Hafız Esad'ın zindanlarında yıllarını çürüten bir mahkumun, yıllarca kimseyle görüşmesine izin verilmeden tecritte yaşadıktan sonra, devran dönüp yasaklar biraz hafifleyince bir ziyaretçisi gelir.
Dışarıda geçen zaman, içeride geçen zaman, içinden geçen zaman, içinden geçtiği zaman mahkumda hatıraları, düşleri, gerçekleri, algıları ve her bir şeyleri birbirine karıştırmıştır.
Mahkum, zindanın loş görüşme odasında gördüğü ziyaretçisine; hayli geçkin, bitkin, ağlamaklı kadına:
"Ana, ne olmuş sana, ne kadar yıpranmışsın?" der.
Karşısında dal gibi delikanlı halini hatırladığı zamanın tozuna bulanmış, lime lime dökülen adamı gören kadın dudaklarını ısırıp uzun uzun susar, bu soruya nasıl mukabele edeceğini bilemez. Sonra belli belirsiz, yerden birlikte toparlayıp bir hikaye kuracakları şu sözler dökülür dudaklarından:
"Anamı kaybettik. Uzun zaman oldu. Ben Z...., kız kardeşin."
Hikayeyi yemeyene "Esad yanlısı" diyorlar
Ben bu hikayenin bir dolu çeşitlemesini biliyorum; aynı yıllarda, önceki yıllarda ve sonraki yıllarda bu ülkede, bu "demokrasi aşığı" Türkiye'de yaşanmıştır. Ve çoğusu da Kürtçedir.
Hafız Esad bir diktatördü, Beşar Esad da öyle. Erdoğan koluna girdiğinde, Türkiye'de ağırladığında, Şam da misafiri olduğunda da öyleydi. En az şimdi koluna girdiği Suudi Kralı ve Katar Emiri kadar diktatördü ve hâlâ da en az onlar kadar diktatör. Asıl mesele de bu.
Hal böyleyken bize hâlâ şu hikayeyi satmaya çalışıyorlar: Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan Suriye halkının yaşadığı zulme artık dayanamaz oldular ve (Batılı, deneyimli ağalarının da desteğiyle) onları kurtarmak istiyorlar. Ben bugüne kadar yabancı ülkelerin müdahalesiyle kurtulmuş, kendi demokrasisini kurmuş bir ülke, bir halk görmedim: (Hiç uzaklara gitmeden hatırlayalım) Afganistan'ı, Irak'ı, Libya'yı. Ama işin en trajikomik yanı şu üç demokrasi havarisi: Türkiye, Katar, Suudi Arabistan.
Bu hikayeyi yemek zorundayız, yemezsek "Esad yanlısı" diyorlar.
Türkiye, ABD, NATO nereye varmaya çalışıyor?
Türkiye'den pek fark edilmiyor olabilir ama dışarıda Türkiye, Suriye planlarının taşeronu olarak görülüyor. Ve yine iktidarın bakma dediği yere bakmayan Türkiye medyasının pek umurunda olmasa da konuyla ilgilenen gazeteciler Suriye haberlerini Hatay'dan kovalıyorlar ve:
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) milislerinin İskenderun'daki askeri üste eğitildiğini, Hatay'da bazı özel kampların yalnızca ÖSO milislerine tahsis edildiğini, Türkiye üzerinden ÖSO'nun en sağlam karargahı olan sınırdaki dağlık bölgeye silah ve mühimmat sevkiyatının yapıldığını, (Türkiye'nin Phantom keşif uçağına ihtiyacı olmadığını) keşiflerin İncirlik'ten kalkan İHA'lar üzerinden gerçekleştirildiğini ve bilgilerin ÖSO'yla paylaşıldığını, Annan Planı'nın darbe üstüne darbe alan dağınık milisleri toparlanması için yürürlüğe konduğunu ve milislerin o günden bu yana epey bir palazlandığını yazıp duruyorlar.
Bütün bunlar yazılıp çizilirken; pilotların bu kadar az önemsenmesi muammasını, kendi ülkesindeki keşifleri bile ABD ve İsrail yapımı İHA'larla yaparken Suriye'ye giden keşif uçağının 30-40 yaşında olmasını, böyle gergin bir dönemde bu keşif uçuşunun Suriye'ye neden önceden haber edilmediğini, Samandağ'daki köylülerin geri döndüğünü gördükleri diğer uçaktan kimsenin neden bahsetmediğini ve daha bir dolu soruyu ve bunlara cevap arama hakkını saklı tutarak bir keşif uçağının Suriye sularında, hatta Suriye'nin burnunun dibinde ne aradığını bir de şu açıdan sormakta fayda var:
Türkiye o uçağı neden Suriye'nin önüne attı? Suriye uçağı vurmakta neden bu kadar isteksiz davrandı? Böylesine gergin bir dönemde neden yerden uçaksavarla ateş edecek kadar yakınlaşmasına müsaade etti? Suriye neyi sakladı? Türkiye neyi aradı? Yani Türkiye, dolayısıyla NATO, dolayısıyla ABD nereye varmaya çalışıyor?
Türkiye mi müttefikleri, müttefikler mi Türkiye'yi Suriye'ye çekiyor?
Nisan ayında Kilis'te sınırda yine böyle bir provokasyon olmuştu. O olaydan kısa bir süre önce de Erdoğan Obama'yla Seul'de görüşmüştü. O zamanki olay çok daha acemiceydi. Ama Türkiye yine de epey bir koşturmuştu; artık harekat başlasın, sınırda bir insani yardım koridoru kurulsun vs diye. O zaman müdahale anlamına gelen "insani yardım koridoru" yerine Annan Planı desteklenmişti. Şimdi?
Şimdi yine birkaç gün önce Erdoğan ve Obama Meksika'da görüştüler. Ve yine Türkiye Suriye sınırında nisandaki sürtüşmeyi andıran bir olay yaşandı. Bu seferki öncekine göre çok daha profesyonel (gerçek?) görünüyor ama yine de asıl olarak ne planlanmıştı, asıl gayeye ne kadar yaklaşıldı söylemek çok zor.
Yalnız şunu söyleyebiliriz: Diğer ülkelerin para ve zaman sıkıntısı yok. Bekleyebilirler ve bekliyorlar. Suriye'ye müdahaleye hevesli ülkeler arasındaki en zayıf halka Türkiye. Savaşın yayılma riski olan tek ülke Türkiye. Bu konuda cevval davranıp bütün gemilerini yakan, Rusya'nın, İran'ın ve Suriye'nin arasında kalan, hareket ve ticaret alanı daralan ve Suriye meselesi uzadıkça kaybeden ve kaybedecek olan tek ülke Türkiye.
Ve bu çerçeveden görülen fotoğraf tam olarak şu: Suriye'ye müdahale konusunda kimsenin şüphesi yok. Türkiye'nin müttefikleri (yani ABD, NATO ve Körfez Ülkeleri) Türkiye'ye "Hadi gir! Biz arkandayız!" diyorlar (Yani paraysa para, silahsa silah). Türkiye de pek hevesli bu müdahaleye ama tek başına değil: "Olmaz!" diyor "Siz de gelin! Birlikte girelim."
Ve bu uçak olayında, Türkiye mi müttefiklerini Suriye'ye çekiyor yoksa müttefikleri mi Türkiye'yi Suriye'ye ittiriyor, bugün öğreneceğiz.
Bunu, NATO toplantısından ve Ankara'dan gelecek haberler söyleyecek bize. Suriye'yi değilse de bir nebze gerçeği keşif edeceğiz. (BK/EKN)