna benzer olaylarda sıcağı sıcağına yazmayıp, bir süre gelişmeleri izlemenin ve sonrasında ortaya çıkan doğru bilgileri kullanmayı bir yöntem olarak belirlemenin çok yararını gördüm. Üstelik Sürmene yangını, üzerine hemen yazabileceğim bir konu olmasına karşın. Ayrıca bunun şöyle bir yararı da oluyor: Konu tam unutulmaya yüz tutmuşken tekrar kamuoyunun gündemine taşıyorsun. Unutturmuyorsun. Her ne kadar bazı olayların uzun süre bekleme opsiyonu olmasa da, bu dengeyi bir biçimde kurmak gerekiyor. Ama olayın sıcaklığı geçtiğinde kamuoyunun ilgisini yitirme riskini de göz ardı etmeden.
Sürmene yangınının elbette böyle bir riski yok. Çünkü yanan orman sıradan bir orman değil.
Elbette her ormanın kendine özgü özellikleri var, her ağaç çok değerli. Ama çok iyi bildiğim Çamburnu Ormanı, dünyada sadece birkaç bölgede denize kadar ulaşabilen ve çok uzun zaman diliminde bu durumuna erişen sarıçam ormanı.
Karadeniz bölgesinin diğer değerli çamlarından da bu özelliği ile farklı. Yöre, Çamburnu adını da çamların denize kadar inen özelliğinden alıyor zaten. Ayrıca bu çamlar çok inatçı ve dayanıklıdır. Öyle her ateşe de kolay teslim olmazlar. Bu yangında da iyi direnmişler!
Özellikle son yıllarda, hızlı bir biçimde turizme açılan Karadeniz Bölgesi’nde, sahil yolu üzerinde olma özelliğiyle de artık herkes tarafından tanınan bu eşsiz doğal güzelliğin başına gelen bu felaketin infial uyandırması çok normal. Benim gibi Sürmeneli olanların, orada doğup, o ormanın denize ulaştığı yerde denizle ilk ilişkilerini kuranların yaşadığı üzüntünün tarifi ise olanaksız.
Yangının ilk anlarından başlayarak sosyal medyada durumu Katar Emiri’nin arzuları ile ilişkilendiren yorumların elbette haklı görülecek yanları var. Ama öncesinde duruma biraz daha geniş pencereden bakmakta yarar var. Katar sermayesinin, ya da yerli- yabancı herhangi bir sermayenin, o bölgedeki ormanlık alanlarda tesis, yatırım-adına ne derseniz deyin- yapması için orman yaktırmasına gerek yok. Ayrıca yatırım denince ne menem bir şey olduğunun uzun zamandır asla sorgulanmadığı bölgede, böyle bir yola başvurup dikkatleri çekmenin de bir anlamı yok aslında. “Yatırım” der yaparsın, “hizmet” der yaparsın. Hiçbir açıklama yapmadan da yaparsın. Daha önce yerli sermaye grupları tarafından yapılan ve o günlerde bir avuç insan dışında kimsenin karşı çıkmadığı, hatta desteklediği; sonrasında oluşan birçok doğa felaketinin sorumlusu; sahilleri, kumsalları, falezleri, balıkları ve hepimizin anılarını yok eden; yöre insanının denizle ilişkisini kesen sahil yolu gibi. Bugünlerde adına ‘yeşil yol’ denen, doğayı ve yaylaları katleden rant yolu gibi. Çamburnu’nun hemen güneyinde, kıyıdan 4 kilometra uzaklıktaki Kutlular’da 90’lı yıllarda işletmeye açılan bakır madeninden, hiçbir arıtmaya ve ağır metal çökeltme işlemine tabi tutulmadan dereye bırakılan ve oradan halkın yoğun kullandığı plaja akan ağır metal içeren sular gibi. Kutlular bakır madeni işletmesinde maden bittiğinde oluşan açık işletme çukurunun, oralı da olan Fatih Akın’ın orada çektiği ve Cannes’te ödül alan filmi “Cennetteki Çöplük”e dönüştürülmesi gibi.
Bu liste uzar gider. Meseleyi toparlamak da olanaksız hale gelir. Bu açıdan bakıldığında, Karadeniz bölgesinde sermayenin önünde uzun zamandır engel yok zaten.
Peki, neden duyarlı insanlar olayı ilk andan itibaren Katar Emiri ile ilişkilendirdiler. Çok haklı nedenleri var tabi. Bunu sadece Emir’in yer beğenme amaçlı olduğu söylenen helikopter gezisi bağlamında söylemiyorum. Uzun zamandır Karadeniz bölgesinde hayat, yurdun birçok yerinde de olduğu gibi inşaat faaliyetleri ile içe geçmiş durumda. Ekonomik dengeler şimdilik bu yolla tutturulabiliyor. Herkes bir biçimde bu gidişata eklemlenmiş durumda. Bu bağlamda, inşaat faaliyeti bölgenin olmazsa olmazı ve hayatın doğal akışı durumuna gelmiş. Ama Karadeniz’i diğer bölgelerden ayıran bir fark var. Uzun zamandır bölgeye bir Arap turist akını var. Yapılan binaların neredeyse tamamı zengin Araplara, bölge halkının ulaşamayacağı rakamlarla satılıyor. Bu da doğal olarak Arap sermayesinin ve yerli sermayenin iştahını kabartıyor. Artık bölgede isimleri de Arapça olan sadece Arapların oturduğu siteler oluşmaya başladı.
Yanlış anlaşılmasın. Herkesin her yerde oturma özgürlüğü var. Almanların ya da İngilizlerin Akdeniz ve Ege’de uzun zamandır yerleşmeleri nasıl normal ise, Arapların da Karadeniz’de yerleşmesi normal. Ama bu gidişat bir süredir, Karadeniz bölgesinin arsa sıkıntısı olan sahil kesimlerinde çok katlı yapılaşmanın ve korunması gereken ormanlık alanlarda yapılaşmanın önünü açmaya başladı. Artık neredeyse sadece Araplara hizmet veren doğa harikası Uzungöl örneğinde olduğu gibi betonlaşmayı ve Trabzon’un özellikle Yomra ve Sürmene gibi sahil ilçelerinde ve Şana bölgesinde yüksek yapılaşmayı inanılmaz boyutlara vardırdı. İlçeler eski mimari özelliklerini ve kimliklerini yitirmenin ötesinde, yüksek yapılaşma ile nefes alamaz duruma gelmeye başladı. Birçok yerde eski yerleşimlerin, ucube sahil yolu nedeniyle uzaklaşan denizle ilişkisi artık tamamen kesildi. Sahil kenti özellikleri neredeyse yok edildi. Bu süreç inanılmaz bir yoğunlukla devam ediyor.
Görüldüğü gibi Karadeniz’e dalınca çıkmak kolay olmuyor. Biz yine konuya dönelim. Çok yakın zamanda, Doğa Koruma müdürlüğünün, Çamburnu Tabiat Parkında yapmayı planladığı üst yapı tesisleri projelerinin görücüye çıkarıldığı ve ilgili makamlarca onaylandığı da basında yer aldı. Üstelik orman alanında, yerli sermaye grupları tarafından yapılaşma başlamış bile. Geçtiğimiz aylarda, yeni tesisler yapılması amacıyla sahil yolundan ormana doğru başlayan tali yolun tetiklediği heyelan nedeniyle sahil yolunun bir tarafı kullanılamıyor. Bu gelişmeler Katar Emiri’nin ‘yatırım’ müjdeleri ve Trabzon’u bir Arap kenti yapma hayallerini saklamayan yerel yöneticilerin beyanlarıyla birleştiğinde, çevre duyarlılığı olan bir avuç insanın bu yangında midesinin bulanması gayet normal. Üstelik yangın, orada yaşayan çok yaşlıların bile bu ölçekte bir yangın anımsamadığı bölgede ve özellikle son yıllarda ranta açılmaya başlanan Sürmene- Çamburnu Ormanında olunca! Aynı bölgede geçmişte de yangın olmuş fakat küçük alanları etkilemiş.
Ormanlık alanda planlanan projeler
Bu arada yangının bu mevsimde olmasına ilişkin yaşanan kafa karışıklığına da değinmek gerekiyor. Yangın sonrası bazı bilim insanlarının da değindiği ve benim gibi orada doğup büyüyenlerin de bildiği bazı ayrıntıların söylenmesinde yarar var. Doğu Karadeniz bölgesinde nemin en az olduğu aylar Kasım-Aralık- Ocak ve Şubat aylarıdır. Karadeniz’de orman yangını çok az olur ama olursa da kışın olur. Yani kış yangını olur. Eğer o günlerde olduğu gibi sıcaklıklar da bir süre mevsim normallerinin üstünde seyreder ve güneyden esen sıcak rüzgarlarla da desteklenirse, Çamburnu’nda olduğu gibi, toprak örtüsü üzerinde o mevsimde çokça biriken kuruyan yaprak, eğrelti otu, diken, çalı, ot ve sarmaşıklarla yaygınlaşan yüzey –örtü yangını mümkün hale gelir. Ama bu elbette kendiliğinden değil, ya sehven, ya da kasıtlı, mutlaka bir insan faaliyeti sonucu tetiklenir, bu parametrelerle de birleşince böyle bir yangına dönüşür. Örtü yangını şeklinde ilerlediği için de farklı bölgelerden çıkmış gibi gözlenebilir. Ormanı yaksanız bile bu koşullar yoksa, yangının bu ölçekte yaygınlaşması mümkün değildir.
Yangın sonrası iyi niyetle başlatılan yeniden ağaçlandırma kampanyalarına ilişkin de uzmanların uyarıları var. Bir süre bölgeye dokunulmaması ve ormanın kendisini yenilemesine olanak tanınması gerektiğini ısrarla söylüyorlar.
Yangına ciddi anlamda müdahale edilmemesi ve sabah yağacak yağmurdan medet umulması da sorgulanması gereken bir durum. Aslında üzerinde durulması gereken ve kamuoyunun da öncelemesi gereken, bu tip özellikte ormanların ya da benzeri önemde yerlerin, herhangi bir nedenle yok olduğunda yerine bir daha koyamayacağın değerlerin korunmasına ilişkin anlayışlar. Bu özellikte yerlerin elbette gezilip görülmesi normaldir. Ama siz Çamburnu Ormanı gibi, milli park ya da belki çok daha özel statüde korunması gereken bir yeri, tabiat parkı ismiyle, denetimsiz ve kontrolsüz bir biçimde turizme açtığınızda, göstermelik bir bekçiniz dahi olmadığında, şimdi varlar mı bilmiyorum ama birkaç yıl öncesinde olduğu gibi orman içine taş masalar ve mangal yerleri yapıp günlük kullanıma sunduğunuzda, bir gün böyle bir olayla karşılaşmanız kaçınılmaz olur. Böyle bir durumda fail aramaya gerek var mı?
Bütün bunlara rağmen bir yangın çıkmadıysa ve rant amaçlı çıkartıldıysa ki bu da bir olasılıktır, bekleyip göreceğiz. Gerçeğin bir gün mutlaka ortaya çıkma gibi bir huyu olduğu bilinir. Yangının ilk günü attığım bir Tweetteki gibi “Çamburnu yangını. Rivayet muhtelif. Göreceğiz. Katil bir gün mutlaka cinayet mahalline dönecektir. Yeter ki o günlerde konuyu unutmamış olalım!..” (Şİ/HK)