* Fotoğraf: AA
“kimse çocuğunu bir kayığa bindirmez
su karadan daha güvenli olmadıkça
kimse avuçlarını yakmaz
trenlerin altında
vagonların diplerinde
kimse kamyonların kasasında günler geceler geçirmez
gazete parçalarını yemez
gidilen onca yolun bir anlamı olmadıkça
kimse dikenli tellerin altında sürünmez
kimse dövülmek istemez
acınmak istemez.
…” *
Warsan Shire
Suriye’de 9 yıldır devam eden iç savaşın yol açtığı sığınmacı sorunu, İdlip’teki çatışmalar nedeniyle yeniden tırmandı.
İdlip’den yeni bir göç dalgası var. Bunun boyutları hakkında bir kesinlik yok, ama Türkiye daha fazla göçü kaldıramaz. Türkiye, İdlip’deki müdahil tutumunun bir devamı olarak kendi içindeki sığınmacıların Avrupa’ya gitmesi için kapılarını açtı. Böylece yeni bir fiili durum oluştu.
Önce rastgele kullanılan, birbirine karıştırılan mülteci, sığınmacı ve göçmenlik tanımlarını açıklığa kavuşturalım.
“Mülteci nedir, kimdir?
Mülteci diye tanımlanan kişi; ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranmayacağını düşüncesi ile ülkesini terk edip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından 'kabul' edilen kişidir.
Sığınmacı nedir, kimdir?
Sığınmacı ise; Yukarıdaki nedenlerden dolayı ülkesini terk eden ve henüz sığınma talebi, kaçtığı ülkenin yetkilileri tarafından 'soruşturma' safhasında olan kişidir.
Göçmen nedir kimdir?
Göçmen; mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, çoğu zaman ekonomik gerekçelerle, ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye, o ülke yetkililerinin bilgi ve izni ile yerleşen kişidir.” (bianet – Esra Koç - Mülteci, Sığınmacı, Göçmen Nedir ?)
Bu sorunun ne denli bir insanlık sorunu olduğunu anlamak için, sularla boğuşan sığınmacı çocukların gözlerine, kıyıya vurmuş cesetlerine bakmak bile yeterlidir. Ne hissettiğimiz, insan olabilmenin basit bir testidir!
Suriye Felaketine Dair Birkaç İstatistik
Suriye’nin 2011 yılındaki nüfusu 22 milyon.
2019 yılında Suriye’nin nüfusu 18 milyon.
İç savaş nedeniyle ülkeden kaçan nüfus, takribi 6 milyon. Demek ki, 8 yılda Suriye’nin içeride kalan nüfusu takribi 2 milyon artmış.
Suriye iç savaşı boyunca ülke içinde yer değiştiren nüfus, takribi 6 milyon.
2016 yılına göre Suriye iç savaşında 500 bin insanın hayatını kaybetmiş, 1 milyon 800 bin insan ise yaralanmış.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün 20 Aralık 2018 tarihinde yaptığı açıklamaya göre Türkiye'deki kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 618 bin 624.
21 Haziran 2019 tarihli TRT Haber sitesindeki verilere göre;
"… Suriyeliler 6 kıtada 127 ülkeye dağıldı. Ancak yüzde 85'i halen Ortadoğu bölgesinde. 2018 sonu itibarıyla Türkiye'deki Suriyeli sayısı 3 milyon 622 bine ulaştı. Lübnan'da 944 bin 200, Ürdün'de 676 bin 300, Irak'ta 252 bin 500, Mısır'da 132 bin 900 Suriyeli yaşıyor.
"Almanya'da 532 bin, İsveç'te 109 bin 300, Sudan'da 93 bin 500, Avusturya'da 49 bin, Hollanda'da 32 bin, Yunanistan'da 23 bin 900, Danimarka'da 19 bin 700, Bulgaristan'da 17 bin 200, İsviçre'de 16 bin 600, Fransa'da 15 bin 800, Ermenistan'da 14 bin 700, Norveç'te 13 bin 900 ve İspanya'da 13 bin 800." bilgisi verilmekte
Gerçek rakamların resmi verilerden daha fazla olduğu hususunda ortak bir görüş var.
Ölüm, yaralanma ve sığınmacı sayıları birbirlerini tutmuyor. Veriler sağlıklı değil. Yine de fotoğrafın büyük bir kısmını gösteriyor. Rakamlar kurudur, ama bunu muhayyilemizde canlandırmaya çalıştığımızda dahi, sonucun bir felaket olduğu görülür. Bunu asıl yaşayanlar bilir!
Nasıl Çözülebilir (mi?)
Felakete uğramış insanlara el uzatmak, gerekli ve insani. Türkiye’nin ya da başka ülkelerin Suriyeli sığınmacıları alması kalıcı bir çözüm değil. Kaldı ki, hem sığınanlar hem de sığındıkları yerler için uyum ve ekonomik anlamda sorunlar yaşanıyor.
Öncelikle belirtmeliyim ki, BM’nin tanıdığı Esad yönetimiyle görüşmeden sığınmacılar sorunun çözümü mümkün değil! Sorunun esası burada yatıyor.
Fakat bunun olabilmesi de Suriye’deki iç savaşın bitmesine ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanmasına bağlı.
Bu durumda can ve mal güvenliğinin garantisi kaydıyla sığınmacıların BM gözetiminde Suriye’ye dönmesi sağlanabilir.
Ancak savaşın bitmediği bugünlerde dahi, yine BM’nin denetiminde Suriye’de güvenli bölgeler oluşturularak ve asgari yerleşim koşulları sağlanarak sığınmacılar buralara gönderilebilir.
Kaldı ki Esad yönetimi 2018 ve 2019 yılında kapsamları farklı aflar çıkardı. Bu aflar güvenilmez bulunabilir, ama 8 Kasım 2019 tarihli NTV habere göre “Suriyeli mülteciler Nisan 2018'den bu yana Beşşar Esad rejimi ile Lübnan emniyetinin koordinasyonunda kafileler halinde ülkelerine dönüyor. Ülkelerine dönen mültecilerin sayısı 390 bin” deniliyor.
Dış İşleri Bakanlığı da 2019 yılına kadar Türkiye’den de 371 bin Suriyeli sığınmacının döndüğünü açıkladı.
Suriyeli sığınmacılar hususunda atılması gerek adımlar için geç kalınmış değil. Asıl bundan sonrası önemli. Türkiye, sınır kapılarını açarak Avrupa’yı sorunun çözümüne ortak edemez. Veya taşıma suyla değirmen dönmez örneği, AB’den fonlar alma yoluyla bu işi sürdüremez. Bunda bile çelişkiler yaşanıyor.
Dön Kendine Bak
Dünyaya İslam dini ve kültürü (böyle bütüncül bir olgu da yok!) gözlüğüyle bakarak politik analizler yapanlar, şu sıralar Suriyeli sığınmacıları almıyor diye Avrupa’ya veryansın ediyorlar. Sıkça bahsettikleri İslam dünyasına dönüp de bir baksınlar! Suriyeli sığınmacıları kendi ülkelerine davet eden bir Müslüman ülke var mı? Davet etseler de (Bu mümkün değil ama) sığınmacılar, örneğin Suudi Arabistan’a, Katar’a, BAE’ye Irak’a, Pakistan’a, Malezya’ya mı gidecekler? Gitmezler.
Peki, 56 ülkeden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı, Müslüman sığınmacılar için neden bir fon oluşturmuyor? Müslümanlar böyle bir günde Ensar olmayacaksa, ekmeğini paylaşmayacak, acısına ortak olmayacaksa ne zaman olacak? Merkel ile Euro tartışması yapan Erdoğan, geçen dönem başkanlığını yaptığı İslam İşbirliği Teşkilatı’nı hiç değilse mültecilere yardım konusunda neden toplantıya çağırmıyor?
Onların bir kısmı petrol dolarlarını radikal İslamcıların finansında, silahlanmasında kullanıyor ve Müslüman eliyle Müslüman kanı akıttırıyorlar!
Tabi ki İslam İşbirliği Teşkilatı’nda Müslüman mülteciler sorununun bırakın çözümünü, ele alınmasının bile mümkün olmadığını biliyorum!
Bunu bilerek yazıyorum ki, böylesi insanlık trajedilerinde bile üzerlerine düşen sorumlulukların küçük bir kısmını dahi yapmayan İslam dünyasından Avrupa’ya riyakâr suçlamaları yapmanın ne denli bir tutarsızlık olduğu görülsün.
Elbette İslam dünyası derken söylem düzeyinde kategorize ettim, yoksa böyle bileşenli bir dünya yok, olamaz da! (HŞ/TP)
* Zygmunt Bauman, “Kapımızdaki Yabancılar”, Ayrıntı Yayınları, 2018 kitabının girişindeki epigraf.