Suriye'deki kriz, 2011 yılının Mart ayında Arap Baharı etkisiyle demokratik hak taleplerinin seslendirildiği protestolarla başladı ve geçtiğimiz üç yıl içerisinde tüm ülkeyi kapsayan bir iç savaşa evrildi. Bugün geldiğimiz noktada Suriye'deki çatışmaların beklenmeyen ölçüde büyümesi ve dallanıp budaklanarak üç taraflı bir hal almasıyla birlikte 6,5 milyon insan Suriye içerisinde başka bir yere göçmek, üç milyon civarı insan da Suriye'yi terk etmek zorunda kaldı.* Bu sayının önemli bir bölümünün istikameti de Suriye'yle 877 km kara sınırı bulunan Türkiye Cumhuriyeti oldu. Silahlı çatışmaların yoğunlaşmasıyla birlikte 29 Nisan 2011'de ilk mülteci kafilesinin Türkiye'ye giriş yapmasından bu yana da hükümet sınırlarda açık kapı politikası uygulayarak Suriye'den gelen bütün mültecileri kabul etti. Bu durumun bir devlet politikası olmasının yanında uluslararası hukukta artık bir teamül olarak kabul edilen non-refoulement ilkesinin, yani herhangi bir mülteciyi/sığınmacıyı zulme uğrayacağı yere geri göndermemeyi gerektiren ilkenin gereği olduğu, dolayısıyla mültecilerin ülkeye kabulünün hukuken de doğru olan politika olduğu söylenebilir.
Fakat söz konusu kaos ortamı tahminlerin çok ötesinde bir mülteci akınına sebep oldu. 2012 yılında Türkiye'nin kabul edebileceği sığınmacı sayısındaki psikolojik sınır 100 bin kişi olarak açıklanmıştı. Bugün ise Türkiye'de 1,5 milyon civarı Suriyeli sığınmacı bulunduğu tahmin ediliyor. Bu rakamın 200 bin kişilik bir bölümü kamplarda ikamet etmekteyken geri kalanı Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yaşamaktadır. Genel olarak, kamplardaki mültecilere koruma ve insani yardım sağlanma noktasında övgüye değer bir iş olduğuna dair bir fikir birliği var, 2011 yılından bu yana Türkiye'nin Suriyeli sığınmacılar için iki milyar dolar yardım yapması[1] da bu durumu göstermektedir; ancak kamp dışındaki mültecilerin durumu hayli karmaşık bir durum teşkil etmektedir. Sığınmacıların çoğu kayıt altına alınmamış vaziyette ve sadece İstanbul’da 300 bin kayıt dışı sığınmacının bulunduğu tahmin edilmektedir.[2]
Sığınmacılara ilk zamanlarda sağlanan fiili yardımlarda bir sıkıntı göze çarpmadı, fakat Türkiye'de mülteci hukukunun altyapısında sıkıntılara sebep olabilecek çeşitli eksikliklerin mevcut olması ve resmi makamların Suriyeli sığınmacılara verilecek yasal statü konusunda bir kafa karışıklığı yaşaması göze çarpmaktadır. Suriyeli sığınmacılara ilk zamanlarda, mevzuatta veya uluslararası hukukta bir karşılığı bulunmayan ve tam olarak da ne gibi bir hukuki koruma sağladığı bilinmeyen "misafir" statüsü verildi. Bu adlandırmanın sebebi, önceleri Suriye'deki çatışmanın uzun süre devam etmeyeceği ve Suriye iktidarının devrileceği, ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların da ülkelerine geri döneceği düşüncesiydi ve bu sebeple sığınmacıların hukuki durumlarının uzun vadede ne olacağına dair bir çalışma yapılmamıştı. Ayrıca "misafir" tabirinin mülteci kavramına göre toplumda daha olumlu algı yaratan, daha kibar bir kavram olduğu düşünülmekteydi. Ancak "misafir" ne kadar kulağa hoş gelen bir tabir olsa da hukuki bir kavram değildir, diğer taraftan bu tanımın resmi görevliler ve toplum nezdinde sebep olduğu kaçınılmaz algı, ülkesine sığınan kişiler için her türlü ekonomik faturaya katlandığı için kendilerinde mültecilere yönelik uygulamalarda geniş bir inisiyatif alma hakkını görme olmaktadır. Nitekim, bir kamu yetkilisinin "kampların kurulma yerinin sınıra çok yakın yapılmasının güvenlik kriterlerine uygun olmaması, bu husustaki Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tavsiye kararlarına da aykırı olduğu, sınırdan en az 50 km. içeride yapılması gerektiği" yönündeki eleştirilere binaen "O kriterler mülteciler için, buradaki insanlar ise mülteci değil, misafirler. Dolayısıyla burada mülteciler hakkındaki kriterleri uygulamamız gerekmiyor" şeklindeki sözleri "misafir" tanımlamasının uygulayıcılara bahşettiği düşünülen geniş inisiyatif alanını işaret etmektedir.[3]
Bugün ise başlardaki genel öngörünün aksine Suriye'deki kaos ortamının daha ne kadar devam edeceği, hatta Suriye'nin politik sınırlarının bile ne şekilde olacağı belirsiz, dolayısıyla ülkesini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin daha uzun bir süre Türkiye'de kalacaklarını tahmin etmek güç değil. Bu bağlamda kamp dışında bir milyondan fazla Suriyelinin yaşadığı ve bu insanların artık toplumsal hayatın bir parçası olmaya başladığını göz önüne alırsak, misafirlikten öte olacak bir statü ve yol haritasının belirlenerek plan yapılması giderek artan bir öneme sahip olmaktadır.
Bu açıdan Suriyelilerin Nisan 2012'de belli bir yasal çerçevesi olan ve sığınmacılara hak sağlayan "geçici koruma" altına alınması olumlu bir adımdır. Geçici koruma Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 91. maddesine göre "Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara" sağlanan korumadır. Geçici koruma politikası acil ve sınırlara yönelik toplu nüfus hareketlerinde izlenen bir acil durum politikasıdır, daha uzun soluklu bir çözüm bulununcaya kadar bir ara çözüm niteliği taşımaktadır.[4] Geçici koruma statüsü verilen kişilerin her türlü ihtiyaçları, kabul eden devlet tarafından karşılanmaktadır ve bu statü ile Türkiye'de bulunan Suriye vatandaşlarının iltica etme veya üçüncü bir ülkeye sığınma başvurusunda bulunma hakları da bulunmamaktadır. Uygulamada ise mültecilerin konumuyla ilgili hala bürokraside ve özellikle sahadaki kamu çalışanlarında kafa karışıklığı hala devam etmektedir. Bu karışıklık hali bazen de sahada ilgili ve sorumlu kamu personeli tarafından "istediği zaman, istediği şekilde" uygulama yapabilme lüksünü doğurması açısından endişe vericidir. Ayrıca bugün tüm sığınmacıların ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanabildiğini söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla hükümetin üçüncü bir ülkeye sığınma hakları ve realitede böyle bir şansları da pek bulunmayan sığınmacıların uzun vadede Türkiye'de ve kamp dışında yaşayacaklarını göz önüne alarak plan yapması gerekir.
Geçici koruma, adı üzerinde geçici bir çözümdür ve bu sürecin sonunda Suriyelilere iltica hakkı tanınması ve şartlarının bu hakkın gereğine uygun hale getirilerek toplum hayatına kazandırılması ülke için önemli bir husustur.
Türk Hukukundaki iltica hükümleri de mülteci hukukunun esaslarının aksine coğrafi farklılık esas alınarak düzenlenmiştir. Buna göre Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu uyarınca "mülteci" sıfatı ancak Avrupa ülkelerinden gelen kişilere tanınmaktadır. Avrupa ülkeleri dışından gelen kişiler ise Türkiye'de ancak "şartlı mülteci" olarak adlandırılıp üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar Türkiye'de kalmalarına müsaade edilmekte ve "geçici sığınma" koruması sağlanmaktadır.[5] Mevzuatta böyle bir ayrımın, Türkiye'nin Avrupa'ya yönelik göçmen kaçakçılığında ana geçiş yollarından biri olduğu gerçeği düşünülerek yapıldığı söylenebilir, fakat Türkiye'nin mülteciler konusundaki ekseninin Avrupa'ya yasadışı girmek isteyen üçüncü ülke vatandaşları sorunundan Suriyeli mülteciler eksenine oturduğu çok açıktır. Dolayısıyla düzenlemelerin ilk olarak bu husus dikkate alınarak yapılması daha önemlidir.
Suriyeli mültecilerin "şartlı mülteci" olarak kabul edilmesi iş hayatında ve ekonomik yaşamda da önlerine önemli sorunlar koymaktadır. Özellikle iş piyasasına erişim sorunludur. Avrupa'dan gelenler mülteci statüsüne sahip oldukları için ikamet izniyle birlikte doğrudan çalışma iznine de sahip olabilmektedir; ancak asıl büyük grup olan şartlı mültecilere böyle bir imkan tanınmamaktadır. Mevcut istihdam yasaları ise Suriyeli mültecilerin çalışma izni alabilmesini ve kayıtlı/resmî ekonomide iş aramasını son derece güçleştiren bir yapıya sahiptir. Çalışabilmek için bir yabancının geçerli bir pasaport taşıması, oturma izni alması ve de işverenin, yabancı kişi için ayırdığı iş pozisyonunu dolduracak bir Türk vatandaşının bulunamadığını belgelemesi gerekiyor.
Vatandaş olmayan kişilerin yasal olarak çalışmasının engellenmesi ise, yetişkin ve çocuk işçiler için inşaat, tekstil, ağır sanayi ve de tarım gibi sektörlerde bir yeraltı ekonomisi oluşmasına neden olmaktadır. Mevsimlik işçi olarak çalışmak üzere güney sınırındaki illerinden Karadeniz Bölgesine giden Suriyeliler bulunduğuna dair haberler var. Bu durum, ücretlerin aşağı çekilmesine yol açmaktadır. Kilis'te yevmiyelerin 60 TL düzeyinden 20 TL'ye kadar gerilediği tahmin edilmektedir.[6] Suriyeliler çoğunlukla Türk işçilerden çok daha az ücretlere çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
Düşük ücrete razı olan ve normalden daha uzun saatler çalışan Suriyeliler, yerel halkta rahatsızlık yaratmalarına karşın, çok daha yüksek oranlarda sömürüye maruz kalıyorlar. Bu sömürünün sadece sığınmacılar özelinde değil toplumun genelinde sebep olabileceği zararlar düşünüldüğünde hükümetin bu konuda adım atması gerekliliği daha net anlaşılmaktadır.
Suriyeli mültecilerin ikamet, çalışma, insani yardım ve daha birçok konuda yaşadıkları giderek artan problemler, önlem alınmazsa toplum içerisinde kronik bir soruna dönüşebilir. Türkiye'de bulunan en az 1,5 milyon Suriyelinin ülkelerine geri dönme ihtimali giderek zayıflamaktadır. Alınacak önlemlerin artık insani yardım ve zor durumda kalan komşuya misafirperverlik gösterme saikinin ötesine geçerek bu insanların ülkeye entegrasyonunu sağlamaya yönelik uzun vadeli eylem planları haline gelmesi gerekir. Önce Türkiye'nin içinde bulunduğu yeni şartlar dikkate alınarak ve Uluslararası Mülteci Hukukuyla paralel şekilde hazırlanacak bir "Mülteci Kanunu"yla işe başlanabilir.
Uzun vadede karar vericilerin önünde Suriyeli mülteciler konusunda yol haritasının oluşturulması, buna uygun yasal zeminin hazırlanması, milli kaynaklar ve uluslararası toplumdan yeterli bütçenin ayrılması meseleleri durmaktadır. Artık daha fazla vakit kaybetmeden harekete geçilmelidir, çünkü Suriyeli mültecilerin durumu giderek kötüleşmekte ve de toplum içerisinde mültecilere karşı negatif bir algı oluşmaya başlamaktadır. Kısacası zaman aleyhe işlemektedir.
Planlı hareket etme ve kararlılık mültecilerin yardıma muhtaç kalmadıkları bir hayat kurmalarını ve ülkeye de katkı sunmalarını sağlayabilir. Aksi takdirde Türkiye sınırları içerisinde, milyonu aşkın insandan oluşan Suriyeli bir kayıp neslin ortaya çıkması işten bile olmayacaktır. (ÖEB/AS)
* Basın Bildirisi, 29 Ağustos 2014, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK)
Stj. Av. Ömer Erkut Bulut’un yazısı ilk olarak Güncel Hukuk dergisinin Kasım sayısında yayınlandı.
[1]1457 sayılı soru önergesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi
[2]Halim Yılmaz, TürRiye'de Suriyeli Mülteciler: İstanbul Örneği/Tespitler, ihtiyaçlar ve Öneriler, Mazlum-Der, 12 Eylül 2013
[3]Av. Taner KILIÇ, Suriyeli Mülteciler, Mültecilerle Dayanışma Derneği/
[4]Fitzpatrick, Joan. "Temporary Protection of Refugees: Elements of a Formalized Regime." The American Journal of International Law. 94. no. 2 (2000): 279-306.
[5]Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, Kanun No. 6458 Kabul Tarihi: 4/4/2013, md.61, 62/ Türkiye'de Suriyeli Mülteciler, Mazlumder, s.11
[6]"Misafirliğin Ötesine Geçerken "Türkiye'nin Suriyeli Mülteciler" Sınavı, Prof. Dr. Kemal Kirişçi, Brookings Institutes, USAM, Haziran 2014, s.30